TERÖR saldırılarının arttığı son dönemde Kuzey Irak’a askerî harekat tartışmaları yine gündemde. Muhalefet liderleri arasında iktidara geldikleri takdirde Kuzey Irak’a girmeyi seçim vaadi yapanlar bile var. Başta ana muhalefet lideri olmak üzere, gazeteciler ve akademisyenler zaman zaman “Suriye modeli”ne atıfta bulunuyorlar. Peki, Suriye modeli nedir? Bu modelin Kuzey Irak’ta başarı şansı var mı? Suriye modeli, Ankara’nın, Ekim 1998’de uyguladığı zorlayıcı diplomasi stratejisi sayesinde tek bir kurşun dahi atmaya gerek kalmadan Şam’a Türkiye’ye karşı elindeki en önemli dış politika kozunu bıraktırdığı bir modeldir. Bu süreçte Hafız Esad yönetimi, önce Öcalan’ı sınır dışı edip, ardından PKK’ya yönelik her türlü desteği keseceğini taahhüt ettiği Adana Mutabakatı’na imza koymak zorunda kaldı. İkili ilişkilerde bir dönüm noktası olan bu süreç, dört ay sonra Öcalan’ın yakalanmasının ve Eylül 1999’da örgütün yaklaşık beş sene sürecek tek taraflı ateşkes ilanının önünü açtı.
Türkiye’nin yıllar sonra Suriye’ye karşı sonuç almasını sağlayan ve şu anda Kuzey Irak’a karşı da uygulanan zorlayıcı diplomasi, düşmanı davranışını değiştirmeye ikna etmek üzere güç kullanma tehdidi (ve bazen de sınırlı güç kullanımı) ile desteklenen diplomatik bir stratejidir. Geleneksel askerî stratejiye oranla hedefe daha ekonomik bir yöntemle, kan dökmeden (veya çok az kan dökerek) ve daha az siyasi ve psikolojik maliyetle ulaşma imkanı sunsa da uygulanması zannedildiğinden çok daha zordur. Zira iç ve dış konjonktür, olayların akışı, psikolojik ve siyasi değişkenler vs. zorlayıcı diplomasiden başarılı bir sonuç alınmasını doğrudan etkiler.
Öcalan Krizi, Kuzey Irak’ta PKK’nın sınır ötesi harekatlarla büyük ölçüde tasfiye edildiği, bu sebeple örgütün siyasallaşma çabalarına hız verdiği bir dönemde patlak verdi. Amaç, sadece Suriye’yi Öcalan’ı teslim etmeye ve PKK’ya verdiği desteği kesmeye zorlamak değildi; Türkiye’yi dışlayarak Washington’da Barzani ile Talabani’yi anlaştıran ABD’ye ve “sürgündeki Kürt parlamentosu”na kapılarını açan İtalya özelinde, PKK’yı ulusal kurtuluş örgütü olarak kabul etme eğilimindeki Avrupa ülkelerine bir mesaj vermekti. Bugün de sadece PKK’nın Türkiye’de saldırılarını artırması değil; aynı zamanda Kuzey Irak’ta bir Kürt devletinin resmen kurulması ihtimali ve Kerkük’ün kaderine ilişkin referandumun yaklaşması tehdit algılamalarını zirveye çıkardı. Türkiye askerî harekat tehdidiyle başta Kuzey Irak yönetimi olmak üzere bu sürece örtülü ya da açık destek veren oyuncuları caydırmaya ve geri adım attırmaya çalışıyor. Tabii her iki krizin de, erken seçim kararının alındığı ve iç siyasi dengelerin allak bullak olduğu bir dönemde tırmanması ilginç bir tesadüf olsa gerek!
Zorlayıcı Diplomaside Başarı/sızlığı Sağlayan Unsurlar
Tehdidin inandırıcı ve etkili olabilmesi için hedef net, tutarlı ve sınırlı olmalı: Türkiye Öcalan Krizi’nde taleplerini arabulucular (Mısır Devlet Başkanı ve İran Dışişleri Bakanı) vasıtasıyla yazılı olarak Şam’a iletti; geri adım atmamasının ciddi sonuçları olacağını ısrarla, açıkça ve defaatle vurguladı. Kuzey Irak’a ilişkin olarak ise politik ve askerî hedeflerin net bir şekilde ortaya konulmaması Türkiye’nin elini zayıflatıyor. Irak işgalinin ardından Ankara’nın kırmızı çizgilerinin bir bir ihlal edilmesi sebebiyle Türkiye’nin inandırıcılığı zaten azalmıştı. Sözlü tehditler ve bölgeye yapılan askerî yığınak karşı tarafa geri adım attırmaya yetmiyor.
Motivasyonun gücü yüksek olmalı: Öcalan Krizi’nde PKK’nın siyasallaşmasından kaynaklanan tehdit algılaması karşısında Ankara, Suriye’yi Öcalan’ı topraklarından çıkarması ve PKK’ya verdiği desteği tamamen kesmesi yönünde zorlamanın maliyetini ve riskini kabullenmişti. Ancak bugün milli güvenliğe ve toprak bütünlüğüne yönelik algılanan tehdit yüksek olsa da, muhtemel bir harekatın maliyeti ve riskini, bir diğer deyişle siyasi, ekonomik ve sosyal sonuçlarını göze alma noktasında ciddi tereddütler var. Geçmişte yapılan sınırlı hava operasyonları veya geniş kapsamlı kara harekatlarının sağladığı yararların sınırlı ve geçici olduğunun görülmesi, daha da önemlisi ABD’nin Irak’taki varlığı bu tereddütleri artırıyor.
Zorlayan tarafın motivasyonu düşmanınkinden daha yüksek olmalı: Öcalan’ın ve PKK’nın Suriye’den tasfiyesi Türkiye açısından savaşı göze almaya değecek hayati bir çıkar iken; Suriye için PKK bir amaç değil, hiçbir maliyeti ve riski olmayan, su ve sınır problemlerini kendi lehine çözmek üzere kullandığı bir baskı aracıydı. Üstelik Suriye için temel tehdit Türkiye değil, İsrail’di. Ancak mevcut durumda Türkiye için temel tehdit olan bağımsız bir Kürt devleti ihtimali, ABD’den de aldıkları destekle Kuzey Iraklılar için artık iyice yaklaştıkları ve kesinlikle vazgeçme niyetinde olmadıkları bir hedef. Kürt devleti kurma motivasyonu oldukça yüksek olan Kuzey Irak yönetiminin, temel tehdit Türkiye ile yüzleşmek yerine PKK üzerinden kozların paylaşılmasını tercih ettiği bir dönemde, sonuç alma ihtimali epeyce düşük görünüyor.
Aciliyet hissi uyandırılmalı: 1 Ekim 1998’de aniden çıkartılan Öcalan Krizi’nde Suriye’ye psikolojik harekatla geri adım attırıldı. Başarının sırrı krizin Şam’ı şok etmesindeydi. Ancak bugün, karar alıcıların aylardır basın ve kamuoyu önünde sarf ettikleri sözler sebebiyle Kuzey Irak’a yönelik uyarı ve tehditler aciliyet hissi uyandırmak bir yana, adeta ‘yalama’ oldu. Daha da kötüsü Irak’taki ABD varlığı sebebiyle Türk tehditleri blöf olarak algılanıyor. Şok edici olmadığı takdirde karşı taraf da tedbirlerini alacağı için askerî harekatla sonuca ulaşmak mümkün görünmüyor.
İçte ve dışta yeterli destek bulunmalı: Öcalan Krizi’nde iç kamuoyunda her ne kadar krizin zamanlaması ve savaş telaffuzuna yönelik ağır eleştiriler yapılsa da, asker-sivil üst düzey yetkililerin uyguladığı baskı tüm siyasi partiler, medya ve kamuoyunca genel olarak paylaşıldı. Ancak Ankara, İsrail ve NATO üyeleri dâhil müttefiklerinden hiçbir destek bulamadı. Bugün ise Kuzey Irak’a yönelik bir harekat için ne içte ne de dışta yeterli destek var. Türkiye amacını uluslararası kamuoyuna çok iyi anlatamadığı takdirde PKK’ya yönelik kısmi bir harekat dahi Kuzey Irak’ı işgal olarak algılanacak ve büyük tepki toplayacak.
Sivil-asker üst düzey yetkililer arasında ulusal çıkar, değer ve hedef hususlarında ciddi yorum farklılıkları olmamalı: Öcalan Krizi sırasında her ne kadar koalisyonun DSP kanadı ve Dışişleri Bakanlığı endişeli ve temkinli olsa da, Cumhurbaşkanı Demirel ve askerî yetkililerin kararlı duruşu karşısında eşgüdüm sağlandı. Yine Suriye’de otoriter güçlü yönetimin varlığı krizin kısa sürede yatışmasında etkili oldu. Zira realist ve pragmatist bir dış politika izleyen Esad, rejimin istikrarı ve bekası için geri adım atarken karşısında güçlü bir muhalefet yoktu. Suriye basınının sessiz kalması sayesinde kriz kamuoyuna pek yansımamıştı. Kuzey Irak konusunda ise sivil ve asker üst düzey yetkililer arasında, ortak bir dış politika vizyonu, bir mutabakat olduğunu söylemek oldukça zor. Özellikle kamuoyu önünde yetkililerin restleşmesi Türkiye’nin PKK konusunda elini zayıflatıyor. Daha da önemlisi eskiden Irak’ta güçlü bir merkezî yönetim vardı, birbiriyle düşman olan Kürt liderler Ankara’yla işbirliği yapabiliyordu ve sınır ötesi harekatlara özellikle ABD karşı çıkmıyordu. Ancak artık Ankara, Kuzey Irak yönetimini veya Irak Cumhurbaşkanı’nı muhatap almazken, kendisini saldırılardan koruyamayan Bağdat’taki zayıf Irak hükümetinden medet umuyor. Iraklı Kürtlerle işbirliği içindeki ABD’nin, ülkenin en güvenli kesimini karıştırabilecek yeni bir harekata göz yumması da en azından bu aşamada pek muhtemel görünmüyor. Her oyuncunun bölge üzerinde ayrı çıkar ve hesabının olduğu bir dönemde Türkiye’nin tatmin edici bir sonuca ulaşması zor görünüyor.
Öcalan Krizi’nde Türkiye, zorlayıcı diplomasiyi başarılı bir şekilde uygulamasının yanı sıra, Suriyeli karar alıcıların geri adım atma iradesi ve uluslararası ve bölgesel konjonktürün uygun olması sayesinde kısa sürede istediği sonucu aldı. Ancak Kuzey Irak’ta Türkiye’nin işi oldukça zor. Ne şartlar Türkiye’nin lehine ne de Kuzey Irak yönetiminin ve Ankara’nın muhataplarının geri adım atma iradesi var. Özellikle bölgesel konjonktür Türkiye’nin aleyhine. Kullandığı metot ve araçları değiştiren PKK’ya karşı Türkiye eski terörle mücadele usulleriyle artık başarı sağlayamaz. Terör diğer boyutlarından soyutlanarak sadece bir asayiş meselesi olarak ele alındığı müddetçe ne zorlayıcı diplomasinin uygulandığı Suriye modeli ne de bu stratejinin iflası durumunda yapılacak Kuzey Irak’a yönelik en mükemmel (!) harekat işe yarayacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et