BAŞÖRTÜSÜNE yönelik hukuka aykırı ve ayrımcı yasağın kaldırılması yönünde AK Parti ile MHP’nin ittifakı, başörtüsü etrafında Türk siyasi hayatındaki birçok fay hattının ve paradoksun harekete geçmesine yol açtı. Türk siyasi hayatındaki temel dinamiklerden biri olan merkez-çevre ilişkileri, milliyetçilik ve ulus-devlet anlayışındaki çelişkilerin su yüzüne çıkmasına yol açan başörtüsü tartışmaları, MHP bakımından da paradoksal durumlar yarattı.
MHP merkezle çevre arasında salınan, buna bağlı olarak da istikrarlı bir konum edinemeyen bir siyasi parti olarak dikkat çekiyor. Bu durum, her şeyden evvel MHP’nin milliyetçi ideolojisinden kaynaklanıyor. Milliyetçiliğin ulus-devletle tanımlanması veya özdeşleştirilmesi, benzer bir çelişkiyi neredeyse bütün milliyetçi siyasi parti veya hareketlerin bünyesinde mündemiç kılıyor.
Nitekim Türkiye’de milliyetçilik, İttihatçılardan itibaren devlet ideolojisine dönüşmeye ve siyasi merkezin bir ideolojisi olarak toplumsallaşmaya başladı. Bu durumun yarattığı sıkıntılar, İkinci Meşrutiyet sonrasındaki tartışmalarda ve hatta Milli Mücadele döneminde de görülebilir. Bu tartışmaların telafi edilemez bir kırılmaya inkılap etmesi, tek parti (CHP) yönetimi altında Kemalizm tecrübesinde yaşandı. Bu dönemde Türklük, antik bir döneme atıfla, devlet ekseninde ve ırk tedaisi etrafında tanımlanmaya çalışıldı. Ancak Türklerin başta Osmanlı olmak üzere İslam tarihi içerisinde yaşadıkları tecrübelerini yok farz eden ve resmî düzeyde Müslüman kimliğini en azından görmezden gelen bu Türklük tanımı, siyasi merkez dışında çevrede kabul görmedi.
Türkiye’nin tek parti diktatörlüğünden kurtulmasından sonra, bu alanda yaşanan yumuşama ve yeniden tanımlama ihtimali, askerî darbeler ve resmî ideolojiyi esas alan milli güvenlik devleti tarafından bertaraf edildi. Böylece milli kimlik ve milliyetçilik, merkezle çevrenin kutuplaşması içinde yer almaya devam etti. Bu yüzden de, Müslüman azınlıklar etnik mesele, Müslüman çoğunluk ise laiklik anlayışından kaynaklanan din ve vicdan hürriyetinin ihlali üzerinden merkezle gerilim yaşamayı sürdürdü.
MHP’nin dayandığı fikrî miras bu gerilimleri temellük etmenin ötesinde, kurucu lideri Alpaslan Türkeş’in şahsında katmerli bir şekilde bünyesine dâhil etti. Türkeş, 27 Mayıs 1960 Darbesi’ne katılmak suretiyle zaten baştan itibaren çevre nezdinde bir meşruiyet problemi yaşadı. MHP’nin kuruluş aşamasındaki Kemalist ve Türkçü vurgusu da, partiyi merkezin yeni aktörü gibi takdim etti. Ancak MHP’nin zaman içerisinde merkezden dışlanmanın ve çevreden ilgi görmemenin getirdiği bir anlayışla Kemalizm’den ve Türkçülükten uzaklaşarak Türk-İslam sentezi çizgisine gelmesi pozisyonunu değiştirdi.
1970’lerin başında gelişen kapitalizmden rahatsız olan ve Soğuk Savaş’ın komünizm tehdidi algılamasıyla anti-komünist cepheye savrulan kesimin temsilcisi olmayı başaran MHP, 70’lerin ikinci yarısındaki şiddet ortamında Alevilere karşı Sünni reaksiyoner cephenin partisine dönüştü. Bu gelişmeyle, dinî hassasiyeti giderek artan ve partiyi kuşatan ülkücü hareket, dinî ve taşralı kimliğiyle merkezkaç özellikler göstermeye başladı. Ancak ideolojik düzeyde sağlanmış görülen dengeye rağmen, Türkeş ve MHP Genel Merkezi ile ülkücü hareketin gövdesi arasında bir başka tür merkez-çevre gerginliği oluştu. 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası ülkücülere devrimcilerle aynı muamele tatbik edilince, ülkücü hareketin merkeze olan mesafesi arttı. 12 Eylül öncesi MHP liderliğinin ve resmî ideolojinin giderek daha sert bir şekilde eleştirildiği bu süreçte, MHP’nin kuruluşundaki paradoks ve gerginlikler yeniden tetiklendi. Bu istikrarsızlık, MHP içinden dinî hassasiyetleri dikkat çeken Muhsin Yazıcıoğlu önderliğindeki gençlik liderlerinin ayrılmasına rağmen sona ermedi. Komünizm tehdidinin ortadan kalkışı da, dış düşman etrafında birleşme söylemini Türkeş’in elinden aldı. Bu meyanda Doğu ve Güneydoğu’da meydana gelen Kürt sorunundan mütevellit PKK, MHP üzerinde ilk elde sağaltıcı bir etki yarattı. Ancak bu sağaltıcı etki, kısa zamanda yerini Türk milliyetçiliğinin içindeki Türkçü, dışlayıcı damarla İslami bütünleştirici damar arasındaki fay kırıklarını harekete geçirdi. Keza, 28 Şubat sürecinde RP ve DYP karşısındaki cephede yer alışı, MHP’nin mayasına çalınmış bu ideolojik ve sosyolojik problemleri müzminleştirdi.
Bu süreç son olarak Nisan 2007’de başlayan Cumhuriyet mitingleri ve Cumhurbaşkanlığı krizinde MHP’yi çok zor durumda bırakan bir makasın içine aldı. Bir yanda merkezin diğer yanda çevrenin kutuplaşması, büyük şehirlerle Ege ve Marmara’da partiye PKK şiddeti dolayısıyla sempati duyan reaksiyoner ve laik yeni milliyetçilerle, geleneksel tabanını oluşturan Sünni hassasiyete sahip Orta ve Doğu Anadolu ile Karadeniz bölgesi arasındaki farklılıkları telif etme problemi yarattı. Öteden beri merkez karşısındaki zaman zaman teslimiyetçi ve çoğu zaman da ürkek ve çekingen tavrı, MHP’yi çevreden ziyade merkeze yakın gösterdi. MHP liderliğinin de memnun olmadığı bu stratejik açmaz, partiye seçimlerde %15 kadar oy getirmesine rağmen, gerek liderlikte gerekse teşkilatta tam bir dehşet yarattı. MHP, geleneksel tabanında ciddi bir oy kaybına uğrarken; Ege ve Marmara’da DYP’nin çöküşü ve CHP’nin AK Parti karşıtı cepheyi toparlama kabiliyeti gösterememesinden kaynaklanan oy kaymasından istifade etti. Liderliği, elitleri ve teşkilatında zaten zar zor sağlanan ideolojik ve sosyolojik dengenin büsbütün sarsılması korkusuyla “titreyip kendine gelen” MHP, her fırsatta geleneksel denge ve tabanını gözetecek siyasi hamlelere yöneldi. Bu şekilde 22 Temmuz seçimlerinde ortaya çıkan seçmen iradesine ve kendi geleneksel tabanına mesaj vermek isteyen MHP, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde TBMM’ye girme kararının ardından üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılması için AK Parti ile işbirliğine girdi.
Mamafih, MHP’nin bu hamlelerine ve ulusalcılara, cuntacılara ve çetecilere karşı 22 Temmuz seçimlerinden sonra net bir tavır alışına rağmen, mayasında hâlâ “merkezci” bir kanat olduğu başörtüsü meselesine bakışından ve Deniz Bölükbaşı, Gündüz Aktan gibi siyasi figürlerin üsluplarından anlaşılıyor. Nitekim MHP, başörtüsü yasağının sadece üniversitelerde kaldırılması ve kamu görevlileri arasında devam etmesinde kararlı. Üstelik üniversitelerde çözümün “Gülhane fiyongu”yla olmasını istiyor. MHP’nin 22 Temmuz seçimleri sonrasındaki imajı ve karşı cephenin şirretliği yüzünden dikkat çekmeyen bu merkezci ve otoriter tavır, çevreyi ve muhafazakâr tabanı tatmin etmekten uzak. Bu vadide MHP, tıpkı DYP ve ANAP gibi çevredeki dönüşümü ve bu dönüşümün ürünü yeni zihniyet ve elitleri algılayamıyor. Artık bu tür sınırlı siyasi hamleler ikna edici bir politika olmaktan çıktı. Bu bakımdan MHP’nin başörtüsü hamlesi, onu korkularından ve geleneksel paradoksundan kurtarmak yerine, tam da paradoksun mantıki sonuçlarıyla karşılaşmaya sürükleyecek bir tartışmaya götürebilir. MHP’nin çevredeki dönüşümü anlamadığı halde anlamış gibi görünmesi, yağmurdan kaçarken doluya tutulmasıyla sonuçlanabilir.
Paylaş
Tavsiye Et