insanlığın elinde, sizi kabınızdan çıkaracak
öyle ince ayartma ‘teknoloji’leri,
vicdanları çelip sarhoş edecek
öyle keskin retorikler
ve her kafada iş gören öyle cin, öyle ifrit
‘bilgi-plantasyon sistemleri’ birikti ki,
birileri bütün bunlarla tutup, yeryüzünden kovulan
‘zenci’ ya da taşralı bir tanrının
sizin kalıbınıza girdiğine kolayca
ikna edebilir sizi;
sizin derinizin altına sığındığına yani,
melekleriyle beraber...
ve yine aynı kolaylıkla - hatta böyle bir ‘erdirme’den
sizin hiç mi hiç haberiniz olmadan -
inandırabilirler sizi,
büzülmüş aklınızın yahut ezilmiş ruhunuzun
yüzlerce yıllık açlığını, susuzluğunu,
öfkesini ya da bastırılmış gururunu,
bir anlığına olsun, toptan ödünleyecek
bir yudum sonsuzluk için
ananızı, babanızı, çocuklarınızı
hatta bütün bir insanlığı gözden çıkarmanıza
sessiz kalacağına,
içinizdeki ‘Sürgün’ün…
siz de kalkıp, sonsuzun yeni kisvesi, yeni
maskesi olduğunuzdan yana
en küçük bir kuşku duymadan, gider
pazar yerinde kendinizi
ve göğsünüzde artık kabına sığmaz olan
o intikamcı ‘tanrı’yı,
fünyesini çeker patlatırsınız!
özgürlüğüne kavuşturmak için onu, kuşkusuz,
melekleriyle beraber…
çünkü, mezarlara sığmayan bu gökçe hayaleti
artık ne ecinni kovar gibi
dualarla, muskalarla içinizden kovacak
saflığınız kalmıştır,
ne de, Kral Lear’e vefasız ayâlinin
reva gördüğü gibi,
‘kalabalık etbâ’ından bahisle,
diplomatik manevralarla falan
başınızdan savmaya
elverecek ‘ruh ve sinir’ gücünüz…
Cahit Koytak / 8 Şubat 2006
Paylaş
Tavsiye Et