Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2005) > Dosya > Bizimkisi bir özelleştirme hikayesi
Dosya
Bizimkisi bir özelleştirme hikayesi
Nihat Gümüş
1970’Lİ yılları genel olarak enflasyonist bir hava içerisinde geçiren dünya ekonomisine, 1980’lerle birlikte özelleştirme politikaları damgasını vurdu. Başta Reagan yönetimindeki ABD ve Thatcher başbakanlığındaki İngiltere olmak üzere birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede, kamu idaresinde olan iktisadî kurum ve faaliyetlerin, doğrudan satış, halka arz, lisans verme veya dış kaynak kullanımı gibi yöntemlerle özel sektöre devredilmesi gündeme geldi.  
Türkiye ise 80’lerde gerek iç gerekse dış siyasî ve ekonomik konjonktürün etkisi ile 24 Ocak 1980 kararlarında ifadesini bulan yeni bir ekonomik anlayışı devlet politikası olarak kabul etme yoluna gitti. Buna göre, 60’lı ve 70’li yıllara damgasını vurmuş olan ithal ikameci ve müdahaleci ekonomi politikaları yerini piyasa mekanizmasını esas alan, devlet faaliyetlerini aslî fonksiyonlarla sınırlamayı öngören, ihracata dayalı büyüme hedefli neo-klasik ekonomi-politik uygulamalarına bıraktı. Bu kavramsal değişiminin bir yansıması olarak özelleştirme faaliyetleri gündeme alındı ve bu doğrultuda ilk yasal düzenlemeler 1984 yılında başladı. Ancak Özal’ın pratik zekâsının hızlı adımlarıyla başlayan süreç, 80’lerden günümüze pek de hızlı sayılmayacak bir gelişim seyri izledi.
Sürecin başından itibaren yasal düzlemdeki belirsizlik, görev ve yetki karmaşası özelleştirme ortamına hâkim oldu. 1984 tarihli ilk yasal belge olan 233 sayılı KHK ile özelleştirme kapsamına alınacak olan kuruluşlar belirlendi. Ayrıca özelleştirmelerde gerekli etkinliğin sağlanması amacıyla Yüksek Planlama Kurulu’na özelleştirme yapabilme yetkisi tanındı. Ancak daha sonra, bu tavırla çelişen bir şekilde 1986 yılında çıkarılan 3291 sayılı ilk özelleştirme kanununda, kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasında Bakanlar Kurulu; KİT’lerin müessese, bağlı ortaklık, işletme ve işletme birimleri ile iştiraklerindeki payların özelleştirme kapsamına alınmasında Yüksek Planlama Kurulu; özelleştirme programının yürütülmesinde ise ‘Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı İdaresi’ yetkili kılındı. Hangi uygulamanın kim tarafından hangi hukukî düzenlemeye göre yapılacağı sorusu, özelleştirme uygulamalarının tümünde faaliyetlere ket vuran bir unsurdu. Özellikle, alınan birçok özelleştirme kararının Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması, bu husustaki yasal karmaşayı göstermesi açısından önemlidir.
Karşılaşılan ikinci önemli sorun ise, kuruluşların özelleştirme kapsamına alınmasından sonra bürokratik işleyişteki zaaflar, siyasî istikrarın olmayışı gibi sebeplerle özelleştirmelerin sürekli gecikmesi; bu durumun ilgili kurumların üretim, istihdam, yatırım, pazarlama gibi konularda istikrarlı politikalar geliştirmesini engellemesiydi. 90’lı yıllar boyunca Özelleştirme İdaresi üst yönetiminin ve orta seviye personelinin tamamına yakınının ortalama her yıl değişikliğe uğradığı göz önünde bulundurulursa, bu istikrarsızlığın verdiği zararların boyutu daha net anlaşılabilir.
Öte yandan özelleştirmelerde et, süt, yem gibi hayvancılık sektörüyle sıkı sıkıya bağlantılı sektörlere öncelik verilmesi, ürünlerini bu kuruluşlara satan kesimler göz önüne alındığında, önemli sosyal sorunları da beraberinde getirdi. Bu özelleştirmeler tesisleşmenin olmadığı, üretim faaliyetlerinin genellikle bireysel olarak yapıldığı sektöre ciddi darbeler vurdu.
90’lı yıllar boyunca özelleştirmelerle gündeme gelen belki de en önemli sorun yolsuzluklardı. Yasal düzenlemenin, planlamanın, usulüne uygun değerlemenin ve süreç yönetiminin olmadığı özelleştirme uygulamalarında inisiyatif, genel olarak siyasî ve bürokratik elitin tekeline bırakıldı. Bu durumu en iyi özetleyen tavır “verdiysem ben verdim” cümlesiyle temsil edilen mantıktı.
Gidecekse de bizim çocuklara gitsin sloganından yola çıkılarak yapılan özelleştirmelere en iyi örnek Etibank örneğidir. Etibank, o dönemde hâlihazırda başka bir bankayı batırmakla suçlanan birine, yine aynı bankadan alınan kredi karşılığında satıldı. Bankayı almak için üçüncü şahıslardan alınan borçlar da, yine banka yoluyla açılan kredilerle ödendi. Adı yolsuzluklarla anılan bir başka hadise ise Sümerbank özelleştirmesiydi. Sonuçta Etibank ve Sümerbank 1,2 milyar dolar birikmiş zararla devlete geri döndü. Petrol Ofisi 1998’deki ilk özelleştirme girişiminde birinci olan gruba değil, üçüncü teklifi veren gruba satılmaya çalışıldı. Ancak teklifi veren Bayındır-Park Holding-İş Bankası konsorsiyumu parayı ödeyemeyince özelleştirme gerçekleşmedi. Mart 2000’de İş Bankası-Doğan Grubu 1 milyar 260 milyon dolara POAŞ’ı aldı. İki yıl sonra şirket zarar etmekte olan İş-Doğan Holding’le birleştirildi. Aynı dönemde şirketin %16,5’i halka arz edilince borçları halkın sırtına yıkmış oldular. Öte yandan Uzanlara satılan çimento şirketleri, Petlas ve Aria özelleştirmelerindeki usulsüzlükler kamuya önemli maliyetler yükledi.
Sonuç itibariyle Türkiye, 80’li yılların ortalarında başlayan özelleştirme serüveninde 2004 yılına gelene kadar ancak bir arpa boyu mesafe kat etti. Zikredilen dönemde özelleştirmelerden yaklaşık 14,3 milyar dolar nakit getiri elde edildi. Aynı dönem içerisinde Özelleştirme İdaresi 7 milyar dolar harcama yaptı. 4 milyar dolar ise borç ödemesinde kullanıldı. Yani devletin kasasına ancak 3,5 milyar dolar girebildi.
Bir ülkenin özelleştirmeyi, doğurduğu menfi ve müspet sonuçları göz önünde bulundurarak uygulayıp uygulamaması siyasî bir tercih meselesidir. Her iki durumda da katlanılacak maliyetler ve elde edilecek toplumsal faydalar ortadadır. Ancak özelleştirmeyi bir ihtiyaç olarak tanımladıktan sonra, iki cami arasında bînamaz kalmış bir insanın tavrıyla bu amaca yönelik faaliyetlerin etkin şekilde yürümesini sağlayacak kararları alamamak ve politikaları uygulamaya koyamamak ancak Türkiye gibi kimlik sorununu çözememiş ülkelere has olsa gerek. Unutulmamalıdır ki Türkiye hem devletçiliği temel ilke olarak benimsemiş, hem de piyasa ekonomisinin tesisini öngören, ancak bu ikisinin aynı anda nasıl başarılacağına hiç değinmeyen bir anayasaya sahiptir.

Paylaş Tavsiye Et