Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (December 2007) > Yüzleşiyorum > Finans değil, akıl krizi
Yüzleşiyorum
Finans değil, akıl krizi
Mustafa Özel
Pİ­YA­SA­LAR sal­lan­dık­ça, so­ru­lar ço­ğa­lı­yor: Ha­ni Tür­ki­ye eko­no­mi­si is­tik­ra­ra ka­vuş­muş­tu? Bir ay­da YTL üç­te bir de­ğer kay­bet­ti. Önü­müz­de­ki bir, iki, üç ay için­de ne­ler ola­bi­le­ce­ği­ni ise hiç kim­se tah­min ede­mi­yor. Hep böy­le di­ken üs­tün­de mi ya­şa­ya­ca­ğız? Ne ola­cak bu işin so­nu?
Bu işin so­nu yok abi­ler; ar­tık hep böy­le ola­cak. Ara­da bir kı­sa dö­nem­li is­tik­rar mo­la­la­rı ve­re­ce­ğiz, o ka­dar! Es­ki­den is­tik­rar esas, dal­ga­lan­ma­lar arı­ziy­di. Ye­ni dün­ya eko­no­mi­sin­de ise dal­ga esas, sü­kû­net ge­çi­ci­dir. Tür­ki­ye de ‘li­be­ral­leş­me’ yaf­ta­sı al­tın­da, bu eko­no­mi­nin bü­tün kap­ris­le­ri­ne ma­ruz kal­ma­yı hak ede­cek bir tu­tum için­de­dir.
Pe­ki, es­ki ile ye­ni­nin sı­nı­rı ne? O, is­tik­ra­rın hâ­kim ol­du­ğu es­ki dün­ya eko­no­mi­si ne za­man var­dı; ye­ni­si­ne ne za­man ve na­sıl ge­çil­di? Sı­nır çiz­gi­si 1971-73. İk­ti­sat­çı de­yi­şiy­le, Bret­ton-Wo­ods Sis­te­mi­nin (BWS) ta­ri­he ka­rış­tı­ğı uğ­rak. (Şim­di 2. BWS’nden söz edi­yor ik­ti­sat­çı­lar!) Bu uğ­rak­tan ön­ce, mil­lî pa­ra­lar mut­la­ka al­tı­na (da­ha ön­ce­le­ri al­tın ve gü­mü­şe) bağ­lı idi­ler. İkin­ci Dün­ya Sa­va­şı’ndan ABD öy­le­si­ne bü­yük bir za­fer­le ay­rıl­dı ki, do­lar bir an­lam­da tek kü­re­sel pa­ra ha­li­ne gel­di. Dün­ya­nın bü­tün pa­ra­la­rı do­la­ra, do­lar ise al­tı­na en­deks­len­di.
1960’la­ra ka­dar bü­tün ül­ke­ler bu sis­tem­den mem­nun­du. Ne za­man ki, Ba­tı Av­ru­pa ve Ja­pon eko­no­mi­le­ri “kü­re­sel pa­zar­da biz de va­rız!” de­me­ye baş­la­dı­lar, iş­ler sar­pa sar­dı. Ge­li­şen Ba­tı Av­ru­pa ve Ja­pon eko­no­mi­le­ri ih­ra­cat yap­tık­ça, do­lar ka­zan­dı­lar. El­le­rin­de bi­ri­ken do­lar­la­rın bir kıs­mıy­la al­tın al­ma­ya baş­la­dı­lar (şim­di Çin’in yap­tı­ğı gi­bi!), di­ğer kıs­mı­nı li­kit var­lık ola­rak tut­tu­lar. On­lar al­tın al­dık­ça, ABD’nin al­tın stok­la­rı eri­di. Dü­şü­nün: Bir yan­dan ABD’de al­tın aza­lı­yor, di­ğer yan­dan ABD dı­şın­da do­lar ço­ğa­lı­yor. Bu du­rum­da do­la­rın al­tı­na en­deks­li kal­ma­sı müm­kün olur mu?
1970’e doğ­ru kuş­ku­lar iyi­ce art­ma­ya baş­la­dı: Aca­ba eli­miz­de bi­ri­ken do­lar­la­rın al­tın kar­şı­lı­ğı var mı? ABD 1971 yı­lın­da al­tın gi­şe­si­nin ka­pan­dı­ğı­nı res­men açık­la­dı. Ya­ni ar­tık do­lar kar­şı­lı­ğın­da kim­se­ye al­tın ver­me­yi ta­ah­hüt et­mi­yor­du. Al­tın fi­yat­la­rı tır­man­ma­ya baş­la­dı. Ons ba­şı­na 35-40 do­lar olan al­tın, iki yıl­da 200 do­lar ci­va­rı­na yük­sel­di. Böy­le­ce ABD’nin dış dün­ya­ya olan al­tın ‘bor­cu­nun’ mik­ta­rı dört­te bi­re in­di. (Elin­de 35-40 mil­yon do­la­rı olan bir şir­ket ve­ya dev­let, 1971 ön­ce­sin­de 1 mil­yon ons al­tı­na sa­hip ol­du­ğu­nu; bu­nu di­le­di­ği za­man Ame­ri­kan dev­le­tin­den tah­sil ede­bi­le­ce­ği­ni sa­nı­yor­du. 1973’te bu ala­cak 200-250 bin ons al­tı­na ge­ri­le­di.)
Bu yüz­den, 1971-73’ten gü­nü­mü­ze ka­dar sü­rüp ge­len dö­nem kü­re­sel bir fi­nans te­rö­rü dö­ne­mi­dir. Te­rö­rist­le­ri Af­gan dağ­la­rın­da fi­lan ara­ma­nın fay­da­sı yok­tur. Son Tür­ki­ye kri­zi de gös­ter­di ki, Lon­dra, Frank­furt ve­ya New York gök­de­len­le­rin­de­ki fi­nans uz­man­la­rı, mev­hum El Kai­de te­rö­rist­le­rin­den bin mis­li da­ha tah­rip­kâr­dır­lar.
Kü­re­sel Fi­nans Te­rö­rü, in­san­lık ta­ri­hin­de yep­ye­ni bir saf­ha­dır. Ön­ce­ki yüz­yıl­lar­da, eş­ya­nın öl­çü­sü çok, eş­ya de­ğe­ri­nin öl­çü­sü tek­ti. Me­se­la 1600’ler­de Av­ru­pa’da 100’ün üze­rin­de uzun­luk öl­çü­sü; 80’in üze­rin­de ağır­lık öl­çü­sü kul­la­nı­lır­dı. Şim­di sa­de­ce Av­ru­pa’nın de­ğil, dün­ya­nın her ye­rin­de kul­lan­dı­ğı­mız bir tek met­re ve ki­log­ra­mı­mız var. Bu­na kar­şı­lık, 1600’ler­de Av­ru­pa’da ve bü­tün dün­ya­da esas ola­rak bir tek pa­ra öl­çü­sü var­dı: De­ğer­li ma­den (al­tın ve/ve­ya gü­müş.) Ka­pi­ta­lizm, eş­ya­nın öl­çü­sü­nü tek­leş­tir­di; de­ğe­rin öl­çü­sün­de ise öl­çü­yü ka­çır­dı: Bu­gün 170 do­la­yın­da pa­ra bi­ri­mi­miz var ve hiç­bi­ri her­han­gi bir de­ğer­li ma­de­ne en­deks­li de­ğil. Dal­ga­lı bir ok­ya­nus­ta yü­zü­yo­ruz.
 
Taş­lar Bağ­lı, İt­ler Ser­best
Be­nim fi­nans te­rö­rü de­di­ğim ev­re­ye, uz­man­lar fi­nan­sal kü­re­sel­leş­me di­yor­lar. Fi­nan­sal kü­re­sel­leş­me­nin ala­met-i fa­ri­ka­sı ne? 1982’den be­ri ar­dı ar­ka­sı ke­sil­me­yen fi­nan­sal kriz­ler. Ön­ce La­tin Ame­ri­ka, 1990’lar­da ise Do­ğu As­ya, Rus­ya ve Tür­ki­ye fi­nans kriz­le­ri­ne abo­ne ol­du. Stig­litz, Feld­ste­in ve Rod­rik gi­bi ik­ti­sat­çı­la­rın da işa­ret et­tik­le­ri gi­bi, ne İMF ne de söz­de “ulus­la­ra­ra­sı fi­nan­sal mi­ma­ri” kri­ze ma­ruz ül­ke­le­re omuz ve­re­bi­li­yor. Feld­ste­in, her ül­ke­nin an­cak ken­di­ne hay­rı­nın do­ku­na­bi­le­ce­ği­ni; bu­nun yo­lu­nun da “li­kit kal­mak”tan geç­ti­ği­ni be­lir­ti­yor.
Li­kit kal­ma­nın iki ana yo­lu var: Ya kı­sa va­de­li borç­la­rı­nı­zı azal­ta­cak­sı­nız; ya da dö­viz re­zerv­le­ri­ni­zi yük­sek tu­ta­cak­sı­nız. The Eco­no­mist der­gi­si­nin 7 Tem­muz 2006 ta­rih­li sa­yı­sın­dan ba­zı ül­ke­le­rin dö­viz re­zerv­le­ri­ni ve ca­ri iş­lem den­ge­le­ri­ni ak­ta­rı­yo­rum (Mil­yar $):
 
Ül­ke             Dö­viz      Ca­ri İş­lem
                    Re­zer­vi   Den­ge­si
Tay­van            261           +18
Rus­ya             239            +92
G. Ko­re          225            +9
Hin­dis­tan       157            -13
Sin­ga­pur       129             +36  
Hong Kong    127            +20
Mek­si­ka         78              -1
Ma­lez­ya          75             +20
Tür­ki­ye            60             -27
Bre­zil­ya           57            +13
Bir ül­ke­nin dö­viz re­zer­vi­nin yük­sek ol­ma­sı ilk el­de çok çe­ki­ci gö­zü­ke­bi­lir. Fa­kat bu­nun ma­li­ye­ti­ni de he­sa­ba kat­ma­lı­yız. Çin ve di­ğer ba­zı ül­ke­ler, ti­ca­ret (ve ca­ri iş­lem) faz­la­sı­na sa­hip ol­duk­la­rın­dan, on­lar için ya­ban­cı pa­ra­nın ma­li­ye­ti çok yük­sek ol­ma­ya­bi­lir. Bel­ki ka­zan­dık­la­rı pa­ra­yı dü­şük ge­ti­riy­le de­ğer­len­dir­mek­ten ötü­rü, bir tür “kâr­dan za­rar” edi­yor ola­bi­lir­ler. Fa­kat ay­lık ca­ri iş­lem açı­ğı 3 mil­yar do­la­rı bul­ma­ya baş­la­yan Tür­ki­ye gi­bi ül­ke­ler için, dö­viz re­zer­vin­de­ki ar­tış, gi­de­rek ar­tan bir ma­li­yet de­mek­tir. Da­ni Rod­rik’in he­sa­bı doğ­ruy­sa, “ge­liş­mek­te olan ül­ke­le­rin bu tür­den ma­li­yet­le­ri, yıl­lık mal ve hiz­met ka­zanç­la­rı­nın (GSYİH) yüz­de bi­ri­ne ulaş­mış bu­lu­nu­yor.”
Rod­rik’in ça­lış­ma­sı baş­ka bir çar­pı­cı ger­çe­ği or­ta­ya çı­ka­rı­yor: Bu grup­ta­ki ül­ke­le­rin tut­tuk­la­rı (tut­mak zo­run­da kal­dık­la­rı) dö­viz re­zerv­le­ri­nin GSYİH’ye ora­nı %30’la­ra yak­laş­mış bu­lu­nu­yor. Bu oran 2000’de %20, 1990’da %8, 1980’de %6, 1970’te %3, 1960’ta %2 do­la­yın­day­dı. Ge­liş­miş eko­no­mi­ler­de bu oran 1960-2005 ara­sın­da %2’den %4’e yük­se­lir­ken; ge­liş­mek­te olan eko­no­mi­ler­de %2’den %30’a yük­sel­di. Bu ül­ke­le­rin, ken­di­le­ri­ni kü­re­sel fi­nans dal­ga­la­rı­na kar­şı ko­ru­mak için ne ka­dar yük­sek bir be­del öde­dik­le­ri açık, de­ğil mi?
Li­be­ral­le­ri laf­la alt et­me­nin im­kân­sız ol­du­ğu­nu bi­li­yo­rum. Li­be­ral bir dü­zen, is­ter ulu­sal is­ter kü­re­sel ka­de­me­de ol­sun, da­ha yük­sek bir eko­no­mik de­ğer üre­tir. Bu­nu te­ori­de de, pra­tik­te de ka­nıt­la­mak müm­kün. Prob­lem şu ki, bu ya­ra­tı­lan faz­la de­ğer, içe­ri­de ki­şi­ler/fir­ma­lar ara­sın­da; dün­ya­da ise ül­ke­ler ara­sın­da, gi­de­rek da­ha eşit­siz bi­çim­de pay­la­şı­lı­yor. Ge­liş­mek­te olan ül­ke­le­rin ba­zı şir­ket­le­ri fi­nan­sal kü­re­sel­leş­me­den ya­rar sağ­la­sa da, ulu­sal sis­te­min di­ğer un­sur­la­rı ağır bir be­del ödü­yor. Bu­nu Da­ni Rod­rik’in bir ör­ne­ği ile izah ede­lim:
Tür­ki­ye ben­ze­ri bir ül­ke­nin her­han­gi bir şir­ket ve­ya ban­ka­sı­nın, yurt dı­şın­dan 1 mil­yon do­lar­lık bir kı­sa va­de­li kre­di te­min et­ti­ği­ni dü­şü­ne­lim. Dış şok­la­ra kar­şı ted­bir­li ol­mak için, ül­ke­nin Mer­kez Ban­ka­sı (MB) ken­di dö­viz re­zer­vi­ni eşit mik­tar­da ayar­la­mak zo­run­da­dır. Alı­şı­la­gel­miş stra­te­ji şu­dur: (a) MB iç fi­nans pa­za­rın­dan 1 mil­yon do­lar sa­tın ala­rak bu­nu Ame­ri­kan ha­zi­ne kâ­ğı­dı ve­ya baş­ka bir kı­sa va­de­li ens­trü­ma­na ya­tı­rır; (b) iç pa­ra ar­zı­na mü­da­ha­le­si­nin et­ki­le­ri­ni “ste­ri­li­ze et­mek için” ise özel sek­tö­re ay­nı de­ğer­de ha­zi­ne kâ­ğı­dı sa­tar. So­nuç­ta, özel sek­tö­rün dı­şa­rı­ya 1 mil­yon do­lar bor­cu, bu­nu den­ge­le­ye­cek şe­kil­de de ken­di hü­kü­me­tin­den 1 mil­yon do­lar ala­ca­ğı olur. MB’nin ise (mev­cu­da ila­ve ola­rak) 1 mil­yon do­lar ya­ban­cı var­lık re­zer­vi, bu­na kar­şı­lık sto­kun­da­ki mil­lî ha­zi­ne kâ­ğıt­la­rın­da 1 mil­yon do­lar­lık ek­sil­me olur.
İm­di, her ne ka­dar bir Türk şir­ket ve­ya ban­ka­sı dı­şa­rı­dan 1 mil­yon do­lar borç bu­la­rak bel­ki çok önem­li bir gi­ri­şi­mi­ni fi­nan­se et­miş ol­sa da, bir bü­tün ola­rak ulu­sal eko­no­mi­ye dı­şa­rı­dan net bir fi­nans gi­ri­şi ol­ma­mış­tır. Şir­ke­tin ge­tir­di­ği mik­ta­rı, MB ya­ban­cı var­lık­la­ra ge­ri ya­tır­mış­tır. İkin­ci­si, kı­sa va­de­li dış borç özel sek­tö­rün top­lam ya­tı­rım ka­pa­si­te­si­ni art­tır­ma­mış­tır; zi­ra baş­ka bir özel sek­tör şir­ke­ti, ay­nı mik­tar­da bir kay­na­ğı re­el ya­tı­rı­ma de­ğil, ulu­sal ha­zi­ne kâ­ğı­dı­na ya­tır­mış­tır.
Da­na­nın kuy­ru­ğu­nun kop­tu­ğu yer ise şu­ra­sı: Dı­şa­rı­ya borç­la­nan şir­ket ve­ya ban­ka­nın öde­ye­ce­ği fa­iz ma­li­ye­ti ile, MB’nin dı­şa­rı­da de­ğer­len­dir­di­ği ay­nı mik­tar­da­ki kay­na­ğın fa­iz ge­ti­ri­si eşit de­ğil­dir. Bi­rin­ci, ikin­ci­den her za­man bir­kaç pu­an yük­sek­tir. İş­te bu, bir bü­tün ola­rak, top­lu­mun dı­şa­rı­ya borç­la­nan özel şir­ket için öde­di­ği be­del­dir. Da­ni Rod­rik bu be­de­lin “ge­liş­mek­te olan ül­ke­ler” için GSYİH’nin %1’i ol­du­ğu­nu he­sap­la­sa da, Tür­ki­ye için çok da­ha yük­sek ol­du­ğu­na şüp­he yok­tur. Kü­re­sel fi­nans li­be­ra­liz­mi, top­lu­mun ca­nı­na oku­mak için özel şir­ket ve ban­ka­la­rın diz­gin­le­ri­ni ko­par­mak de­mek­tir. Nas­ret­tin Ho­ca bu du­ru­mu gör­sey­di, “taş­la­rı bağ­la­mış, it­le­ri sa­lı­ver­miş­ler” der­di.
 
Vur­kaç Ser­ma­ye, Vu­rur ve Ka­çar
Tec­rü­be­li bir ban­ka­cı ile son fi­nans şo­ku­nu ko­nu­şu­yo­ruz. “Tür­ki­ye’den bu ka­dar faz­la pa­ra­nın bir an­da çe­ki­le­ce­ği­ni bek­li­yor muy­du­nuz?” di­yo­rum. Gü­lü­yor. “Bek­le­mi­yor­dum, bi­li­yor­dum!” di­yor. Şa­şı­rı­yo­rum. O bü­yük bir ra­hat­lık­la de­vam edi­yor: “Şu gün, şu sa­at­te çe­ki­le­ce­ği­ni el­bet­te bil­mi­yor­dum. Fa­kat çe­ki­le­ce­ği­ni, hem de ani­den çe­ki­le­ce­ği­ni adım gi­bi bi­li­yor­dum. Vur­kaç ser­ma­ye­nin do­ğa­sın­da var bu. Vu­rur ve ka­çar!”
Bir haf­ta ön­ce, Lon­dra’da ka­tıl­dı­ğı bir ulus­la­ra­ra­sı fi­nans top­lan­tı­sı­nı an­lat­tı. ABD ve Av­ru­pa’da­ki bü­yük fon­la­rın, ön­de ge­len ge­liş­mek­te olan ül­ke pa­zar­la­rın­dan (emer­ging mar­kets) so­rum­lu uz­man­la­rı­nın ka­tıl­dı­ğı bir top­lan­tı. Ara­la­rın­da çok sa­yı­da genç Türk (Jön­türk?) var. “Hep­si­nin or­tak vas­fı, Tür­ki­ye top­lum ve eko­no­mi­si hak­kın­da­ki ce­ha­let­le­riy­di. Bir iki söz­de uz­man ve ban­ka­nın ha­zır­la­dı­ğı sığ ra­por­la­ra ve­ya Ba­tı ba­sı­nın­da Tür­ki­ye hak­kın­da çı­kan çar­pık ha­ber­le­re ba­ka­rak po­zis­yon be­lir­le­yen uka­la­lar!” Me­se­le­nin bu ka­dar ba­sit ol­ma­dı­ğı­nı söy­le­ye­cek olu­yo­rum, kı­zı­yor: “Me­se­le ba­sit de­mi­yo­rum, adam­lar ba­sit! Tür­ki­ye’yi yö­ne­ten­ler ya çok akıl­lı ol­ma­lı, ya da sö­zü­nü et­ti­ğim tip­ler­den da­ha ca­hil. İki­si­nin or­ta­sı olun­ca, iş­ler sar­pa sa­rı­yor.”
Uz­ma­nı­mı­za gö­re, dün­ya­da 15-16 tril­yon do­lar ci­va­rın­da do­la­şan ser­ma­ye var. Bu­nun %90’ı baş­ta ABD ol­mak üze­re gü­ven­li pa­zar­lar­da yu­va­la­nı­yor. “Ge­ri­ye ka­la­nı­nı genç fi­nans kurt­la­rı­na tes­lim edip, bi­zim gi­bi ül­ke­le­re yön­len­dir­miş­ler. Bun­la­rın ak­let­me tar­zı­nı kav­ra­maz, ko­nuş­tuk­la­rı di­lin şif­re­si­ni çö­ze­mez isek, ken­di­mi­zi ko­ru­ya­bil­me im­kâ­nı­mız ol­maz.”
Karl Po­lan­yi 100 yıl ön­ce­si­nin fi­nans kurt­la­rı­nın dün­ya­nın si­ya­sî ve eko­no­mik ör­güt­len­me­si ara­sın­da­ki ana bağ­lan­tı ol­du­ğu­nu söy­lü­yor­du: “Av­ru­pa Kon­se­ri an­cak ara­lık­lar­la ey­le­me ge­çer­ken, yük­sek fi­nans en es­nek tür­den bir dai­mî amil (agency) iş­le­vi­ni gö­rü­yor­du. En güç­lü­sü de dâ­hil ol­mak üze­re, bü­tün hü­kü­met­ler­den ba­ğım­sız ve hep­siy­le te­mas ha­lin­dey­di; Bank of Eng­land dâ­hil, bü­tün mer­kez ban­ka­la­rın­dan ba­ğım­sız, ama hep­siy­le ya­kın­dan bağ­lan­tı­lıy­dı. Fi­nans ile dip­lo­ma­si ara­sın­da ya­kın te­mas var­dı; hiç­bi­ri di­ğe­ri­nin gön­lü­nü al­ma­dan, is­ter ba­rı­şa is­ter sa­va­şa yö­ne­lik her­han­gi bir uzun va­de­li plan ya­pa­maz­dı. Bu­nun­la be­ra­ber, umu­mi ba­rı­şın ba­şa­rıy­la sür­dü­rül­me­si şüp­he gö­tür­mez bi­çim­de ulus­la­ra­ra­sı fi­nan­sın ko­num, or­ga­ni­zas­yon ve tek­nik­le­rin­de ya­tı­yor­du.”
Pe­ki, kim­ler­den olu­şu­yor­du bu hau­te fi­nan­ce? Sa­nı­la­nın ak­si­ne, pek ano­nim bir top­lu­luk de­ğil­di. El­bet­te or­ta yer­de çok sa­yı­da ki­şi ve ku­rum adı do­la­şı­yor­du. Fa­kat fi­nans sis­te­mi­nin mer­ke­zin­de dev­ler var­dı ve her şey on­lar­dan so­ru­lur­du. “Rots­child­ler hiç­bir hü­kü­me­te tâ­bi de­ğil­di­ler; bir ai­le ola­rak so­yut bey­nel­mi­lel­ci­lik il­ke­si­ni ete ke­mi­ğe bü­rün­dür­müş­ler­di; sa­da­kat­le­ri bir fir­ma­ya idi: Kre­di­si, hız­la bü­yü­mek­te olan bir dün­ya eko­no­mi­sin­de si­ya­si yö­ne­tim­le en­düs­tri­yel ça­ba­lar ara­sın­da­ki bi­ri­cik hü­kü­met­le­rüs­tü bağ ha­li­ne gel­miş olan bir fir­ma. Son ker­te­de, bun­la­rın ba­ğım­sız­lı­ğı dev­rin ih­ti­yaç­la­rın­dan kay­nak­la­nı­yor­du; hem ulu­sal dev­let adam­la­rı­nın hem de ulus­la­ra­ra­sı ya­tı­rım­cı­la­rın gü­ve­ni­ni yön­len­di­ren ege­men bir ami­le ta­lep var­dı; Av­ru­pa baş­kent­le­rin­de ika­met eden Ya­hu­di ban­ka­cı­lar ha­ne­da­nı­nın me­ta­fi­zik ül­ke-öte­si­ci­li­ği bu ha­ya­tî ih­ti­ya­ca ne­re­dey­se tam bir çö­züm ge­ti­ri­yor­du.”
Po­lan­yi’nin ese­ri (Bü­yük Dö­nü­şüm, 1944) bir ba­kı­ma Hil­fer­ding ile Hob­son’ın em­per­ya­lizm/yük­sek fi­nans iliş­ki­si­ne da­ir ça­lış­ma­la­rı­nı ta­mam­lı­yor­du. Hob­son’a gö­re, Rots­child­le­rin rı­za­sı ol­ma­dan hiç­bir Av­ru­pa dev­le­ti bü­yük bir sa­vaş baş­la­ta­maz, hiç kim­se de kül­li­yet­li bir dev­let kre­di­si aça­maz­dı. Mil­lî dev­let­le­rin po­li­ti­ka­la­rı­nı bun­lar ma­ni­pü­le edi­yor­du. Ta­rih­çi­ler bey­nel­mi­lel fi­nans gü­cü­nün nev­zu­hur bir icat ol­ma­dı­ğı­nı söy­lü­yor­lar. Rots­child­ler, 16. yüz­yıl­da Ce­ne­viz­li­le­rin, 17-18. yüz­yıl­lar­da Hol­lan­da­lı­la­rın ka­pi­ta­list dün­ya sis­te­min­de oy­na­dık­la­rı ro­lü 19. yüz­yıl son­la­rıy­la 20. yüz­yıl baş­la­rın­da oy­na­dı­lar. 21. yüz­yıl baş­la­rın­day­sa ay­nı ro­lü So­ros­lar ve Jön­türk­ler oy­nu­yor.
Bu bil­gi yı­ğı­nı ve ana­li­zin sad­ra şi­fa olup ol­ma­dı­ğı­nı so­ra­bi­lir­si­niz. Kü­re­sel li­be­ra­liz­min güç­lü­le­rin si­la­hı ol­du­ğu­nu ak­le­de­bi­lir­sek, bir çı­kış yo­lu bu­la­bi­li­riz. Fi­nans kri­zin­den ön­ce, akıl kri­zi­mi­zi aş­ma­lı­yız.

 


Paylaş Tavsiye Et