Her miras, bir nimet ve aynı zamanda bir yüktür. Cumhuriyet Türkiye’si Osmanlı mirasıyla ilk ciddi yüzleşmesini yaşıyor. Mirası reddetmek bir yükü ortadan kaldırabilir gözükse de, çok tehlikeli. Kuzey Kore misali, içine kapanık bir despotluk olarak yaşamak bile mümkün olmayabilir. Mirasa sahip çıkmak riskli, fakat mükafatı büyük. Türklük, tarihte yeni bir çiçeklenme yaşayabilir! Osmanlı mirasına sahip çıkmanın temel şartı ‘bizimseyici’ olmaktır. Bu anlayışta dışlamanın, ötekileştirmenin yeri yoktur. Bunlar Avrupa’dan zihnimize musallat hastalıklardır. Zihnimizi arındırdıkça, Kuzey Irak’ın ne kuzey ne de ırak olduğunu göreceğiz. İngiliz mamulü, cetvelle çizilmiş haritalar beynimizde birer helezon. Musul gerçekte Erzurum’dur, Kerkük Trabzon.
Taha Özhan, Türk siyasetinin Kuzey Irak’ta kendi kendini tutsaklaştırma peşine düştüğünü dile getiriyor. “Kuzey Irak’a sınır ötesi bir harekat çok basit manipülasyonlarla bölgesel bir savaşa dönüştürülebilir.” Böyle bir savaşın hem dış hem de iç maliyetleri hesaba katılmalıdır.
Ebru Afat, Türkiye’nin terörle mücadele sathının Kuzey Irak’tan önce kendi ülkemizin içi olduğunu vurgularken, PKK’nın daha çok içeride yuvalandığını; Kuzey Irak’taki durumun ise diplomasi ile çözülmesi gerektiğini belirtiyor. Z. Tuba Kor, PKK’nın eski yöntem ve araçlarını yenilediğini; buna karşılık Türkiye’nin PKK ile mücadelede hâlâ eski usullere takılıp kaldığını ileri sürüyor.
Irak’taki Kürt hareketinin analizini yapan Mesut Özcan, KDP’nin feodal kökenli, geleneksel bir yapıda olduğunu; buna karşılık KYB’nin eğitimli şehirlilerden oluştuğunu belirtiyor. Birbirine epey yakınlaşan bu iki hareket, son yüz yılda üçüncü kez bağımsız bir devlet kurma arayışında. İlk iki girişimde “açığa düşen” Kürtler, “Üçüncü kez aldatılmayacağız” diyorlar. Acaba?
Paylaş
Tavsiye Et