HENÜZ küresel dalgalanmayı tam atlattık sayılmaz. Döviz kurundaki hareketlilik azalmış olsa da sürüyor. Faizler de dalgalı ve yüksek. Enflasyonda hedefin aşılacağı şimdiden kesinleşti. Sanki bir buçuk yıl öncesine geri dönmüş gibiyiz. Ama bizi ilerisi ilgilendiriyor daha çok. Yılın geri kalanı nasıl geçecek? Döviz kaç lira olacak? Büyümemiz nasıl etkilenecek? Bu sorular bizim için daha önemli. Mektepli bir iktisatçı gözüyle bunlardan bazılarının cevapları kolay, bazılarınınki ise zor.
Önce kolay olandan başlayalım. “Dolar kuru yıl sonunda 1,52 YTL olacak.” dersek buna pek inanmayın. Bu tür nokta tahminlerin falcılıktan pek farkı yoktur. İktisat ve iktisatçılar bu açıdan hiç de başarılı değillerdir. J.K. Galbraith şöyle diyordu bir konuşmasında: “İktisatta tahmin yapmanın en önemli fonksiyonu astrolojinin saygın gözükmesini sağlamaktır”. Bu tür tahminler için üç şeye ihtiyacımız var: Birincisi söz konusu iktisadî göstergeyi çok iyi açıklayan bir modele. Modeller, var olduğunu düşündüğümüz gerçeğin basit ve genel halidirler; gerçeğin ta kendisi değil. İkincisi bu modeldeki bazı parametrelerin doğru tahmin edilmesine. Bu hem birikim hem de sezgi ister. Üçüncüsü ve en önemlisi ise şanstır. Şansınız varsa tahminleriniz tutar. Görünen o ki şansımıza hep güveniyoruz. Tahminlerle avunuyoruz. Hem iktisatçılar ne güne duruyor!
Asıl bakılması gerekenler nokta tahminler değil, genel eğilimlerdir. Genel eğilimleri ise iktisadî modeller sağlar. Cevapların zorluğu da buradan kaynaklanıyor. Zira ekonomiye ilişkin gerçekte tek bir model yok. Üstelik ekonomi de sürekli değişiyor. Farklı düşünce okullarının, ekollerin olması da bu yüzden. Kırkın üzerinde iktisat kitabı bulunan İlker Parasız’a göre, önemli olan hangi ekolden gelindiği. “Birisinin ne düşündüğünü bilmek için çok şeye gerek yok. Keynesyen mi, parasalcı mı olduğunu bilmek yeterli. Bütün bildikleri de iskontoyla faiz” diye ekliyor hocamız. O halde bize nasıl bir ekonomi dersi anlatıldı diye durup bir düşünmek gerek. Şu var ki lisans eğitiminde iktisadın her şeye hazır ve doğru bir cevabı olduğu gösterilir. Bu hazır cevapların ne kadar da tartışmalı olduğunu sonra sonra anlarsınız.
Hiç mi ortak nokta yok bu modellerde, özellikle makro ekonomiye ilişkin? Bütün bu farklı ekollerin -yani klasiklerin, Keynesyenlerin, parasalcıların, rasyonel beklenticilerin, reel iş çevrimcilerinin, yeni Keynesyenlerin, post Keynesyenlerin vb.- ortak birkaç prensipte birleştiği ve bizim dünyamızı anlamada yardımcı olabilecek bir temelleri yok mu? Günümüzün saygın iktisatçılarına göre, evet var. Üstelik zamanla bu farklı ekollerin birbirlerini etkileyerek sentezler oluşturduğu da görülüyor. Neoklasik iktisat ya da son zamanlarda yeni neoklasik iktisat gibi.
O. Blanchard, R. Solow, J. Taylor, A. Blinder ve G. Mankiw gibi ünlü iktisatçılardan hareketle makro ekonomide şu dört unsur üzerinde görüş birliği olduğu söylenebilir:
i. Kısa vadede ekonomik aktiviteyi toplam talepteki gelişmeler belirler. Buna göre, özellikle faize karşı hassas konut, taşıt ve dayanıklı tüketim malları gibi unsurların iç talepteki ve dolayısıyla ekonomik aktivitedeki rolü öne çıkmaktadır.
ii. Ekonominin uzun vadeli bir büyüme trendi, eğilimi vardır. Bu eğilim temelde ekonominin arz yönüyle ilgilidir. Yani ekonominin uzun dönem büyümesi üretim faktörlerinin arzı ve toplam faktör verimliliğiyle açıklanır. Bu eğilimin çevresinde meydana gelen geçici dalgalanmalar ise daha ziyade toplam talep kaynaklıdır.
iii. Kısa vadede enflasyondaki değişim ile işsizlikteki değişim arasında ters yönlü bir ilişki vardır. Uzun dönemde ise enflasyonla işsizlik arasında böyle bir ilişki yoktur. Para arzındaki yüksek bir artış sonunda uzun dönemde enflasyon artar, işsizlik aynı kalır.
iv. İnsanların beklentileri mevcut politikalardan etkilenir. Bu yüzden para ve maliye politikalarının etkileri değerlendirilirken beklentiler dikkate alınmalıdır.
O halde önümüzdeki döneme ilişkin beklentilerimizi iktisatçıların ortak aklıyla şöyle cevaplayabiliriz:
i. Yükselen faizlerin ardından özellikle özel tüketim harcamaları azalacak. Makine-teçhizat yatırımları da artan maliyetlerle birlikte yavaşlayacak. Böylece bu yılın ikinci yarısında toplam talep ve ekonomik büyüme de yavaşlayacak. Ekonomik aktivitedeki yavaşlama 2007’nin başlarında daha çok hissedilecek. Bu nedenle, 2007’den itibaren cari açık da giderek azalacak.
ii. Yakın dönem performansına bakıldığında Türkiye ekonomisinin büyüme potansiyelinin daha yüksek bir platoya taşındığı görülüyor. Söz konusu büyüme potansiyelinin arkasındaki itici güç toplam faktör verimliliğindeki artıştır. Bu uzun dönemli trendin sürdürülmesi verimlilik artışlarının sürmesine; verimlilik artışları da temelde teknoloji ve eğitimin seviyesi ve geliştirilmesine bağlıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin potansiyel büyüme trendine dönmesi mümkündür. Ancak, önümüzdeki dönemde petrol fiyatlarının çok daha fazla yükselmesi gibi muhtemel arz yönlü şokların olumsuz etkilerini bir tarafa kaydetmek gerekiyor.
iii. Sıkı para politikasının özellikle tüketim yoluyla toplam talebi kontrol altına almada başarı şansı yüksek gözüküyor. Diğer yandan Türkiye’deki enflasyon ifade edildiği gibi ağırlıklı olarak -küresel finansal dalgalanma, petrol fiyatları, altın fiyatları vb.- arz yönlü şoklarından kaynaklanıyorsa para politikasının yönetimi güçleşecek demektir. Bu durum daha sıkı para politikalarına, daha sıkı para politikaları da ekonomik aktivitenin daha da yavaşlamasına yol açabilecek. Bu politikaların ekonomik aktivite üzerindeki olumsuz etkisi özellikle 2007 yılında belirgin olacak. Uzun vadede ise bu kararlı ve temkinli duruş enflasyonun düşmesinde başarı sağlayacak.
iv. Türkiye’de beklentileri en olumlu etkileyen politikaların başında maliye politikası geliyor. Bu nedenle, faiz dışı fazlada sağlanan yüksek performans cari açıktan kaynaklanan kırılganlığın önüne geçiyor. Yüksek faizlerin bu sene için önemli bir risk unsuru taşımadığı biliniyor. Zira 6-7 ay vadeli kamu borçlarının oranı oldukça düşük düzeylerde. Ancak, 2007’den itibaren şu anki yüksek faizlerin, faiz yükünü artıracağı görülüyor. Mevcut yurtiçi kamu borçlarının yarısının ortalama vadesinin 8 ila 20 ay arasında bulunduğu ve %43’ünün de değişken faizli olduğu düşünülürse bütçeye binecek olan yükün boyutu daha iyi anlaşılır.
Uzun sözün kısası; finans piyasalarımızdaki son dalgalanmanın faturası kriz dönemlerimize kıyasla düşük düzeylerde seyrediyor. Ancak kırılganlıkların azaldığını söylemek de mümkün gözükmüyor. Daha farklı bir bakış açısı için ABD patentli ders kitapları yerine belki de bambaşka yerlere bakmak gerekiyor. Bir tarihe ya da tek bir millete sahip olmayan ülkemizin bir ekonomisi olduğunu iddia etmek zor olsa gerek. Bunu yine de İhsan Fazlıoğlu’na sormalıyım. Çünkü bugün zor bir zaman.
Paylaş
Tavsiye Et