DİNDARLARA uygulanan sembolik ve fiilî şiddetin sembolü olarak “başörtüsü sorunu” yine gündemde. Daha önce “mahalle baskısı” ve “Malezya olur muyuz?” tartışmalarıyla elde edilmek istenen ve “korkunun imalatı” yöntemine dayanan siyasi-ideolojik çıkarlar şimdi de başörtüsü problemi üzerinden kazanılmaya çalışılıyor. “Kemalist mahalle”nin bekçileri, ellerinden kayıp gitmekte olan siyasi, ekonomik ve ideolojik iktidarlarını korumak maksadıyla, olmayan korkuları imal ederek bir taraftan mevcut hükümeti diğer taraftan da dindar kitleleri sindirmeye çalışıyor. Yukarı mahalle elitlerinin tetikçiliğini yapan medya kalemşorları da bu sayede kendilerine gelerek 22 Temmuz’un şokunu atlatma fırsatı bulduklarını düşünüyorlar. Yüksek yargının yeniden 28 Şubat provaları yapmaya başlayan kimi mensupları da 1930’lu yıllarda kalmış zihniyet yapılarıyla aslında bu ülkedeki en “muhafazakâr” kurumun, yargı sistemi olduğunu bir kere daha göstermiş oldular. Velhasıl, ülkenin siyasi, iktisadi ve entelektüel elitlerinin değiştiği bu süreçte imtiyazlı konumlarının sarsıldığını gören ve Türkiye’nin tarihsel yürüyüşünün kendi parazit pozisyonlarını “olumsuz yönde” etkileyeceğini düşünen Kemalist elitler “iyi saatte olsunlar”ı da kışkırtmak suretiyle yeni bir kriz çıkartmaya ve bu yolla eskiye dönüşü gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Kendi çıkarlarını “rejim”in çıkarlarıyla özdeşleştiren, demokrasiden ve onun temel unsurları olan sivil siyaset ve parlamentodan zerre kadar hazzetmeyen, başörtüsünün AİHM tarafından yasaklandığını iddia edebilecek kadar da ileri gidip açıkça yalan söyleyen bu “ciddi” adamlar (ve kadınlar) aslında ne kadar haksız ve çaresiz olduklarını açığa vuruyorlar bu tavırlarıyla.
Din ve dindarlardan hazzetmeyen bu elitlerin başörtüsünü yasaklamak için kullandıkları en bildik bahane ise “türban siyasi simgedir” iddiası. Aslında hür ve iffetli bir Müslüman kadını sembolize eden başörtüsü/türbanın belli bir partinin simgesi olmadığı CHP’ye bile oy veren başörtülülerin varlığı (ve bu yöndeki bulguları gösteren kamuoyu araştırmaları) sebebiyle aşikâr. Diğer taraftan, asıl soru(n) başörtüsü yasaklarının neyi simgelediği meselesi. Yıllardır süren utanç verici yasaklar sebebiyle aslında başörtüsü, onun “siyasi sembol” olduğunu söyleyenlerin, dindar kitleler üzerindeki baskı ve zulümlerinin sembolü oldu.
Öte yandan başörtüsü bazı Avrupa ülkelerinde de -çok daha sınırlı da olsa- yasaklar kapsamına alındı. Burada da başörtüsünün simgesel özelliği öne çıkıyor. Zira Avrupa’daki (özellikle Fransa ve Almanya’daki) yasak, Batılı “ben-idraki”nin dışlayıcı yüzünün bir tezahürü olan ırkçılık ve yabancı düşmanlığını, yüzyıllar öncesinden gelen İslam/Osmanlı korkusu ve nefretini, geleceğe yönelik abartılı “azınlık kalma” korkusunu ve sömürgeci alışkanlıkların ürünü “medenileştirme misyonu”nu, “beyaz adamın yükü”nü simgeliyor. Aynı zamanda, toplumsal sorunları öncelikle çatışma yoluyla çözme geleneğine dayalı ve güçlü sınıfların güçsüzleri ezdiği tarihsel mirasın, hâsılı Batılı toplumsal örgütlenmenin temelinde yatan çatışmacı karakterin bir yansıması, sembolü başörtüsü yasakları.
Bizde ise başörtüsüne duyulan alerji çok daha “süfli” ve yüzeysel. Zira fazla tarihî derinliği olmayan, daha ziyade gündelik çıkarları korumak hesabıyla uygulanan bir yasak. Ancak baskıcı tek parti rejiminin siyasi kültürünü oluşturan kodlarla da yakından ilgili. Bu çerçevede halkı zorla “adam etme” anlayışı ve bunun altında yatan “cahil halk, hurafe gelenek” varsayımının, toplumun kendi öznelliği olamayacağı düşüncesinin ve fakat hem bir “modern özne” olma hem de Müslüman kalmanın bir sembolü olan başörtüsünü görünce afallayıp kalmanın simgesi başörtüsü yasağı. Diğer taraftan, devlet adamlarının yaptığı dış gezileri yalnızca “Türkiye’nin ve çağdaş Türk kadının imajı” çerçevesinde değerlendiren köşe yazarlarının Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın eşlerinin giyim-kuşamına getirdikleri “eleştiriler” örneğinde görüldüğü gibi, Kemalist elitler için modernleşmenin tamamen görüntüden ibaret olduğunun, yani “gardırop modernleşmesi”ni en temel hedefi bellemiş Kemalizm’in içi boş bir “cilalı imaj ideolojisi” olduğunun göstergesi.
Son olarak, yıllardan beri ısrarla uygulanan bu haksız ve mesnetsiz yasak, Türkiye’de hukukun ne ölçüde siyasallaşmış ve çifte standartlarla dolu olduğunu bize sürekli hatırlatan bir sembol. Bu yasağın kaldırılması ise, bir yandan devletin milletle barışmasının, öte yandan da Türkiye’nin kendi asli kimliğine bürünmesine giden yolun bir simgesi olacak.
Paylaş
Tavsiye Et