ULUSLARARASI Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) merakla beklenen İran raporunu 15 Kasım’da açıkladı. Hatırlanacağı üzere BM Güvenlik Konseyi Temmuz ayında İran aleyhindeki yaptırımların ikincisini onaylamış, üçüncü ve daha kapsamlı yaptırımların ise Ajans’ın raporunu açıklamasından sonra görüşüleceğini belirtmişti. Ajans’ın raporuyla ilgili ilk bakışta söylenebilecek şey, İran açısından göreceli olumluluğu. İran’ın tüm konularda “şeffaf ve temel” adımlar attığını vurgulayan Ajans, raporda geçmişe yönelik olarak sunduğu belge ve bilgilerden dolayı Tahran yönetimine teşekkür ediyor ve İran’ın bazı adımlarının beklentileri aştığını itiraf ediyor. Üzerinde çokça durulan P1 ve P2 santrifüjleri hususundaki sorunların çözüldüğünü ve üçüncü taraflarla yapılan görüşmeler sonucunda bazı tesislerdeki uranyum kirliliğinin menşeinin İran dışından kaynaklandığının kesin olarak ortaya çıktığını bildiriyor. Rapor ayrıca iki ay boyunca iki bini aşkın denetçinin yaptığı denetimlerde nükleer faaliyetlerin askerî boyuta sahip olduğu hususunda hiçbir kanıta rastlanamadığını vurguluyor. Ancak raporun İran açısından olumsuz tarafları da yok değil. Örneğin Ajans, İran’ın işbirliğinin aktif değil edilgen olduğunu ileri sürerek, Güvenlik Konseyi kararlarının aksine uranyum zenginleştirme işlemine devam ettiğini belirtiyor. Aslında UAEA’nın yapısı ve kurumda etkili ülkeler göz önüne alınacak olursa raporun bu kadar olumlu olması dahi şaşırtıcı gelebilir ki bunda Ajans Başkanı Mısırlı Baradey’in büyük katkısı olduğuna kuşku yok. Nitekim raporun açıklanmasından yaklaşık bir hafta önce İsrail muhtemelen raporun içeriğinden haberdar olduğu için Baradey’i İran’ın oyuncağı olmakla suçlamış ve istifaya çağırmıştı. İşte bu nedenle Baradey, büyük oyuncuları karşısına almamak için zaman zaman “İran tarafından daha önceden belirtilmeyen yerlerde gizli ve askerî nükleer faaliyetlerin bulunmadığı hususunda Ajans kesin bir garanti veremez” gibi farklı anlamlara çekilebilecek cümleler sarf etmekten kaçınmıyor.
Raporun etkisi beklendiği kadar büyük oldu. İran kendi açısından konunun kapandığını, son otuz yıldaki nükleer faaliyetleri ile ilgili çok gizli kategorisindekiler dâhil bütün bilgileri Ajans’la paylaştığını söyleyerek bir an önce nükleer dosyasının Güvenlik Konseyi’nden Ajans’a geri gönderilmesini istedi. İran’a yakın duruş sergileyen Rusya ve Çin de raporun olumlu boyutlarını ön plana çıkarmayı tercih etti. Raporun pratik etkileri de oldu. Rusya, ABD’nin tepkisinden çekinerek çoktandır çeşitli bahanelerle göndermeye yanaşmadığı Buşehr santralinde kullanılacak nükleer yakıtı İran’a gönderme işlemine başladığını ve Ajans denetçilerinin gönderme işlemine nezaret etmek için Rusya’ya geldiklerini duyurdu. Washington’daki yetkililer nükleer santralde kullanılan yakıtların kullanım sonrasında nükleer silah üretimi için uygun özelliklere sahip hale geldiğini belirtirken, Rusya kullanılmış yakıtın İran’dan geri satın alınacağını söyleyerek bu endişeleri gidermeye çalışıyor. Rusya ve İran geçtiğimiz yıl bu doğrultuda bir anlaşma da imzalamışlardı. Çin ise raporun açıklanmasından sonra Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ve Almanya’dan oluşan 5+1 ülkelerinin katılımıyla düzenlenecek olan ve İran’a uygulanacak yeni yaptırımların görüşüleceği toplantıya katılmayacağını açıkladı. Her ne kadar Pekin yönetimi daha sonra toplantıya katılmama kararının siyasi değil teknik nedenlerden kaynaklandığını savunsa da, uzmanlar son dönemde Çin’in İran’ın nükleer faaliyetleri ile ilgili daha fazla inisiyatif almaya başladığı hususunda hemfikirler. Nitekim Ajans’ın raporu açıklaması arifesinde ve sonrasında iki ülke dışişleri bakanlarının Pekin-Tahran arasında mekik diplomasisi gerçekleştirdikleri gözden kaçmadı. Çin her fırsatta İran’ın nükleer sorunun tek çözüm yolunun diplomasi olduğunu vurgulamaktan da geri kalmıyor.
Fransa dışındaki Batılı ülkeler ise, -en azından bu yazı yazılana kadar- çok ciddi bir tepki vermiş değiller. Son dönemde İran konusunda sert çıkışlarıyla Washington’daki neoconları aratmayan Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy ve Dışişleri Bakanı Kouchner ise raporu görmezden gelmeyi yeğleyerek İran’a yönelik yaptırımların şiddetlendirilmesi gerektiğini ileri sürdüler. Esasında bu ülkelerin Ajans’ın “İran’da uranyum zenginleştirme işlemi sürüyor” ya da “İran hususunda daha yapılacak çok şey var” gibi açıklamalarını gündeme taşımaktan başka somut olarak yapabilecekleri pek de bir şey yok. Nitekim George Bush bile raporun açıklanmasından bir hafta kadar sonra “Devlet adamları için her seçenek masadadır sözünü söylemek önemlidir ama elbette İran’ın nükleer sorunu diplomasiyle çözülmelidir” diyerek hafif de olsa bir yumuşama işareti verdi. Bush daha önce diğer ülke liderlerinin kendisine yardımcı olmamaları durumunda üçüncü dünya savaşı başlatmanın sorumluluğunu bizzat üstleneceğini söylemişti.
İran ile ABD arasındaki göreceli yumuşama Irak konusunda da gözlemleniyor. ABD tarafından Irak’ta tutuklanan dokuz İranlının “istihbari önemleri kalmadığı ve güvenlik tehdidi oluşturmadıkları” gerekçesiyle serbest bırakılması ve iki ülke arasındaki Irak konulu görüşmelerin dördüncü turunun önümüzdeki günlerde Bağdat’ta gerçekleştirilecek olması, bu yumuşamanın göstergeleri. Bağdat’ın güneydoğu bölge komutanı General Rick Lynch’in Tahran ve Bağdat tarafından iki ay önce imzalanan güvenlik işbirliği anlaşmasından sonra İran tarafından Iraklı direnişçilere verilen yol kenarı patlayıcılarıyla yapılan saldırılarda büyük azalma olduğunu söylemesi de aynı doğrultuda değerlendirilebilir. Söz konusu patlayıcılar zırh delme kabiliyetine sahip olduğu için çok sayıda ABD’li askerin kaybına neden oluyordu. Amerikalı yetkililer bu patlayıcıların İran’dan ülkeye sokulduğunu ileri sürerken Tahran bu iddiaları yalanlıyordu; ancak İran, Irak’a son dönemde sınırlarını daha sıkı kontrol etme sözü vermişti.
Yayımlanan raporla İran’ın elinin güçlendiğini söylemek abartı olmayacaktır; ancak muhtemelen bu yazı okunurken gerçekleşmiş olacak olan Ajans Genel Kurul Toplantısı, Solana-Celili görüşmesi ve ardından yayımlanacak Solana raporu da İran’ın nükleer dosyasının akıbetini etkileyecektir. Ancak şu an itibariyle görünen şey, İran’ın nükleer dosyasının Ajans tarafından tehdit unsuru olmadığının artık açık bir şekilde vurgulanmasıdır. Bush yönetimi eğer bundan sonra İran aleyhinde bir askerî adım atacaksa bunu Irak’ta olduğu gibi BM’nin onayını ve uluslararası kamuoyunun desteğini almadan doğrudan kendisi yapmak zorundadır. Ancak gerek petrol fiyatlarının tavan yapması gerekse de Bush’un tıpkı birçok diğer ABD başkanı gibi son döneminde dış politika önceliğini Filistin-İsrail barışına vereceğinin işaretlerini vermesi -ki bu noktada Peres’in “Bush varken barış anlaşması olanaksız” açıklamasının üzerinde ayrıca durulmalıdır- İran konusunda korkulan ihtimalin giderek zayıfladığının göstergeleri olarak kabul edilebilir.
Paylaş
Tavsiye Et