Yapım: Brisa, UK, 2001
Fransız chanson’u Batı müzik geleneği içerisinde hususi bir müzik türüdür ve kendine ait bir tarihi vardır. Pierre Saka, Fransız şansonunun resmî tarihinin 18. asrın ilk yıllarında dîners du caveau’nun, yani toplumun kültürlü mensuplarını etkileyen chansonier’lerin (mugannilerin) toplandığı musiki meclislerinin ortaya çıkışıyla başladığını iddia eder. Bilinen ilk şansonyer, “Paris à cinq heures du matin” adlı eserin güfte yazarı olan Desaugiers (1772-1827) idi, fakat o devrin en tanınmış ses sanatkârı ve Fransız musikisinin ilk gerçek yıldızı hiç hilâfsız Béranger (1780-1857) oldu. 18. ve 19. yüzyıllarda şarkı, halkı cûşuhurûşa getirme vasıtası oldu. Geç 19. yüzyıl ve erken 20. yüzyıllar, güftesinde Paris’in dışında kalan yerlerde (Belleville, Montmartre ve Bölge dışında) yaşayan işçi sınıfını hikaye eden chanson réaliste’in hüküm sürdüğü bir dönemdi. Gerçekçi tarzlarıyla öne çıkan Fréhel ve Piaf’ın dışında bu şarkı türüne bağlı olan ilk sanatkârlardan biri de Aristide Bruant (1851-1925) idi. Bruant burjuva bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi ve ferah bir hayat sürdü. Fakat şarkıları işçi sınıfını ve onların Paris’te yaşadığı yerleri (Montmartre ve ‘Bölge’) konu ediniyordu. Bruant’ın şarkılarının Montmartre’i ve ‘Bölge’si, savaştan sonra çok değişti, fakat bölge insanlarının efsanesi olan folklore des faubourgs ve onların yaşadıkları yer varlığını sürdürdü. 1950’ler ‘phénomène rive-gauche’in ve entelektüel yahut edebî nitelikteki şarkıların ortaya çıkışına tanıklık etti. Temel olarak Saint-Germain-des-Près kabareleri üzerinde yükselen bu şarkı türü -ki chanson poétique olarak da bilinir- Fransa’da Auteur-Compositeur-Interprète olgusunun, yani aynı zamanda hem güfte yazarı, hem bestekâr, hem de icracı olma vasfını taşıyan çokyönlü sanatkârların ortaya çıkışına zemin hazırladı. Metnin en önemli unsur olduğu bu şarkı türünün en bilinen temsilcileri Charles Trenet ve daha sonraları, Ferré, Brassens and Brel’dir. 1960’larda, yéyé olarak bilinen (ki İngilizce ‘yeah, yeah’, yani ‘tabi, tabi’ sözünün taklididir) Fransız pop müziği dalgasının dört bir yana yayılışı, güftenin esas kabul edildiği chanson poétique’in sonunu getirdi. Elektronik müziğin zirveye çıktığı, sözlerin anlamının önemini yitirdiği, hatta anlamsız sözlerin tercih sebebi olduğu bugünün küresel kitle müzik kültürü içerisinde her milletin yakın bir tarihe kadar kendi havzasında ürettiği zenginliklerin hatırlanması gelecek için önerilecek yaratıcı alternatifler için gereklidir. Popüler olan zorunlu olarak kötü değildir, zira chanson poétique de kendi devrinin popüleriydi. Tehlikeli olan, yığınsal/kitlesel olan sığlaştırıcı kültür dalgasıdır. Vive la France, 30’lu 40’lı yılların cana yakın ve neşeli Fransız chanson’unun dönemin parlak yıldızları tarafından icra edilmiş örneklerini içeren albümde Charles Trenet tarafından seslendirilen “On danse à Paris” (1946 kaydı), “La Romance de Paris” (1941 kaydı), “Si tu vas à Paris” (1942 kaydı) ve Maurice Chevalier’in okuduğu “Ça sent si bon la France” (1940 kaydı), “Dans les squares à Paris, au printemps” (1934 kaydı) dışında ayrıca Jean Sablon, Leo Marjane, Tino Rossi, Ray Ventura, Josephine Baker ve Henri Garat’ın seslendirdiği birbirinden güzel şarkılar yer alıyor. Tek cümleyle: C’est si bon! / Cihat Arınç
Tavsiye Et
Cengiz Onural
Yapım: Kalan Müzik, 2007
Cengiz Onural, hayallerinin peşinden koşan ve müziği hayatta kalmak için bir ilaç olarak gören bir sazende. Ustalık iddiasında değil; bir “grup adamı” olmanın getirdiği paylaşımın verdiği mutluluk onun üretme iştiyakını kamçılıyor. Bu albümde sanatçının Bora Ebeoğlu ile birlikte bestelediği çeşitli film ve dizi müzikleri, yine sanatçı tarafından Aziz Şenol Filiz, Murat Aydemir, Derya Türkan, Muammer Ketencoğlu, Hüsnü Şenlendirici gibi yakın dostları ile beraber icra ediliyor. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Hazırlayan: Işık Tabar ve Ferruh Gençer
İstanbul: Pan Yayıncılık, 2006
UNESCO verilerine göre 1999 yıllında basılan kitap sayısı, İngiltere’de 110.965, Almanya’da 78.042, ABD’de 68.175 iken Türkiye’de sadece 2.920. Üretilen yayınlara ilişkin bu niceliksel verilere nitelik farkını da ilâve ettiğimizde durum Türkiye açısından pek de parlak değil. Fakat bu meyanda 2007’de, 1999’dakine nispetle çok daha iyi durumda olduğumuzu da belirtmek gerekir. Her ne kadar Türkiye’de şu anda basılan eserlerin büyük bir çoğunluğu hâlâ telif değil tercüme olsa da, genellikle kendi sahalarının önemli kaynaklarından sayılan bu kitaplar arasında hem kendi klasiklerimiz hem de diğer medeniyetlerin klasikleri ciddi bir yer işgal etmeye başladı. Ayrıca genel eserlerin dışında daha tematik, hususi alanlara hitap eden yayın sayısı da niteliğiyle beraber arttı. Pan Yayıncılık bundan 20 yıl önce büyük bir riski göze alarak tematik yayıncılığın gelişmediği bir devirde, üstelik de müzik gibi netameli bir konuda yayıncılık yapmaya başladı. Pan’a Armağan: 20. Yıl başlıklı kitabın editörlüğünü de yapmış olan Işık Tabar Gençer ve Ferruh Gençer’in, birlikte kaleme aldıkları “20 Yıldır Müziği Okuyabilirsiniz” başlıklı makalede belirttiklerine göre, Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü bünyesinde bir yandan koro çalışmalarına katılırken bir yandan da Türk müziğinin çeşitli cephelerini ve önemli temsilcilerini konu alan anma toplantıları, seminerler, açık oturumlar düzenleyen samimi bir genç topluluk, daha sonra bambaşka sahalarda atıldıkları hayat içerisinde de birbirlerinden kopmadılar. Hayat şartları yapılacak işleri ertelemiş olsa da, gün geldi bir vesileyle kendilerini Orhan Nasuhioğlu’nun evinde buldular. O buluşmadan sonra müzik kitapları yayımlayan tematik bir yayınevi kurmaya karar verdiler. İlk kitaplarını büyük bir özveriyle hazırladılar ve baskıya verdiler. 2500 baskılık ilk kitabın baskısının tükenmesi için 13 yıl geçmesi gerekti. Kitabı kitapçılara kabul ettirip raflara koydurmak için de büyük çaba harcadılar. 1989’da halihazırda bulunduğu Beşiktaş’taki yerine taşınan Pan’ın, o yıllarda müzik kitaplarının satıldığı butik kitapçısında bir rafı bile doldurmayacak kadar az kitabı vardı. Oysa bugün bini aşkın müzik kitabının satıldığı bu dükkandaki kitapların yüzden fazlasını bizatihi kendileri yayımladılar. Pan’a Armağan: 20. Yıl, 20 yıllık bir başarının öyküsü. Yazarları ile okurlarından gördüğü destekle gayretli bir şekilde çalışan bu ekip iyi bir iş çıkardı. 20’nci yılı kutlamak için basılan bu armağan kitabında Bülent Aksoy’dan Cem Behar’a, Hüsrev Hatemi’den Okan Murat Öztürk’e, Eugenia Popescu-Judetz’den Yalçın Tura’ya, Ralf Martin Jäger’den Recep Uslu’ya kadar son derece seçkin bir yazar kadrosunun, 20. yıl şerefine kaleme aldığı makaleler derlenmiş. /Cihat Arınç
Tavsiye Et