ZİRVE düşüşün, dip yükselişin başladığı yerdir. Bu ülkedeki siyasal istikrarsızlıklar, ekonomik dengesizlikler, medya savaşları ve kültürel yozlaşma son yıllarda 1980 sonrası dönemin en derin noktasına ulaştı. Türkiye tarihte nice siyasal kaos ve ekonomik buhranlara sahne oldu. Ancak son dönemin bunalımı ne tek başına ekonomik, ne de siyasal meselelerin ürünü. Bu, kaynağı bize dayanan bir kriz. Sorun esasen ahlakî yozlaşma olarak isimlendirilebilir. Günlük hayatta ise, bunun her alandaki yansımaları karşımıza çıkıyor.
Türkiye’nin son yirmi yılda hangi büyük yolsuzluk iddialarını konuştuğunu dergimizin geçen sayısında yayımlamıştık. 2000 senesine kadar getirilen olayların geri kalanını bu yazıda ele alacağız. Tabii ki bütün bir çeteleyi buraya sığdırmamız mümkün değil; ancak hiç değilse aylarca gündemde kalanlarını kısaca hatırlamak gerekir.
Yeni Bin Yıl, Yeni Yolsuzluklar
Dünyanın gelişini sevinçle kutladığı ikinci bin yıl Türkiye’de birçok insan için de psikolojik bir dönüm noktası olarak görülüyordu. Ancak daha 2000’in ilk ayında Türkiye, Y. Murat Demirel’in bankasından paraları çuvallarla nasıl transfer ettiğine şahit oldu. Bankacılık sektörü bundan sonraki yıllarda da gündemdeki yerini korumaya devam etti. Son halkasını İmar Bankası’nın oluşturduğu banka yolsuzlukları zinciri ayrı bir yazıda incelemeyi gerektirecek kadar önemli.
2000 yılında Kasırga Operasyonları ile bankalardaki yolsuzlukları meydana çıkaran dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, birçok hayali ihracatı da tespit etti. “Paraşüt Operasyonu” ile Altınbaş Holding yöneticileri ve ona devlet içerisinde yardım eden birçok bürokrat tutuklandı. Sonraları Bursa’da “Hayal”, İzmir’de “Balina”, Antalya’da “Fırtına”, İstanbul’da “Sis” adıyla bir dizi hayali ihracat operasyonu daha gerçekleştirildi. Kars’ta yapılan “Serhat” operasyonu ile Köy Hizmetleri ihalelerinde yolsuzluk yaptığı belirlenen il müdürü tutuklandı. Ancak bunların hepsi yerel iş adamları ve kamu görevlilerinin yaptığı orta ölçekli yolsuzluklardı.
Yolsuzluğun çok farklı alanlara yayıldığı ise “1. perde” adlı operasyonla anlaşıldı. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda yolsuzluk yapıldığı iddiasıyla soruşturma başlatıldı. Soruşturmanın ilerleyen aşamalarında Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Rahmi Dilligil gözaltına alındı. Ancak ifadesi alındıktan bir süre sonra serbest bırakıldı. Tiyatroda yolsuzluk haberlerinden daha ilginci ise, Türk Dil Kurumu’nda trilyonlarca liralık yolsuzluk yapıldığı iddialarıydı. Aralarında TDK başkan vekilinin de bulunduğu 13 kişi gözaltına alındı. Mahkeme duruşmalar sonunda 12 kişiyi suçsuz bularak tahliye etti. Ancak Yargıtay 2002 yılında bu tahliye kararını bozdu.
Tencere Dibin Kara
Tantan’ın bakanlıktan istifa etmesine kadar uzanan süreci ise daha büyük çaplı bir operasyon hazırladı. Jandarma ekipleri 6 Ocak 2001 günü aralarında Eski Bakanlardan Birsel Sönmez’in de bulunduğu beş TEAŞ bürokratını gözaltına aldı. Bürokratlar, ihalelerde hak etmeyen firmalar lehine işlem yapmak, bu firmalardan aldıkları parayı rüşvet olarak dağıtmak ve böylece çıkar amaçlı suç örgütü kurmakla itham edildiler.
Soruşturma sürerken Jandarma 23 Mayıs 2001’de BOTAŞ binasında Mavi Akım projesiyle ilgili dosyalara el koyarak enerji vurgununun başka bir boyutunu ön plana çıkardı. İlerleyen günlerde Rusya’dan Mavi Akım projesi çerçevesinde alınan doğal gazın piyasa koşullarından çok yüksek fiyatlara alımı için anlaşma imzalandığı ileri sürüldü. Olayın sonraki aşamalarında yolsuzluğun boyutundan çok, operasyonu yapan Jandarma Teşkilatı ve Anavatan Partisi arasındaki polemik ön plana çıktı. TEAŞ’la ilgili önceden hazırlanan müfettiş raporlarının Enerji Bakanı Cumhur Ersümer tarafından işleme konulmaması sebebiyle şaibe, bürokratları aşarak siyasileri de içine aldı. Bu aşamada bürokratların sorgulanması için gereken izni veren Tantan ile Başbakan Mesut Yılmaz arasında bir sürtüşme başladı. Sonunda İçişleri Bakanlığı’ndan, Gümrüklerden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na atanan Tantan hem bakanlıktan, hem de Anavatan Partisi’nden istifa ettiğini açıkladı.
Enerji yolsuzluğu ile ilgili iddialar, gündeme geldiği dönemde de, sonrasında da Mesut Yılmaz’a zor günler yaşattı. Yılmaz bu iddiaların kendisini ve partisini yıpratmak için ortaya atıldığını iddia etti. Mavi Akım projesi kapsamında, Ankara-Samsun arası boru hattı inşaatını pahalıya yaptırmak suretiyle, yapımı üstlenen konsorsiyuma haksız menfaat sağlandığı iddialarıyla yargı süreci başlatıldı. Bu konu da halen yargının gündeminde.
Bu dönemde koalisyon ortaklarından birisinin imajındaki sarsılma diğer koalisyon ortakları için seçmen gözünde büyük bir avantaj sağlamıştı. Ancak çok vakit geçmeden “tencere dibin kara” diyen DSP ve MHP hakkında da “seninki benden kara” iddiaları etrafta dolaşmaya başladı.
Halk Bankası ve Ziraat Bankası’ndan kullandırılan usulsüz krediler hakkında işlem yapmadıkları için her ikisi de DSP’li olan zamanın Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan ve Ekonomiden Sorumlu Bakan Recep Önal hakkında yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Bir diğer önemli yolsuzluk olayı da MHP yönetimindeki Bayındırlık Bakanlığı’nda ortaya çıkarıldı. Polis, 22 Ağustos 2001’de bakanlıktan bazı belgeleri savcılığın emriyle aldı. Savcılık ilk incelemelerden sonra, muhtelif ihalelerde yeterlilik şartını taşımayan şirketlerin ihaleye katılmasını sağlayan 12 bürokratı gözaltına aldı. Gözaltına alınan müsteşar yardımcısının, bakanı hatır ihaleleri vermekle suçlaması üzerine, Bakan Koray Aydın ve partisi MHP zor durumda kaldı. Aydın bu olaydan sonra bakanlıktan ve milletvekilliğinden istifa etti.
2002 yılının önemli iddiaları İstanbul eski Büyükşehir Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan ve halefi A. Müfit Gürtuna hakkında oldu. Erdoğan ve Gürtuna hakkında, ‘’Halk Ekmek A.Ş. tarafından 1998 ve 2000 tarihlerindeki çeşitli ihaleler’’, ‘’AKBİL uygulaması konusundaki eylemler’’ ve ‘’İGDAŞ A.Ş.’nin 1997 ile 2000 yıllarını kapsayan 12 ayrı ihalesi’’ne ilişkin çeşitli iddialar ileri sürüldü. 2001 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kuran Erdoğan, bu iddiaların kendisini ve partisini yıpratmak isteyen çevrelerce ortaya atıldığını söyledi. Akbil, İGDAŞ ve Halk Ekmek davaları halen muhtelif mahkemelerde görülmeye devam ediyor.
Bugünlerde Türkiye’nin GRECO’ya (Yolsuzluğa Karşı Devletler Topluluğu) üye olması sorunun çözümü için cesur bir adım atıldığı izlenimini veriyor. GRECO, üye ülkelerde yolsuzluk araştırmaları yaparak bunları dünya kamuoyuna ilan ediyor. Bu ve bunun gibi yaptırımlarıyla örgüt, Türkiye’nin yolsuzlukla mücadelesinde dış bir baskı oluşturabilir. Meselenin kökten çözümü için esas ihtiyaç ise öncelikle bu toprakların insanında bulunan vicdanın harekete geçmesidir. Ancak bu da tek başına yetmez. Yolsuzluğu sistemik bir sorun olarak görmek; siyaseti, ekonomiyi ve toplumu ahlakî değerlere dayanan normatif bir çerçevede yeniden yapılandırmak şart.
Paylaş
Tavsiye Et