BALKANLAR’DA Soğuk Savaş sonrası yaşanan çözülme ve kargaşada, her bir etnik veya dinî grubun güçlü bir devlet tarafından desteklendiğine yönelik genel bir kanaat vardı. Buna göre Sırplar, kendileri gibi Ortodoks olan ve Osmanlı zamanından beri çeşitli şekilde himaye gördükleri Rusya tarafından destekleniyordu. Hırvatların ve Slovenlerin ise, eski Roma-Germen bağlantısı nedeniyle Almanya tarafından desteklendiği düşünülüyordu. Yugoslavya’nın dağılma sürecinin Almanya’nın Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını tanıması ile başlaması da buna örnek olarak gösteriliyordu. Osmanlı Devleti’nin dağılmasının ardından Türkiye’nin yaşadığı ölçek küçülmesi sebebiyle bu bölgedeki Müslüman topluluklara yönelik desteğinin sınırlı kalması, diplomatik ve ekonomik alanda büyük devletlerin sahip olduğu özelliklerden uzak olması nedeniyle Arnavut ve Boşnak grupların da ABD tarafından desteklendiği dile getiriliyordu. Bir anlamda bu grupları desteklemenin ABD’ye bölgede etkinlik kurmak açısından bir meşruiyet aracı sağladığı da düşünülüyordu. Bu noktada Avrupa devletlerinin arka bahçelerinde yaklaşık üç yıl devam eden etnik temizliğe karşı tavır geliştirme konusundaki acziyetleri ve Boşnaklara yönelik etnik temizliğin ancak ABD’nin devreye girmesi ile sona ermesi de bu argümanları doğrular bir örnek olarak ileri sürülüyordu. Bosna’ya yapılan ABD önderliğindeki müdahale oradaki kanı durdursa da, bunun geç kalmış bir müdahale olduğunu hemen herkes kabul ediyor. Bu noktada, NATO ittifakının 50. yılına denk gelen ve NATO’nun eski Varşova Paktı üyelerini içine alacak şekilde genişlediği yıl olan 1999’da gerçekleşen Kosova müdahalesi de, insan haklarını korumanın yanında, ABD’nin bölgeye yönelik politikası çerçevesinde değerlendirilmeli. Yugoslavya, dağılmadan önce Avrupa’da en güçlü üçüncü orduya sahipti. Bu ordunun yaklaşık %90’ı ise Sırplardan oluşmaktaydı. Ellerindeki bu askerî gücü önce Bosna’da, sonra da Kosova’da kötüye kullanan Sırplar, ABD için kabul edilebilir sınırların ötesine geçmişti. Bosna müdahalesi ile zayıflatılan Sırp askerî varlığına Kosova operasyonu ile daha kalıcı bir darbe indirildi. NATO’nun genişlediği alan içerisinde önemli bir muhalif güç, Kosova müdahalesinde gerçekleştirilen hava operasyonu ile etkisiz kılındı. Bu unsurların yanı sıra, Yeltsin yönetimindeki Rusya Federasyonu’nun çözülme sonrasında yaşanan travmayı tam olarak atlatamadığı ve Rusya’nın bugünkü konumuna göre oldukça zayıf olduğu bir dönemde gerçekleşen Kosova müdahalesi, ABD’nin Arnavutları destekleyerek, Sırplar üzerinden Rusya’ya mesaj verdiği bir müdahale olarak değerlendirildi. Böylece ABD, NATO’nun alan dışı operasyonları ile Balkanlar’daki stratejik dengeyi etkileyeceğinin işaretlerini verdi.
1999’da gerçekleştirilen müdahale sonrasında BM tarafından yönetilen Kosova’nın geleceği uzun yıllar belirsizliğini korudu. Bu süre içerisinde ABD ve Avrupa devletleri, Sırp lider Miloşeviç’in görevden uzaklaştırılması ve Lahey’deki Uluslararası Mahkeme’ye teslim edilmesini sağlayarak bir zemin kazandılar. Ancak 2006’nın başlarında gerek Miloşeviç’in gerekse Kosovalı Arnavutların liderliğini yapan İbrahim Rugova’nın ölmesinin ardından artık dokuz yıldır devam eden belirsizliğin sona ermesi ve Kosova’nın statüsünün netleşmesi zamanının geldiği düşünülüyor. Bu noktada BM Özel Temsilcisi Ahtisaari’nin Kosova’nın statüsüne yönelik olarak hazırlayıp BM Genel Sekreteri’ne sunduğu rapor, bölgenin kaderini ciddi şekilde etkileyecek gelişmelerin habercisi. Temel olarak Kosova’nın bağımsızlığını (demokratik olarak kendini yönetmesini, uluslararası anlaşmalar yapmasını) ama en azından geçici olarak bir müddet daha uluslararası gözetim altında kalmasını öneren rapora yönelik birbirinin tamamen zıddı tutumlar söz konusu. Genel Sekreter Ban, raporu BM Güvenlik Konseyi’ne iletmiş durumda. Konuya ilişkin ABD’nin tutumunu ana hatlarıyla özetlemekte fayda var. Ahtisaari’nin gerçekçi ve istikrarlı bir Kosova için uygun bir öneri hazırladığını söyleyen ABD’li yetkililer, planla Kosova’daki tüm etnik gruplara onurlu, güvenli ve ekonomik olarak sürdürülebilir bir ortamın önerildiğini düşünüyorlar.
Kosova Bir Örnek Oluşturur mu?
Kosova’nın geleceğine yönelik tartışmalarda ABD bağımsızlık seçeneğini desteklerken, bu noktada Sırplar ve Ruslardan ciddi itirazlar geliyor. Kosova’nın bağımsızlığının dünyanın başka yerlerindeki tartışmalı bölgeler için örnek oluşturup oluşturmayacağı ve yeni bağımsız devletlerin ortaya çıkması için bir referans teşkil edip etmeyeceği son dönemde en fazla tartışılan konular arasında. Bir yılı aşkın süredir Rus yetkililer, Kosova’nın bağımsızlığının bir zincirleme etkisiyle Avrasya’daki diğer devletler için de bir örnek teşkil edeceğini; eğer Kosova’ya bağımsızlık verilirse, uluslararası toplumun eski Sovyetler Birliği coğrafyasındaki Abhazya ve Güney Osetya gibi bölgelerin bağımsızlığını da tanımak zorunda kalacağını iddia ediyor. Bu iki bölgenin de son dönemde ABD ile yakın ilişki içindeki Gürcistan’ın sınırları içerisinde (en azından hukuki olarak) yer alması dikkatlerden kaçmamalı.
Rusya’nın bu türden iddialarına karşı Amerikalı yetkililer ise, dünyanın hiçbir yerinde Kosova’ya benzer bir durumun olmadığı konusunda ısrarcı. BM’nin yaklaşık sekiz yıldır yönettiği ve NATO’nun ciddi bir etnik temizliği sona erdirmek üzere müdahale ettiği başka hiçbir bölge bulunmadığını belirten ABD’li yetkililer, Kosova’nın Abhazya, Güney Osetya, Çeçenistan, Transdinyester, Korsika gibi bölgeler için örnek oluşturmadığını ve bu tür konularda geçmişe değil, geleceğe bakılması gerektiğini söylüyorlar. Rus tutumuna yakın kaynaklar ise, ABD ve AB’li yetkililerin Kosova’nın bir benzerinin olmadığına yönelik iddialarına karşın uluslararası hukukun örnek teşkil eden kararlarla geliştiğine vurgu yaparak, sonuç ne olursa olsun, Kosova ile ilgili alınacak kararın bir örnek teşkil edeceği konusunda ısrarcılar.
1999’dan beri devam eden uluslararası yönetimin ilelebet süremeyeceği düşünüldüğünde, bir şekilde Kosova’nın statüsünün netleştirilmesi gerektiği aşikâr. Kosova Temas Grubu üyeleri (ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya) arasında ise Rusya diğer ülkelerden farklı bir tutum içerisinde. ABD ve AB tarafından desteklenen ama BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinden Rusya’nın ciddi endişelerini dile getirdiği ve Çin’in ise çok fazla fikir beyan etmediği Ahtisaari Raporu sonrasında BM’nin alacağı kararın, tarafları ne kadar memnun edeceğini görmek için beklemek gerekse de, bu kararın aynı zamanda ciddi bir muhalefet oluşturacağı kesin gözüküyor.
Paylaş
Tavsiye Et