TÜRKİYE Osmanlı’dan tevarüs ettiği tarihî, siyasi ve kültürel bağlara dayalı yumuşak gücünü (soft power) kullandığı ölçüde uluslararası arenada etkisini artırırken, kaba gücüne (hard power) yaslandığında ise etki alanını daraltıyor. Son yıllarda Türkiye’nin Ortadoğu’da artan etkinliği, büyük ölçüde bu yumuşak gücün kullanılmasıyla yakından ilgili. Fakat Türkiye’nin Kuzey Irak politikası, Irak işgalinin başladığı 2003’ten bu yana büyük ölçüde iç siyasi kaygıların gölgesinde şekillendi. Olası bir Kürt devletinin doğurabileceği riskler üzerinden üretilen abartılı korkular, Türkiye’yi uzunca bir süre Türkmenler üzerinden kısır bir siyaset izlemeye mahkum etti. Bu kısır siyasetin beraberinde getirdiği sıkıntılar, ülke kamuoyuna hâkim kılınan milliyetçi atmosferin etkisiyle kaba güç temelli önerileri ön plana çıkardı.
Fakat son zamanlarda Ortadoğu’nun genelinde başarıyla uygulanan yumuşak güce dayalı politikalar, Kuzey Irak için de devreye sokuldu. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin ülkemize davet edilmesi, ardından 1 Mayıs’ta Bağdat’ta bölgesel Kürt yönetimi ile ilk resmî temasların başlaması ve bölgesel yönetimin başbakanı Neçirvan Barzani’nin Ankara’yı ziyaret edecek olması ile ivme kazanan bu süreç, hiç şüphe yok ki Türkiye’nin bölgedeki rolüne olumlu katkılar sağlayacak; Irak’ın geleceği, PKK ile mücadele, Kerkük sorunu ve Türkmenler konusunda elini güçlendirecektir.
Neden Kaba Güç Yerine, Yumuşak Güç?
Bu tercihin birinci nedeni, uluslararası ilişkilerin doğası ve işleyişinden kaynaklanıyor. “Belirsizlik” kavramının uluslararası sistemde merkezî bir konuma sahip olduğu; uluslararası ilişkiler disiplinindeki belli başlı düşünce ekollerinin, üzerinde mutabık kaldıkları bir konu. Bu “belirsizliği”, bazı düşünce ekolleri anarşik uluslararası sistemin ürettiği parçalanma ve yok olma korkusu, diğer bazıları ise kompleks uluslararası sistemde karar alma sürecindeki karışıklık olarak tanımlıyor. Dolayısıyla taraflar arasında niyetler açısından belirsizlik ne kadar azsa, barış ihtimali ve iyi ilişkiler için şans o kadar fazla. Bu yüzden devletler, büyükelçilikler ve uluslararası organizasyonlar aracılığıyla aralarında iletişim kanalları kuruyor ve belirsizlikleri gidermeye çalışıyorlar.
Türkiye’nin ise Irak’la ilişkilerini sadece Bağdat üzerinden yürütmesi, mevcut koşullarda eksik kalıyor. Iraklı Kürt liderlerle farklı ve dolaylı kanallar yerine, geçmişte olduğu gibi doğrudan ve aracısız iletişim kurmak, aradaki belirsizliklerin giderilmesi ve karşılıklı düşüncelerin aktarılmasını kolaylaştıracaktır. Uzaktan şahince söylem ve politikalarla ve yok saymakla kalıcı çözümlere ulaşmak bugünkü şartlarda olası görünmüyor. Nitekim Kuzey Irak konusunda belki de Türkiye’den daha fazla etkilenebilecek konumda olan İran, bölgeyle ilişkilerini Bağdat üzerinden değil, bizzat görevlendirdiği özel temsilcilerle sürdürerek en küçük gelişmeleri dahi yerinde ve yakından takip ediyor.
Türkiye’nin bölgesel Kürt yönetimini tanımama ve temas kurmama siyaseti, diğer ülkelerin de tanımalarını engelleyebildiği ölçüde anlamlı ve etkili oluyor. Halbuki Türkiye dışında neredeyse bütün etkili devletler bu oluşumu tanıyor ve konsolosluklar açmak suretiyle ilişkilerini geliştiriyor. Bundan on yıl önce, ziyaret ettikleri Batılı ülkelerin ancak alt seviyedeki temsilcileriyle görüşebilen Iraklı Kürt liderler, bugün en üst düzey yetkililerce ağırlanıyorlar. Bu tanımama ve temas etmeme siyasetinin devam ettirilmesi, hiç şüphesiz Ermeni meselesi, Kıbrıs ve Kürt sorununda olduğu gibi Türkiye’nin pozisyonunu oldukça zayıflatacak ve inisiyatif kullanma şansını da elinden alacaktır. Zira bu meselelerin görmezden gelinmesi sorunları çözemedi; aksine daha da kronikleştirdi. Dolayısıyla sorun henüz Türkiye açısından kronikleşmemişken Kuzey Irak’la doğrudan temas kurmak, yerinde ve Türkiye’nin elini güçlendirecek bir yaklaşım.
İkinci neden ise tarihî ve kültürel. Türkiye, bölgede 16. yüzyılın ilk yarısından 1918’e kadar hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi konumunda. Hiç kuşkusuz yaklaşık 400 yıllık tecrübe, hem bölgeye ilişkin muazzam bir bilgi temerküz ettirdi hem de kültürel ve coğrafi olarak bölgeyi Türkiye’ye bağladı. Türk askeri, siyasetçisi ve münevverinden beklenen, bu tecrübeyi özümsemek ve buna göre hareket etmek. Kısacası askerî kuvvete dayalı kaba gücü en son çare olarak benimseyip, özgüvenle kültürel ve tarihî değerlere dayalı yumuşak gücü öne çıkarmak elzem. Nitekim tarihten beri bu bölgede Osmanlı’nın en büyük rakibi olmuş Safevilerin varisi olan İran, sahip olduğu ince gücü bölgede etkin bir şekilde kullanmaya çalışıyor.
Üçüncü neden, ilk iki nedenden beslenen güncel siyasi, sosyal ve ekonomik konjonktür. Bugün siyasi durumun aksine Türkiye ekonomik ve kültürel olarak Kuzey Irak’ta çok etkili. Türkiye’nin Kuzey Irak’la sahip olduğu iş hacmi milyar dolarlarla telaffuz ediliyor. Beyaz eşyadan tekstile kadar birçok Türk markasına her yerde rastlamak mümkün. Türk inşaat firmaları bölgede çok etkin durumda. Bütün bu ekonomik yatırımlar Türkiye’yi kültürel olarak da etkin kılıyor.
Hiç şüphe yok ki, Türkiye birçok açıdan bölge insanı için bir cazibe merkezi. Türk televizyonları aracılığıyla Türkçe yaygınlaşıyor. İstanbul’a yönelik büyük bir ilgi mevcut. Bölgenin varlıklı insanları tatillerini Türkiye’de geçiriyor, çocuklarını Türk üniversitelerine yolluyorlar. Bu ekonomik ve kültürel güç, bugüne kadar etkili bir siyasi güce dönüştürülemedi. Son dönemlerde atılan adımlarla bu rahatlıkla başarılabilir.
Mevcut durumda Kürt liderler, bölgede sırtlarını dayayabilecekleri bir devlet arayışı ve ihtiyacı içindeler. Sünni Araplar için diğer Arap ülkeleri, Şiiler için İran varken, Kürtler için böyle bir bölgesel hami yok. Bu durum onları İsrail’in kucağına sürüklüyor. Bir yandan çok fazla ABD’ye angaje olmalarının bölgedeki ülkeler nezdinde oluşturduğu kızgınlık, diğer yandan güvenlik ihtiyacından dolayı İsrail’e yanaşmaları, aslında uzun vadede güvenliklerini tehlikeye sokuyor. Türkiye mevcut ekonomik ve kültürel etkisini siyasi bir güce dönüştürebilirse ve Irak Kürtleriyle doğrudan iletişim kanalları oluşturursa, Irak’ın geleceğinde son derece etkin olabilir.
Kuzey Irak’la güçlü iletişim kanallarına sahip bir Türkiye’nin Kerkük ve Türkmenler konusunda istediklerine ulaşması daha muhtemel. Ayrıca Kürt liderler, çok ihtiyaç duydukları Türkiye’nin desteğini almaları durumunda PKK ile mücadelede etkin destek sağlayabilirler. Irak’ta yaşanan mevcut paylaşım savaşına yoğunlaşan Kürt liderler için PKK birincil sorun değil. Ama bu paylaşımdan sonra topraklarında konuşlanmış silahlı PKK militanlarını kendilerine karşı tehdit olarak görecekleri ortada. Sonuç olarak ekonomik ve kültürel açıdan Türkiye’nin etkisinde olan bölgenin siyaseten de etki altına alınması kurulacak diyalog kanallarıyla rahatlıkla sağlanabilir.
Paylaş
Tavsiye Et