M. Fatih Salgar
İstanbul: Ötüken Yayınları, 2001
Osmanlı İmparatorluğu’nun 28. padişahı olan Sultan III. Selim, III. Mustafa ile Mihrişah Sultan’ın ilk oğulları olarak 24 Aralık 1761’de dünyaya geldi. Henüz beş-altı yaşlarındayken devrin önde gelen ilim adamlarından oluşturulan bir heyet tarafından yetiştirilmeye başladı. Babasının ölümü üzerine yerine I. Abdülhamid geçti. Bu devir III. Selim’in kafes arkası dönemine denk gelir. O zamanlar şehzadeler ‘kafes’ denilen dairelerde bir tür hapis hayatı yaşarlar ve padişahın izni olmaksızın annesi dahi olsa kimse ile görüştürülmezlerdi. Ancak yine de I. Abdülhamid’in III. Selim’e şefkat ve sevgiyle davranması sonucunda Şehzade Selim kafes hayatının yıpratıcı şartlarından bir dereceye kadar korundu. Devletin ardı arkasına savaşlarla boğuştuğu ve askerî açıdan zayıflamaya başladığı bir dönemde tahta çıkan III. Selim, “Nizam-ı Cedid” kapsamında bir yandan orduyu güçlendirmeye çalışırken, diğer yandan da teknik konularda pek çok yenilik yapma yoluna gitti. III. Selim ulemanın ve devlet erkânının kahir ekseriyetle tefessüh etmesi, rüşvetin ziyadesiyle yaygınlaşması gibi olumsuz gelişmelerle mücadele ettiyse de çabalarının başarıyla sonuçlandığı söylenemez. Hatta yürüttüğü yenilikler de Köse Musa Paşa ve Şeyhülislâm Ataullah Efendi gibi iktidar düşkünü şahsiyetlerin çeşitli kışkırtmaları neticesinde III. Selim’in sonunu hazırladı. Tarihte Kabakçı Mustafa İsyanı olarak bilinen hadisenin akabinde tahttan indirilen III. Selim’in yerine IV. Mustafa geçti ve III. Selim, Harem dairesine hapsedildi. Sultan’ın tahttan indirilmesi otorite boşluğu doğurdu ve devlet kademelerindeki bozulmayı arttırdı. III. Selim’in yeniden tahta çıkmasını isteyen Alemdar Mustafa Paşa ve yandaşları, IV. Mustafa’ya bu taleplerini ilettiler. IV. Mustafa’nın bu teklif karşısında çok öfkelenmesi üzerine Alemdar Mustafa Paşa Akağalar kapısını zorla kırıp içeri girmek isterken; Sultan’ın çevresindeki bazı kişiler III. Selim’in ve Şehzade Mahmud’un öldürülmesi için emir verdiler. Başçuhadar Abdülfettah, Hazine Kethudası Ebe Selim, Dârüssaâde Ağası Nezir Ağa ve birkaç bostancı cellâdı Harem dairesine girerek III. Selim’i katlettiler. III. Selim’in hazin bir şekilde öldürülmeden önce kitap okuyup dua ediyor olduğu, namaz kıldığı, ney üflediği gibi çeşitli rivayetler vardır; ancak öldürmeye gelenlere karşı neyiyle kendini savunduğu yaygın bir bilgidir. Bu kitapta, 28 Temmuz 1808’de bu dünyadan ayrılan III. Selim’in hayatı ve sanatıyla ilgili bilgilerin yanı sıra onun bestelediği eserlerin 78 tanesinin notaları yer alıyor. Arşivlerde bulunması gereken değerli bir kaynak... /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Yapım: TRT Müzik Dairesi Başkanlığı, 1999
Zorlu bir dönemde devleti yöneten III. Selim, hüzünlü bakışları, heybetli ama mütevazı duruşuyla derviş meşrep bir padişahtı. Mevlevîliğe yakınlığı sebebiyle, bu tarikatın felsefî kökenindeki “yenilenme, tazelenme” fikrini hem sanat hem de siyasî hayatında tatbik etmeye çalışmıştır. Hatta onun bu yenilikçi tutumunun izlerini, Sûzidilârâ makamında bestelediği ayin-i şerifin başlangıcındaki şu sözlerde sürmek de mümkündür: “Dilberi vü bî dili esrâr-i mast / Kâr kâr-i mast ü çün o yâr-i mast / Nevbet-i köhne-fürûşan der güzeşt / Nevfürûşânim ü in bâzâr-i mast” (Güzellik ve âşıklık bizim sırrımızdır / Bu iş bizim işimiz, çünkü sevgiliyiz / Eskimiş satıcıların günü geçti gitti / Şimdi bizim pazarımızda yeni şeyler satılıyor). Eserlerinin büyük çoğunluğunu kafes hayatı sırasında besteleyen Selim-i Sâlis, tertip ettiği Evcârâ, Şevkefzâ, Sûzidilârâ, Pesendîde, Şevkutarab gibi başlı başına bir makam kimliğine sahip makamların yanı sıra, Arâzbârbûselik, Nevâkürdî, Rastıcedîd, Gerdâniyekürdî gibi kararda yahut esas makamın bünyesi içindeki çeşnilerde zenginleştirilmiş makamlar tertip etmiş, unutulmuş pek çok makamın da ihya edilmesine katkıda bulunmuştur. Kendi döneminde yaşayan müzisyenleri, bestekârları ve musiki ilmiyle uğraşan nazariyatçıları ziyadesiyle teşvik ve taltif etmiştir. Kendi bestelediği eserleri, çevresindeki müzisyenlere takdim etmiş ve tenkit etmelerini istemiş, bu hususta açık görüşlülüğün de ötesinde ısrarcı davranmıştır. Bu dahi onun gelişmeye açık tabiatına güzel bir misal teşkil eder. Tanbur ve ney çalan III. Selim, hem saz eserleri hem de sözlü eserler ile repertuvarımıza muazzam bir zenginlik kazandırmıştır. Bu albümde, Sultan bestekârımızın nadide eserlerinden seçilen örnekler Alâeddin Yavaşca’nın yönettiği TRT radyo sanatçılarından oluşan koronun yanı sıra, Doğan Dikmen ve Melihat Gülses gibi solistler tarafından icra ediliyor. / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Solist: Ahmet Özhan
İstanbul Tarihî Türk Müziği Topluluğu
Yapım: T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2006
1860 senesinde Fatih’in Kumrulumescit semtinin Pirinççi Mahallesi’nde dünyaya gelen Şevki Bey, ilk tahsilinin akabinde Rüşdiye’ye devam etti ve mezun oldu. Sesinin güzelliği ve musikiye olan yüksek kabiliyeti ile dikkatleri celp edip Muzika-i Humayun’a alındı. Musikide ilk hocası Ticaret ve Nafia Nezareti kâtiplerinden Necmeddin Bey olmakla birlikte, asıl üstadı Muzika-i Humayun’da beraber olduğu ünlü bestekâr ve hanende Hacı Arif Bey idi. Arif Bey’den musikinin pratik yönüne ilişkin bilgiler öğrendi ve onun sanatkâr kişiliğinin bütün inceliklerini kavradı. Bu sebepledir ki, Şevki Bey, Hacı Arif Bey’in devamı olarak kabul edilir. Ustalaştıktan sonra sarayın fasıl topluluğunda hanendelik yapmaya başlayan Şevki Bey, daha sonra sarayın disiplinli hayatından sıkıldı ve istifa ederek saraydan ayrıldı. Bundan sonra vefatına kadar Gümrük Nezareti’nde kâtiplik yaptı. 18 Temmuz 1891’de yakın dostu olan Beylerbeyli Gümrükçü Rahmi Bey’in evini ziyaret ettikten sonra ani bir kalp sektesiyle hayata gözlerini yumdu ve ertesi gün cenazesi kalabalık bir toplulukla kaldırılarak, Beylerbeyi ile Kuzguncuk arasında bulunan Nakkaşbaba Mezarlığı’na defnedildi.
Otuz bir yıllık kısa hayatını rindane bir şekilde yaşayan Şevki Bey, şarkılarında söz ile sesin ahenkle kaynaşmasını büyük bir itina ile başarmıştır. Güfte ve beste arasındaki ahenkte gösterdiği bu başarı ve eser bestelemek noktasındaki velûd kişiliği sebebiyle sıklıkla kendisinden altmış sene evvel ölmüş olan modern Lied’in yaratıcısı Schubert’e benzetilen Şevki Bey, hislerinin bütün sıcaklığını ve inceliğini şarkılarıyla terennüm etmiş ve nihayet o da Schubert gibi genç yaşında ölmüştür. Muhtelif makamlarda yüzlerce şarkı besteleyen Şevki Bey’in meselâ sadece Uşşak makamında bestelediği iki yüzü aşkın eseri vardır. Ehline malûmdur ki, aynı makam çerçevesi içerisinde birbirine benzemeyen bu kadar eser besteleyebilmek ancak müstesna bir kabiliyetin işi olsa gerektir. Kuvvetli bestekârlığı sayesinde yarım saat içerisinde bir beste yapabildiği, hatta bazı günler sekiz-on eser bestelediği rivayet olunur. Bu şekilde bine yakın eser besteleyen Şevki Bey, ölümüne yakın bir tarihte “Arza lâyık değil amma hünerim / Nâçizane bini buldu eserim” demiştir. On yıllık bir sanat hayatının mahsulü olan bu bin eserden yalnızca bir beste, bir yürük semai olmak üzere iki yüz on kadar şarkısı günümüze ulaşmıştır. /Cihat Arınç
Tavsiye Et