Yönetmen-Senaryo: Guillermo del Toro Oyuncular: Ivana Baquero, Doug Jones
Yapım: İspanya, 2006, 112 dk.
Birbirinin tekrarı filmler izlemenin verdiği iç sıkıntısıyla “artık sinemada farklı ne yapılabilir ki?” sorusunu giderek daha fazla dillendirdiğimiz bir zamanda, sinema bizi bir kez daha şaşırtmayı başardı. Blade 2 ve Hellboy gibi gişe filmlerinden tanıdığımız, Meksika’dan devşirme Hollywood yönetmeni Guillermo del Toro’nun son filmi Pan’ın Labirenti, Yüzüklerin Efendisi ve Harry Potter benzeri ‘tekrar’ filmlerin üretildiği fantastik sinemaya yeni bir soluk getiriyor. Gerçek ile hayali mükemmel bir kimya ile karıştırıp, izleyiciye servis eden film, Franko diktası altındaki İspanya’nın kırsal kesiminde yaşanan iç savaşa uzanıyor.
Üvey babası Yüzbaşı Vital’in karargahında, bebek bekleyen annesiyle birlikte yaşayan küçük Ofelia, bir gün evlerinin yakınında bir labirent keşfeder. Labirentin bekçisi yarı insan yarı keçi Pan, onun aslında yeraltı dünyasının prensesi olduğunu söyler. Ancak bundan kesin biçimde emin olabilmesi için Ofelya’nın dolunaydan önce yapması gereken üç görev vardır. Faşist Yüzbaşı Vital direnişçileri “kendine has” yöntemlerle dize getirmeye çalışırken; bir prenses olduğuna giderek daha fazla inanan Ofelya ise görevlerini hayatı pahasına yerine getirme çabasına girer.
Etkileyici açılış sahnesiyle ilk elden “alışılmadık bir film” olduğu mesajını veren Pan’ın Labirenti, faşizmin acımasızlığı ile hayal dünyasının uçarılığını iç içe sunuyor. Yönetmenin,-Testere türü kan revan filmleri izleyengilleri de filme çekmek için midir yoksa iki paralel dünya arasındaki karşıtlığın altını daha kalınca çizmek için midir bilinmez- bolca şiddet sahnesiyle süslediği(!) filmin, çocuklardan ziyade yetişkinlere hitap ettiğini belirtmekte fayda var. Yönetmenin, en korkunç masal canavarlarının bile yanında masum göründüğü acımasız Yüzbaşı Vital’in şahsında faşizmin karanlık yüzünü başarıyla resmetmesi anlaşılabilir; ancak bunu neden bu denli faşistçe(!) bir teşhircilikle yaptığını kavramak bir o kadar imkansız. Batı’da gerçeklikten kaçış alanı olarak ortaya çıkan ‘fantastiği’, bir rahatlama alanı olarak sunmaması ise Pan’ın Labirenti’ni benzerlerinden ayıran en önemli özelliği. Sert sahneleriyle adeta “kaçacak yer yok” diyen filmde hayal dünyası, gerçekliğe bir alternatif sunmuyor; sadece onu algılamamızı değiştiriyor. Çarpıcı final sahnesiyle gerçeklik hakkında çoktan seçmeli bir soru soran film, kırmızı ya da mavi hapı yutma tercihini (tercihsizliğini) izleyiciye bırakıyor.
Filmde Ofelya’nın hayal dünyası ise kutsal metinlerin (kendini feda etme, yasak meyveye dokunma) yanı sıra, mitolojiden ve toplumsal kodlamalardan da besleniyor. Filmin tümüne hâkim olan ve kadın doğurganlığını temsil eden rahim imgesi, bir açıdan bilinemezliğin verdiği tedirginliğe atıf yaparken, bir açıdan da faşizmin karşısında barış ve özgürlüğü, gerçek ve acımasız(!) dünyanın karşısında da doğaüstünü simgeliyor. Pan’ın Labirenti, zengin felsefi alt metni ve özgün anlatım yapısıyla sinema klasiği olmaya aday bir yapım. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo: Krzysztof Kieslowski
Oyuncular: Miroslaw Baka, Krzysztof Globisz Yapım: Polonya, 1988, 84 dk.
Kieslowski, kendine has görsel anlatımı ve metafizik yaklaşımıyla, sinemaya, onu diğer tüm sanat dallarından ayıran güçlü bir dil kazandıran usta yönetmenlerin başında gelir. On Emir’den yola çıkarak ‘Dekalog’ adını verdiği on kısa film çeken yönetmen, sonrasında uzun metraja dönüştürdüğü ve ‘öldürmeyeceksin’ emrini işlediği Öldürme Üzerine Kısa Bir Film’de sebepsiz yere vahşice bir cinayet işleyen, toplumdan kopuk bir gence verilen idam cezasını anlatır. Birey-toplum-devlet üçgeni üzerinden öldürme güdüsü ve katil-kurban psikolojisini sorgulayan filmde birey de devlet de toplumda öldürme suçunda eşitlenir. Karanlık çerçeveleriyle hem Polonya’nın sosyo-ekonomik sorunlarını hem de insanın doğuştan günahkar olduğu tezini yansıtan film, idam cezası karşıtlığının temel önermelerini içeren önemli bir klasik. /Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Osman Sınav Senaryo: Osman Sınav, Aybars Bora Kahyaoğlu
Oyuncular: Mehmet Kurtuluş, Nida Şafak
Yapım: Türkiye, 2007
Başkomiser Ertuğrul, tehlikeli bir operasyonu çözmek üzereyken muhbirinin ihanetine uğrar. Muhbir Haşhaşi, başkomiser ve eşini çocuklarının gözü önünde öldürür. 15 yıl sonra ailesinin intikamını almak narkotikçi olarak yetişen ailenin büyük oğlu ‘Pars’ lakaplı Atilla’ya düşer. Atilla, anne ve babasının ölümünden sonra kardeşi Tayfun’la birlikte yaşamaktadır. Tayfun, uyuşturucu bağımlısı kız arkadaşından abisine bahsetmez. Ve katıldığı bir parti çıkışı Tayfun da uyuşturucuya kurban gider. Atilla kardeşinin ölümünün ardından büyük bir operasyon başlatır. Görev peşinde yeni yetme gibi fevri davranışlarda bulunan Atilla’nın yolu babasının katili Haşhaşi ile 15 yıl sonra yeniden çakışır.
Deliyürek: Bumerang Cehennemi, Kurtlar Vadisi ve Osman Sınav’ın yeni filmi Pars: Kiraz Operasyonu... Hepsi de “Sınav terminolojisi” içinde açıklanmaya muhtaç isimlere sahipler. Üç film de içinde bulunduğumuz yamalı sistemin eleştirilerini bir karakter üzerinde somutlaştırarak kahramanını başarıyla bize ezberletiyor. Sosyal yaralarımız Deliyürek’i, Polat Alemdar’ı ve Pars’ı doğururken Osman Sınav bizi ya bilinçlendirmeye ya da gaza getirmeye devam ediyor. Pars: Kiraz Operasyonu’nu diğerlerinden ayıran en belirgin özellik ise bol aksiyonu hedeflemiş olması. Türk sinemasının konu sıkıntısı çekmeden dini, geleneği, toplumsal yozlaşmayı filmleştirdiği şu dönemde hiç bulaşmadığı tek tür aksiyon filmleriydi. Bu yüzden kahraman yaratmada ustalaşan Sınav, son filminde Mehmet Kurtuluş’u akrobasiyle buluşturdu. Ancak Hollywood’un bize 15 yıl önce tükettirdiği sahneleri şimdi izlememiz, sinemamız açısından olumlu göndermelere sahip olsa da; aksiyon beklentimiz artık yerini gizemli ve tropikal adalara, Lost’a, Yüzüklerin Efendisi’ne ve Frank Miller’a bıraktı. Diğer bir açıdan bakıldığında ise film, ülkemizde liselerde artık had safhaya ulaşan uyuşturucu bağımlılığı ve bunun ne gibi sonuçları olduğu noktasında önemli bir toplumsal bilinçlendirmeyi sağlıyor. Ancak “Uyuşturucunun bir sonraki safhası sapkınlıktır” mesajı verilirken bu mesajı zedeleyen en önemli şey yine filmin kendisi oluyor. Zira sapkınlık kısmının cinsel içerikli vurgusu doğrudan somutlaşıyor filmde. İçkilere uyuşturucu atılan eski filmlerimize geri dönüyoruz bir anda. Bu boyut uyuşturucunun zoraki istikameti dahi olsa Sınav’ın anlatımı ancak kaş yaparken göz çıkartmak şeklinde izah edilebilir. Şayet karakterleri, senaryo örgüsü ve efektleri itibariyle özenti olmak yerine özgün olmayı seçebilseydi Pars: Kiraz Operasyonu Türk sinemasının bu noktadaki makus talihini değiştirebilirdi. /Esra Bulut
Tavsiye Et