Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (February 2008) > Kapak > Başörtüsü yasağı, Türkiye’nin geleceğine ipotek koyuyor
Kapak
Başörtüsü yasağı, Türkiye’nin geleceğine ipotek koyuyor
Fahrettin Altun
İm­pa­ra­to­ru­mu­zun ül­ke­sin­de yal­nız­ca iki sı­nıf in­san tü­re­miş­tir: Ruh­ban­lar ve şö­val­ye­ler. Tah­tı hak­kıy­la ko­rur, her fır­tı­na­ya kar­şı du­rur­lar. Kar­şı­lı­ğın­da ise sa­de­ce dev­le­te ve ki­li­se­ye el ko­yar­lar. Di­ğer ta­raf­ta ise hal­kın ak­lı­nı ka­rış­tı­ran, bu­la­nık dü­şün­ce­le­re sa­hip din­siz­ler ve si­hir­baz­lar yer alır.
Jo­hann Wolf­gang von Go­et­he, Fa­ust, 1832
 
BU­GÜN­LER­DE CHP kur­may­la­rı­nın ya da yük­sek yar­gı bü­rok­ra­si­si­nin ba­zı müm­taz şah­si­yet­le­ri­nin “tür­ban” ko­nu­sun­da­ki açık­la­ma­la­rı­nı her duy­du­ğum­da ak­lı­ma Ab­dul­lah Cev­det’in “Ku­r’an’ı da, ka­dı­nı da aç” şi­a­rı ge­li­yor. Bu yak­la­şı­mın Cum­hu­ri­yet elit­le­ri­nin an­lam dün­ya­sı üze­rin­de sa­nıl­dı­ğın­dan da­ha faz­la et­ki­li ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yo­rum. Cum­hu­ri­yet dö­ne­min­de din, top­lum­sal ve si­ya­si içe­ri­ğin­den so­yut­la­nıp vic­da­ni ve bi­rey­sel bir ala­na hap­se­di­lir­ken ve ken­di­si­ne ye­ni bir for­mat ka­zan­dı­rıl­ma­ya ça­lı­şı­lır­ken ya da ka­dın, Türk ti­pi mo­dern­leş­me­nin sim­ge­si ola­rak ye­ni­den ta­sar­la­nır­ken alt­tan alt­ta bu şi­a­ra re­fe­rans­ta bu­lu­nu­lu­yor gi­bi­dir.
Şe­rif Mar­din’in de dik­ka­ti­mi­zi çek­ti­ği gi­bi 1890’lar­dan iti­ba­ren Os­man­lı ay­dın­la­rı ara­sın­da ken­di­si­ne yer bu­lan po­zi­ti­vist ide­olo­ji, “hal­kın ge­le­nek­sel bil­gi da­ğar­cı­ğı­na kar­şı sa­bır­sız ve ta­ham­mül­süz” dav­ran­dı. Bu dav­ra­nış ki­pi, Cum­hu­ri­yet’in ku­ru­lu­şun­dan bu­gü­ne ka­dar, sta­tü­ko­cu güç­ler ara­sın­da ege­men bir ka­lıp ola­rak var­lı­ğı­nı sür­dür­dü. Top­lum­da­ki ca­ri ge­le­nek­le­re dö­nük ta­ham­mül­süz ta­vır, ace­le­ci, ja­ko­ben, bas­kı­cı ve ya­sak­çı dö­nüş­tür­me po­li­ti­ka­la­rı­nı be­ra­be­rin­de ge­tir­di. Bu sü­re­ci yön­len­di­ren güç­le­rin baş­lı­ca da­ya­na­ğı, “doğ­ru­yu elin­de bu­lun­dur­ma” ay­rı­ca­lı­ğı idi. Yi­ne Ab­dul­lah Cev­det’in de­di­ği gi­bi din, “ava­mın il­mi”ydi, oy­sa ha­va­sa “po­zi­ti­vist bi­lim” yön ve­ri­yor­du.
Bu­ra­da­ki po­zi­ti­vizm, 19. yüz­yı­lın kla­sik po­zi­ti­viz­miy­di. Bu po­zi­ti­viz­min özel­li­ği bir yan­dan ma­ter­ya­list bir ka­rak­ter arz eder­ken, di­ğer yan­dan güç­lü bir mis­tik yö­nü­nün bu­lun­ma­sıy­dı. Kla­sik po­zi­ti­viz­min ku­ru­cu fi­gü­rü Au­gus­te Com­te ay­nı za­man­da “in­san­lık di­ni”ni de ku­ran ki­şiy­di. Ge­le­nek­sel ola­na kar­şı ma­ter­ya­list, mo­dern ola­na kar­şı ise mis­tik bir tarz­da yak­laş­ma tav­rı, bi­zim Cum­hu­ri­yet elit­le­ri­miz ta­ra­fın­dan te­va­rüs edil­di ve res­mî söy­le­min ku­ru­cu un­su­ru ha­li­ni al­dı.
Cum­hu­ri­yet Ba­tı­lı­laş­ma­sı ken­di var­lı­ğı­nı iki me­kan üze­rin­de so­mut­laş­tır­mak is­te­di: Ka­dın be­de­ni ve şe­hir. Mo­dern­leş­me­ci elit­le­ri­miz her iki­si­ne kla­sik po­zi­ti­vist çer­çe­ve dâ­hi­lin­de yak­laş­tı­lar. Ka­dı­nın geç­miş­te­ki top­lum­sal tem­si­li­ne ba­kar­ken, kar­şı­la­rı­na çı­kan di­nî içe­rik do­la­yı­sıy­la onu ka­tı bir dil­le eleş­tir­di­ler; di­nin ka­dı­nı ez­di­ği­ni, onun öz­gür­lü­ğü­nü or­ta­dan kal­dır­dı­ğı­nı söy­le­di­ler. Ka­dı­nın ken­di zi­hin­le­rin­de­ki mo­dern ver­si­yo­nu için ise son de­re­ce mis­tik ta­sav­vur­lar or­ta­ya koy­du­lar ve Türk ka­dı­nı­nı res­me­der­ken bu ta­sav­vur­lar­dan ha­re­ket et­ti­ler. Söz ko­nu­su mis­tik bo­yut, ken­di­si­ni ön­ce mo­dern Türk ka­dı­nın kı­ya­fe­tin­de gös­ter­di. Türk ka­dı­nı Av­ru­paî tarz­da gi­yin­me­li, öz­gür­lü­ğü­nü bu tarz gi­yi­ne­rek tes­cil­le­me­liy­di. Ak­si, bir ter­cih me­se­le­si de­ğil­di, doğ­ru­dan ge­ri­ci­li­ğin sa­vu­nu­su an­la­mı­na ge­lir­di. Ken­di­le­ri­ne mil­le­tin efen­di­si den­di­ği hal­de bun­dan ha­ber­le­ri ol­ma­yan köy­lü ka­dın­la­rı­nın kı­ya­fet­le­ri ma­zur gö­rü­le­bi­lir­di. Çün­kü on­lar he­nüz Ay­dın­lan­ma­mış­lar­dı. Ay­dın­lat­mak, la­ik­leş­tir­mek bir ah­la­ki düs­tur, bir kut­sal ve­ci­bey­di Cum­hu­ri­yet ka­dın­la­rı­nın üze­rin­de.
Ay­nı­sı Cum­hu­ri­yet elit­le­ri­nin şe­hir ta­sav­vur­la­rı için de ge­çer­liy­di. İs­tan­bul ha­bis­ti, “her bah­tı ka­ra­nın gör­mek is­te­di­ği” An­ka­ra ise kut­sal. (Bu­gün CHP’nin ve sta­tü­ko­cu güç­le­rin An­ka­ra ve ba­şör­tü­sü has­sa­si­ye­ti bu yö­nüy­le bir­bi­riy­le ak­ra­ba has­sa­si­yet­ler­dir.)
Vel­ha­sıl, Cum­hu­ri­yet elit­le­ri bü­tün po­zi­ti­vist­lik­le­ri­ne rağ­men, ras­yo­nel ön­cül­ler ek­se­nin­de si­ya­set yap­mak ye­ri­ne kut­sal­lar in­şa ede­rek si­ya­se­ti ki­lit­le­me­yi ter­cih et­ti­ler. Ve ne za­man­ki kut­sal­laş­tı­rı­lan pro­je­ler ba­şa­rı­sız­lık­la so­nuç­lan­sa der­hal “re­jim teh­dit al­tın­da” alar­mı ve­ril­di.
 
Ba­şör­tü­sü Ya­sak­la­rı ve Sta­tü­ko
Ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı, Tür­ki­ye’nin ge­le­ce­ği­ni doğ­ru­dan il­gi­len­di­ren, sa­hi­ci bir me­se­le­dir. Bu ya­sak­la­rın Türk si­ya­set sah­ne­sin­de bu den­li ha­ra­ret­li bir tar­tış­ma­nın ko­nu­su ol­ma­sı, doğ­ru­dan Tür­ki­ye’nin ge­le­ce­ği­nin na­sıl şe­kil­len­di­ri­le­ce­ği ile il­gi­li bir du­rum­dur. 
Türk top­lu­mu­nun, ha­ya­tın hiç­bir ala­nın­da ba­şör­tü­sü ile bir so­ru­nu ol­ma­dı­ğı açık. Ba­şör­tü­sü ile so­ru­nu olan­lar sta­tü­ko­cu güç­ler­dir. Çün­kü ba­şör­tü­sü­nün top­lum­da yay­gın­laş­ma­sı ve bu­na pa­ra­lel ola­rak ba­şör­tü­lü­le­rin ken­di iç­le­rin­den güç­lü elit­ler çı­kar­ma­ya baş­la­ma­la­rı, Türk Ba­tı­lı­laş­ma pro­je­si­nin güç­lü bir aya­ğı­nı sa­kat­la­mış­tır.
Türk ay­dın­lan­ma­cı des­po­tiz­mi, bu­gün ba­şör­tü­lü ka­dın­la­rın en­te­lek­tü­el zen­gin­li­ği­ni, top­lum­sal di­na­miz­mi­ni açık­la­mak­tan aciz du­rum­da. Çün­kü bu yak­la­şı­mın da­yan­dı­ğı po­zi­ti­vizm, 19. yüz­yı­lın sığ po­zi­ti­viz­mi­dir ve or­ta­ya çık­tı­ğı coğ­raf­ya­lar­da çok güç­lü eleş­ti­ri­ler­le da­ya­nak­sız bı­ra­kıl­mış­tır. Ne ya­zık ki, bay­ra­ğı­na Com­te’un ana il­ke­si or­dem e prog­res­so (dü­zen ve iler­le­me)’yi ko­yan Bre­zil­ya ve ana si­ya­si gü­zer­ga­hı­nı kla­sik po­zi­ti­viz­min ön­ka­bul­le­riy­le şe­kil­len­di­ren Tür­ki­ye’de­ki sta­tü­ko­cu güç­ler için bu eleş­ti­ri­le­rin bir hük­mü yok. Çün­kü on­lar son de­re­ce mis­tik bir bi­çim­de “bü­yük­le­ri­miz­den böy­le gör­dük” de­me­yi, dün­ya­da olan bi­te­ne, Türk top­lu­mun­da­ki di­na­miz­me ku­lak tı­ka­ma­yı ma­ha­ret sa­yı­yor­lar.
Oy­sa sta­tü­ko­cu güç­le­rin ya da sta­tü­ko yan­lı­sı ay­dın­la­rın ar­tık şu­nu an­la­ma­sı ge­re­ki­yor. Top­lum de­ği­şi­yor, top­lu­mun di­na­miz­mi dev­le­tin, sta­tü­ko­cu güç­le­rin di­na­miz­mi­nin çok ama çok öte­sin­de. Tek-tip­leş­ti­ri­ci dü­zen­le­me­le­rin, tek bo­yut­lu va­tan­daş mo­de­li­nin, yu­ka­rı­dan aşa­ğı­ya mo­dern­leş­tir­me si­ya­set­le­ri­nin, hal­ka rağ­men halk için po­li­ti­ka­la­rı­nın ve gü­ven­lik mer­kez­li top­lum ta­nım­la­rı­nın ar­tık kar­şı­lı­ğı yok. Bu po­li­ti­ka­la­rın da­yan­dı­ğı si­ya­sal on­to­lo­ji de ar­tık es­ki­miş du­rum­da. Önü­nüz­de du­ran top­lum dün­den da­ha me­lez, da­ha ge­çir­gen, da­ha kar­ma­şık ve çok da­ha eği­tim­li bir top­lum.
Ge­lin gö­rün ki, me­se­le­yi sa­de­ce bir­ta­kım zi­hin­sel ön­cül­ler ara­sın­da­ki çe­liş­ki ile açık­la­mak da tek ba­şı­na ye­ter­li de­ğil. Bir de or­ta­da ik­ti­dar kav­ga­sı var. Bu kav­ga­nın hem eko­no­mik, hem si­ya­si hem de top­lum­sal bir bo­yu­tu var. “Teh­li­ke­nin far­kın­da mı­sı­nız?” na­ka­rat­la­rı et­ra­fın­da re­jim tar­tış­ma­sı aç­mak is­te­yen­le­rin mev­cut si­ya­si, eko­no­mik ve top­lum­sal im­ti­yaz­la­rı­na da­ir cid­di en­di­şe içe­ri­sin­de ol­duk­la­rı­nı da unut­ma­mak ge­re­ki­yor. 
 
Ba­şör­tü­sü Ya­sak­la­rı­nın Akı­be­ti Ne Ola­cak?
Hiç şüp­he­siz, 28 Şu­bat sü­re­ci­nin en tra­jik so­nuç­la­rın­dan bir ta­ne­si ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı ol­du. Bu­gün söz ko­nu­su sü­re­cin ku­ru­cu fik­ri­ya­tı­nın ne ka­dar sığ bir hav­sa­la­ya sa­hip ol­du­ğu­nu çok kü­çük bir azın­lık dı­şın­da her­kes tes­lim edi­yor­sa da, sü­re­cin mi­mar­la­rı­nın top­lu­ma da­yat­tı­ğı ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı hâ­lâ ge­çer­li­li­ği­ni ko­ru­yor.
En az on yıl­dır ta­viz­siz­ce uy­gu­la­nan ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı­nın mu­ha­ta­bı olan ka­dın­lar, eği­tim hak­la­rın­dan mah­rum bı­ra­kı­lı­yor­lar. O ne­den­le, ba­şör­tü­lü ka­dın­la­rın baş­la­rı­nı aç­ma­dan üni­ver­si­te eği­tim­le­ri­ni sür­dü­rüp sür­dü­re­me­me­le­ri ha­li­ha­zır­da tar­tış­ma­nın mer­ke­zi­ne otur­muş du­rum­da. Dev­let adı­na bi­ri­le­ri eği­tim hak­la­rı en­gel­le­nen bu in­san­lar­dan özür di­le­me­li ve on­la­rın eği­tim hak­la­rı en kı­sa za­man­da sağ­lan­ma­lı, bu sü­reç­te okul­la­rın­dan atı­lan­lar tek­rar af yo­luy­la ge­ri alın­ma­lı­dır. Fa­kat ba­na ka­lır­sa önü­müz­de­ki me­se­le, ba­şör­tü­lü­le­re eği­tim hak­kı ve­ri­lip ve­ril­me­me­si ile sı­nır­lı bir du­rum da de­ğil.
Ör­tün­mek, kay­na­ğı her ne­re­den ge­lir­se gel­sin bir hak­tır. Tek kat, iki kat, üç kat, kat kat; her na­sıl olur­sa ol­sun bir hak. Bu me­se­le­nin hem top­lum­sal hem in­sa­ni bir bo­yu­tu var. Bu­nun­la bir­lik­te bu top­lum, ka­hir ço­ğun­lu­ğu­nu Müs­lü­man­la­rın oluş­tur­du­ğu bir top­lum. Ve be­nim bil­di­ğim ka­da­rıy­la bu top­lum içe­ri­sin­de ba­şör­tü­sü de­nen ör­tü­nün İs­lam’ın bir ger­çe­ği ol­du­ğu hu­su­sun­da bir fi­kir ay­rı­lı­ğı da yok. Bu yö­nüy­le ba­şör­tü­sü di­nî bir sim­ge de­ğil, di­nî bir ha­ki­kat. Fa­kat işin bu kıs­mı da dev­le­ti ya da re­jim adı­na ko­nuş­tu­ğu­nu veh­me­den­le­ri il­gi­len­di­re­cek bir ko­nu de­ğil. Her ne olur­sa ol­sun, dev­let, va­tan­daş­la­rı­nın hak­la­rı­nı baş­ta ken­di ala­nı içe­ri­sin­de ko­ru­mak zo­run­da­dır. Ak­si tak­dir­de ni­çin ken­di va­tan­daş­la­rı­na kar­şı şid­det kul­lan­ma te­ke­li­ni elin­de bu­lun­dur­du­ğu­nu teo­rik ola­rak da­hi izah ede­mez.
Di­nî ya da baş­ka bir sim­ge ya da ha­ki­kat. Fa­kat, “Ba­şör­tü­sü di­nî bir ha­ki­kat­tir ve her di­nî ha­ki­kat ka­dar si­ya­si­dir, on­dan da­ha faz­la de­ğil” de­di­ği­niz­de bi­ri­le­rin­den şu ce­va­bı işi­te­bi­lir­si­niz: Ba­şör­tü­sü baş­ka, tür­ban baş­ka. CHP li­de­ri­nin söy­le­di­ği gi­bi: “Bu tür­ban­dır, öy­le an­ne­an­ne­le­ri­mi­zin, ni­ne­le­ri­mi­zin ört­tü­ğü tür­den ba­şör­tü­sü de­ğil.” Ne il­ginç de­ğil mi? Tür­ba­nı ön­ce mo­del ola­rak öne­ren­ler, da­ha son­ra onu mev­cut “kö­tü” ör­ne­ğin adı yap­tı­lar. İşin da­ha da il­gin­ci, var­lı­ğı­nı ge­le­ne­ğin im­ha­sı­na ada­mış bir si­ya­si ha­re­ke­tin, şim­di ken­di­si­ni ge­le­nek sa­vu­nu­su­na ada­mış bir gö­rün­tü arz et­me­si. Fa­kat bun­la­rın ya­nın­da ya­pıl­ma­sı ge­re­ken bir baş­ka tes­pit de, Tür­ki­ye’de sis­tem par­ti­si ola­rak ken­di­si­ni yan­sı­tan CHP’nin si­ya­se­tin dü­ze­yi­ni sü­rek­li da­ha aşa­ğı çek­me­si­dir. CHP, kül­tür­den ve top­lum­dan ba­ğım­sız (bi­ha­ber de­mek da­ha doğ­ru) bir si­ya­set ör­güt­le­di­ği ka­dar, eko­no­mi­den (Tür­ki­ye İş Ban­ka­sı) de ba­ğım­sız ola­bil­se ne gü­zel olur. 
Dik­kat et­me­miz ge­re­ken önem­li bir nok­ta, ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı­nın sa­de­ce üni­ver­si­te eği­ti­mi ala­nın­da de­ğil, top­lum­sal ha­ya­tın her ala­nın­da kar­şı­mı­za çık­mak­ta, ba­şör­tü­lü ka­dın­la­rın ay­rım­cı­lı­ğa ta­bi tu­tul­mak­ta ol­du­ğu­dur. Bu ay­rım­cı­lı­ğı kö­rük­le­yen ve yü­rü­ten baş­lı­ca ak­tör ise dev­let ve ku­rum­la­rı­dır.
Unu­tul­ma­ma­lı­dır ki, dev­le­tin tem­sil­ci­le­rin­den bi­ri­si de hü­kü­met­tir ve bu me­se­le çö­zül­me­di­ği sü­re­ce AKP de, bu ay­rım­cı po­li­ti­ka­la­rın sür­dü­rül­me­sin­de pay sa­hi­bi ola­cak­tır. Tür­ki­ye’de si­ya­set ya­pan­lar ve ken­di­le­ri­ni top­lu­mun tem­sil­ci­le­ri ola­rak gö­ren­ler, ba­şör­tü­sü ya­sak­la­rı­nın Tür­ki­ye’nin va­ro­luş prob­le­mi ile ala­ka­lı ol­du­ğu­nu bil­mek du­ru­mun­da­dır­lar. Me­se­le, sa­de­ce ba­şör­tü­sü me­se­le­si ile kal­ma­mak­ta, bir ka­dın mo­de­li­nin top­lu­ma da­ya­tıl­ma­sı, kör kü­tük mo­dern­leş­me po­li­ti­ka­la­rı­nın top­lum­sal ba­rı­şı teh­dit et­me­si bo­yut­la­rı­na var­mak­ta­dır. Bu sü­reç­te MHP ve AKP’nin ba­şör­tü­sü ya­sa­ğı­na da­ir ta­vır­la­rı sa­de­ce üni­ver­si­te eği­ti­mi­ni kap­sar ve da­ha son­ra ger­çek­le­şe­cek ay­rım­cı­lık­la­rın yo­lu­nu açar­sa, o tak­dir­de çok cid­di bir ha­ta ya­pıl­mış olur. 
Ba­şör­tü­sü sı­na­vı, Tür­ki­ye’nin ge­le­ce­ği hak­kın­da önem­li ipuç­la­rı­nı bün­ye­sin­de ba­rın­dır­mak­ta­dır. Tür­ki­ye bir ter­cih yap­mak du­ru­mun­da­dır: Ya 1930’lar­da edi­nil­miş sa­nal kor­ku­la­rı­nı ya­şa­ma­ya de­vam edip git­tik­çe ken­di içi­ne ka­pa­na­cak ya da öz­gü­ven içe­ri­sin­de, top­lum­sal ba­rış or­ta­mı in­şa ede­rek ken­di ger­çek so­run­la­rı ile hem­hal ola­cak.

Paylaş Tavsiye Et