SUDAN, uluslararası aktörlerin baskısı altında 9 Ocak 2005’te Kenya’nın başkenti Nairobi’de çoğunluğu Hıristiyan olan güneydeki silahlı gruplarla bir anlaşma imzalayarak, Hartum’daki merkezî hükümeti ve petrol gelirini paylaşmayı kabul etmişti. Ayrıca anlaşma gereği, 6 yılın sonunda, Güney’in Sudan’dan bağımsız olarak yola devam edip etmemesine ilişkin bir referandum yapılması da kararlaştırılmıştı. Güney İç Savaşı’nın küllerinin soğumaya başladığı bugünlerde Sudan’da küller altında kalan ikinci bir kor olan Darfur, uluslararası güçlerin de müdahalesiyle alevlendirilmeye çalışılıyor. İngilizler Sudan’ı işgal ettikten sonra, 1899’da Ali Dinar’ı Darfur Sultanı olarak kabul ederek işlerine karışmamaya karar verdiler. Ancak Dinar’ın Padişah’a bağlılığını ilan etmesi ve I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Devleti’ne destek çıkabileceği korkusu İngilizleri, 1916’da Darfur’u işgale ve ardından Sudan’a ilhak etmeye sevk etti. Sudan’ın 1952’de bağımsızlığa kavuşmasından sonra Darfur, Sadık el-Mehdi’nin liderliğinde Ümmet Partisi’nin önemli bir kalesi haline geldi. Parti içindeki siyasi çatlak ve 1968 seçimlerinde karşılıklı suçlamalar, bölgede Araplar ve Afrikalılar arasındaki ilk nizaları başlattı.
Söz konusu nizalar, Çad’daki Hıristiyan hükümetine karşı savaşan Çad Milli Kurtuluş Cephesi (FROLINAT)’nin Darfur’da konuşlanmasından sonra yeni bir şekil aldı. Bu arada 70’li yıllarda Çad’ın Aozou Şeridi’ni ilhak etmek isteyen Libya, Hıristiyan Çad hükümetine karşı Darfur ve Arap ulusalcılığını körüklerken, FROLINAT cephesini desteklemeye başladı. İktidardaki Albay Numeyri’ye karşı sürgündeki muhalefet liderliğini üstlenen el-Mehdi’ye kanat geren Libya, Çad sorununu da bahane ederek Sudan ile tansiyonu sürekli yükseltiyordu. Bu gerilim, 1.200 Libya askerinin Hartum’a saldırması üzerine zirveye ulaştı. Saldırıyı püskürten Sudan, buna karşılık Çad’da, Libya’ya en sert muhalefeti oluşturan Hisséne Habré’ye destek çıkmaya başladı ve Habré yanlısı Kuzey Silahlı Güçleri’ne Darfur’da sığınma hakkı vererek bölgede işleri daha da karmaşık hale getirdi. Tüm bu çekişmeler, geleneksel Darfur kabile yapısına önemli bir darbe vurdu ve yerel kabileleri ikiye bölerek “ilerici, devrimci Arap” ve “gerici Afrikalı” adlandırılmalarına neden oldu.
Bu arada, 1970’lerden 1980’lerin ortasına kadar bölgeyi vuran kuraklık nedeniyle Kuzey Darfur ve komşu Çad’dan insan yığınları daha fazla ekili olan ve suyun bulunduğu Güney Darfur’a doğru göç etmeye başladı. 1983 ve 1984’te yağmur yağmaması büyük bir kıtlığa neden olurken, Hartum’a doğru yola çıkan yüz binlerce insandan 95.000’i başkente ulaşamadan öldü. Kıtlık, Darfur’un sosyal yapısında önemli değişikliklere neden oldu. Darfur’da insanların en ufak bir toprak parçasını dahi ekmeleri veya hayvanlarına otlak yapmaları, geleneksel Kuzey-Güney hayvan sürü yollarını kapatmaya başladı. Hayvanlarını açlıktan kurtarmak isteyen sürü sahipleri, Güney yolunun açık tutulması için bu yeni yapıyı zorlamaya ve kan dökmeye başladılar. Darfur köylerinde ve otlaklarında küçük çapta başlayan bu çatışmalar, dışarıdan destek alan birkaç grubun sivrilmesiyle bir isyana dönüştü.
Aralık 1991’de Güney’in Sudan Halk Kurtuluş Ordusu (SPLA), Darfurlu Daud Bolad’ın komutasında Darfur’a girerek, Güney’deki savaşı Sudan’ın batısına taşımak istedi. Marrah Dağları’na ulaşmaya çalışan Bolad’ın kuvvetleri, Sudan askerleri ve Beni Halba milisleri tarafından durduruldu ve SPLA’ya karşı gelmeyen birçok Fur köyü de yakıldı.
Bedevi sığırtmaçların 1999’da zamanından önce Güney’e hareket etmeleri üzerine bölgede çatışmalar tekrar alevlendi. Yüzlerce insanın öldüğü bu kanlı çatışmalarda birkaç Arap kabile reisi de öldürüldü. Hükümetin, ordu kuvvetlerini bölgeye sevk ederek kontrolü ele geçirmesinden sonra yapılan bir uzlaşma konferansında tazminatlar üzerinde anlaşıldı. Fakat yine de Darfur’un birçok aydını ve bölgenin en büyük kabilesi olan Masalit’in ileri gelenleri tutuklandı ve hapse atıldı.
2000 yılında Darfur için Adalet ve Eşitlik Hareketi (JEM) kuruldu. Bu hareket, Güney Darfur’da kurulan Sudan Kurtuluş Ordusu (SLA) ile birlikte 2003’te sadece Arapları temsil etmekle suçladığı merkezî hükümete karşı isyan bayrağını açtı. Bu arada Darfur sorununa, bölgenin birçok önemli kabilesinin uzantılarının da bulunduğu Çad hükümeti ve onun destekçisi Fransa müdahil oldu. Arap kabilelerinin oluşturduğu ‘Cancavit’ savaşçılarının katılımı ile çıkan çatışmalar nedeniyle çok sayıda Darfurlu mülteci kamplarına akın etti. Sudan hükümeti, çatışmaları durdurmak istese de bunu başaramadı. Üç milyona yakın insanı yerinden eden günümüzün en büyük trajedilerinden biri yaşanmaya başladı.
2006 başında Afrika Birliği’nin öncülüğünde Darfur’un isyancı grupları ile Sudan hükümeti arasında başlatılan barış görüşmeleri, Nijerya’nın Abuja kentinde 5 Mayıs 2006’da kırılgan bir anlaşmayla sonuçlandı. Zira 10’u aşkın isyancı grup konferans boyunca kendi aralarında bir ittifak sağlayamadığı gibi, grupların bölge komutanları ile konferansa katılan müzakereciler arasındaki kopukluklar da konferansa yansıdı. Sadece Sudan Kurtuluş Hareketi (SLM) grubu ile yapılabilen bir anlaşma ile sonuçlanan konferans, Darfur’un önemli sorunlarına köklü bir çözüm getirmedi.
27 Ekim 2007’de Libya’nın başkenti Trablus’ta Darfur sorununun çözümüne yönelik kapsamlı bir uluslararası toplantı yapıldı. Ancak BM ve Afrika Birliği gözetiminde yapılan bu barış konferansına, Darfur’un önemli iki hareketi olan SLM ile JEM’in katılmama kararından sonra toplantı sonuç alınamadan dağıldı. Konferans öncesi merkezî hükümette temsil edilen güneyli Halk Kurtuluş Hareketi (SPLM)’nin bakanlarını çekme kararı ise sürpriz olmadı. Hartum hükümeti, SPLM’den konferansı sabote etme amacını taşıyan bu kararını gözden geçirmesini istese de, Juba’daki hükümetin kulağına başkaları tarafından bir şeyler fısıldandığı aşikârdı!
4 Eylül 2007’de Darfur’a giden BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun, bir hafta süren gezisinden sonra Washington Post’ta yayımlanan yazısında Darfur sorununu şöyle özetliyordu: “Darfur’da bildik ve kestirme terimlerle, kendi kendisiyle savaşan bir toplum söz konusu. İsyancılar hükümetle savaşıyor; hükümet de isyancılarla. Ancak gelinen noktada çatışma çoğu zaman kabileler veya savaş ağaları arasındaki hesaplaşmalar biçiminde yaşanıyor. Kriz Darfur sınırlarının ötesine taşıyor, bölgeyi istikrarsızlaştırıyor. Darfur aynı zamanda bir çevre krizi niteliği taşıyor; çatışmanın büyümesinde çölleşmenin, ekolojik bozulmanın ve kaynakların kıtlığının (bilhassa da susuzluğun) önemli payı var!”
Genellikle kıt kaynakların paylaşımı sorunu olarak sunulan Darfur, aslında çok daha büyük bir oyunun parçası. Zengin petrol kaynakları nedeniyle gerek küresel gerekse de bölgesel güçlerin rekabetine sahne olan Sudan’daki çatışmaların ve kirli oyunların sonu gelmeyecek gibi görünüyor. Barış görüşmeleri de bu bağlamda sorunun çözümüne yönelik umut vaat etmiyor.
Paylaş
Tavsiye Et