Alman Basını Die Zeit online
Çeviri: Haşim Koç
17 Mart 2008 Von Günter Senfert
Yargıç Cumhuriyeti! Türkiye’nin liberalleri geçtiğimiz hafta sonundan beri ülkelerini böyle isimlendiriyorlar. Nedeni de, ülkenin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin, sekiz ay önceki seçimlerde neredeyse her iki seçmenden birinin oyunu almış olan bir hükümetin kaderini tayin eden bir karar verecek olması.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, iktidar partisinin kapatılması talebiyle dava açtı. Türkiye’deki bir yargıç, rejimi koruma kaygısıyla hükümetteki AKP’yi yasaklamak istiyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise buna karşı kendisini Anayasa’da yapılacak bir değişiklikle korumak istiyor.
AKP, 2002 yılının sonundan beri iktidarda ve son seçimlerde tabanını daha da güçlendirdi. Yine de Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaya, AKP’nin “laiklik karşıtı eğilimlerin odağı” olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’nden partinin kapatılmasını talep etti. Bu suçlamaya dayanılarak, aralarında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan’ın da bulunduğu yetmişten fazla politikacı da siyasetten men edilmek isteniyor.
Bunların hiçbiri yeni değil; tam aksine benzer davaların tarihi bir hayli geriye uzanıyor. Şaşırtıcı olan şey ise siyasi mücadelenin hâlâ bu şekilde devam ediyor olması.
1963’te kurulmasından bu yana Anayasa Mahkemesi’nde sürekli olarak parti kapatma davaları açılageldi. Şu ana değin Türkiye’de neredeyse her iki yıla bir tane düşecek şekilde yirmi altı parti kapatıldı. Aynı zaman dilimi içerisinde Batı Avrupa’da sadece dört parti kapatıldı ve bunların ikisi Alman partisiydi. Avrupa’da en son parti kapatma İspanya’da gerçekleşmişti: ETA’nın siyasi kanadı olan Herri Batasuna 2002’de kapatılmıştı.
Türkiye’de 1963 yılından bu yana uygulanmakta olan kanunlar, iktidar partisini kapatmayı mümkün kılıyor. AKP’nin kapatılması davasıyla birlikte şu anda üç dava Anayasa Mahkemesi’nde görüşülüyor. AKP, geçen yıl parlamentoya giren Kürtçü DTP ve bu partinin selefi olan ve davası uzun yıllardır devam eden DEHAP.
Kürtçü partiler daha çok ayrılıkçılık ithamlarıyla yargılanırlarken, muhafazakâr partilerin çarptığı kaya ise, bu son AKP örneğindeki gibi, laiklik oluyor. Laikliğin zarar görmesi argümanı, şimdiye değin üç askerî darbenin meşrulaştırılmasına hizmet etti.
Aslında generaller ve Türk yargı sisteminin bir kısmı arasında ideolojik olarak büyük bir yakınlık bulunuyor. Her iki grup da otuzlu yıllardan kalma bir devlet ve toplum imajında ısrar ediyor. Bu yaklaşıma göre, toplumun tüm kesimleri milliyetçi olmalı ve hiç şüphe duymadan ilerlemeye inanmalı. Milliyetçilikten ufak bir sapma dahi ayrılıkçılık, dindar olarak yaşama ise dinci reaksiyon anlamına geliyor.
En son 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde, Danıştay Başsavcısı Tansel Çölaşan, seçilmiş başbakanın ve iki bakanının asılmasıyla sonuçlanan 1960 darbesini savunmuştu: “Bu bir darbe değil, devrimdi” ifadelerini kullanmıştı.
Çölaşan’ın bu konuşmasından yalnızca bir hafta sonra 14 Mart’ta AKP’nin kapatılması talebiyle dava açıldı. İddiaların merkezinde partinin üniversitelerde başörtüsüne özgürlük talep etmesi bulunuyor ve bu yüzden parti “karşı devrimci” olarak suçlanıyor.
1945’te çok partili sistemin hayata geçmesinden bu yana devrimci Kemalist partiler ancak askerî darbelerden sonra iktidara gelebilirlerken, normal seçimlerde muhafazakâr muhalefet zafer kazanmaktaydı. 2007 yazında düzenlenen son seçimlerde de laiklik ve milliyetçilik ateşinden yorulan seçmenler, AKP’nin oyunu %34’ten %47’ye çıkarmışlardı.
Başbakan Erdoğan’ın partisi AKP, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgelerde de oyların çoğunu almıştı. Bu nedenle Başbakan’ın 17 Mart’ta “bizim tarlamızı bereketlendiriyorlar, bir sonraki seçimde biz daha çok oy alacağız” demesinde şaşılacak bir şey yok.
Tabii o zamana kadar parti yaşarsa. Anayasa Mahkemesi’ndeki on bir yargıcın sekizi, laiklik meselelerinde sert kanatta yer alan bir önceki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in atadığı isimler. Bu da mahkemenin vereceği hükmün yönü açısından iyiye işaret etmiyor.
Bu nedenle Erdoğan ve adamları hızlı bir Anayasa değişikliği için uğraşıyorlar. Şimdiye kadar olduğu gibi on bir yargıcın yedisinin kararıyla değil de, hükmün oybirliğiyle alınması halinde parti kapatılmasının mümkün olacağı şeklinde bir değişiklik öngörülüyor. Ancak söz konusu değişiklik için Meclis’te yeterli desteğin bulunup bulunamayacağı tam bir muamma. AKP’nin liberal bir anayasa yapmakla uğraşmak yerine son dönemlerde sadece üniversiteli kızların başörtüsüyle uğraşmasının acısı şimdilerde ortaya çıkıyor.
Tavsiye Et
ABD Basını The Christian Science Monitor
Çeviri: Burcu Anatay
18 Mart 2008 Başyazı
2007’de yapılan seçimlerde büyük bir zafer kazanarak demokratik bir şekilde iktidara gelen bir siyasi partinin, seçimler üzerinden henüz bir yıl bile geçmeden yasaklanmaya çalışıldığını hayal edin. Size gülünç gelebilir ancak şu sıralar Türkiye’nin en yüksek yargı organı olan Anayasa Mahkemesi’nin önünde, “laikliğe aykırı davranmak” gerekçesiyle açılmış böylesi bir dava bulunuyor.
Mahkeme’nin, Türkiye’nin başsavcısı tarafından 14 Mart’ta önüne getirilen bu davada kapatılma yönünde karar vermesi hiç de olasılık dışı değil. Ve eğer Mahkeme bu kararı alırsa, AKP’yi, ülkenin laik Anayasası’nı ihlal etmekle suçlayan savcının yaklaşımını desteklemiş olacak.
Cami ile devletin ayrılması, Batı ile Ortadoğu’yu birbirine bağlayan bu NATO üyesi için bir var oluş meselesi. Modern Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun ardından başına geçtiği ülkeye Latin alfabesini ve kadınlara oy kullanma hakkını getiren Mustafa Kemal Atatürk’ün laik modeli üzerinde oturuyor.
Fakat savcının iddianamesi iktidar partisini, “dini temel alan” bir toplum oluşturmak doğrultusunda “kademeli olarak hareket etmekle” suçluyor. 2002’den beri Türkiye’yi yöneten ve ılımlı İslamcı olarak nitelendirilen AKP’nin lideri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise 16 Mart’ta yaptığı açıklamada suçlamaları reddetti. AKP ile köktendincilik arasındaki mesafenin “gece ile gündüz arasındaki farklılık kadar” olduğunu ifade eden Erdoğan, laikliğe olan bağlılığını bir kez daha teyit etti.
Buradaki problem, laiklerin Erdoğan’a tam olarak inanmamasından kaynaklanıyor. Meselenin kalbinde güven (ya da güvensizlik) yatıyor ve Erdoğan’ın da bu noktada güven inşa etmek üzerine odaklanması gerekiyor.
AKP iktidara geldiğinden beri, Türkiye’nin kişi başına milli geliri iki katından daha fazla arttı ve yapılan hukuksal reformlar ülkenin AB ile tam üyelik müzakerelerine başlamasını mümkün kıldı. Ancak bütün bunlar AKP’nin gizli bir İslamcı gündemi olduğuna dair kuşkuları ortadan kaldırmadı. Zira Erdoğan’ın hükümeti, zinayı suç haline getirmeyi hedefleyen bir girişiminden, tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kalmıştı. 14 Mart tarihli iddianamede ise AKP’nin alkol kullanımının yasak olduğu mahalleler oluşturması, suçlamalara delil olarak sunuluyor.
İddianamedeki en büyük şikayet konusunu ise -bu da Anayasa Mahkemesi’nin önünde yer alan ve son derece tartışmalı bir konu- AKP’nin üniversitelerdeki türban yasağını kaldıran yeni anayasal düzenlemesi oluşturuyor.
Nihayetinde Erdoğan güven inşa etmek hususunda hiçbir mecburiyet hissetmeyebilir. Bugün bir seçim yapılsa, başbakanın partisi 2007 yazında aldığı sonuçtan da iyi bir sonuç alacaktır. Zira Erdoğan, Kuzey Irak’taki teröristlere yönelik operasyonla birlikte milliyetçi oyları da büyük ölçüde kendine çekmiş durumda.
Dindar başbakan, asıl hatayı ise kadınların isterlerse başlarını örtmelerine izin vererek değil, fakat bu özgürlüğü, derhal temin edilmesi gereken demokratik reformlar konusunda aynı ölçüde hızlı hareket etmeden hayata geçirerek yaptı. Ki bundan AB de şikayetçi.
AB, Türkiye’de daha geniş bir ifade özgürlüğünün oluşması ve etnik ile dinî azınlıkların haklarını geliştiren yeni bir anayasanın yapılması için ısrar ediyor. Dolayısıyla Erdoğan bu doğrultuda elini çabuk tutmalı. Başbakan bunun yanı sıra başlarını örtmeyen kadınları, başlarını örten kadınlar kadar koruyacaklarına da ikna etmeli.
Türkiye, laik geleneği ile gittikçe dindarlaşan Müslüman nüfusu arasında doğru dengeyi bulmak için mücadele ediyor. Başbakan Erdoğan bir yandan inançlarının gereklerini yerine getiren Müslümanlara daha fazla dinî özgürlük sağlamaya çalışırken diğer yandan da demokratik özgürlükler için daha fazla adım atarak bu dengenin oluşmasına katkıda bulunabilir.
Tavsiye Et