Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2003) > Dosya > Mülteci bir örgüt: İKÖ
Dosya
Mülteci bir örgüt: İKÖ
Yunus Sönmez
1969 AĞUSTOSUNDA fanatik bir Yahudi, Müslümanların kutsal mekanlarından Mescid-i Aksa’yı kundaklamaya teşebbüs etmeseydi, İslam ülkeleri ortak tepkilerini dile getirecekleri bir örgüt oluşturma ihtiyacını belki de uzun süre hissetmeyecekti. Ancak, kundaklama teşebbüsünden bir ay sonra, Eylül 1969’da Fas’ın Rabat şehrinde 24 İslam ülkesinin katılımıyla bir İslam Konferansı toplandı. Başta Filistin sorunu olmak üzere, İslam dünyasını ilgilendiren muhtelif konular bu toplantıda ele alındı. Konferansın sonunda yapının sürekli bir hale getirilmesi kararlaştırıldı.
1969’da başlayan örgütlenme süreci, 1972 yılında, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 30 ülkenin İslam Konferansı Teşkilatı Kurucu Antlaşması’nı imzalamasıyla tamamlandı. Devletler bu antlaşmaya imza atarak; “üye ülkeler arasında dayanışmayı güçlendirmek”, “siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda işbirliğini sağlamak”, “bütün Müslümanların huzur ve refahı için mücadele etmek” ilkelerini kabul etmiş oldular. Bu ilkelere bağlı olarak üye ülkelerin temel sorumlulukları arasında; kutsal mekanların korunması ve Filistin halkının hak ve özgürlüklerini alma mücadelesinin desteklenmesi de yer aldı. Sömürgeciliğin ve her nevî ırksal ayrımcılığın yok edilmesi ve üye ülkeler arasında dayanışmanın sağlanması da örgütün temel amaçlarındandı. Örgüt her yıl dışişleri bakanları zirvesi ve her üç yılda bir, devlet başkanları zirvesi yapma kararı aldı. Örgütün merkezi teoride Kudüs olmakla beraber, kurucu antlaşmada Kudüs özgürlüğe kavuşuncaya kadar örgüt genel sekreterliğinin Cidde’de bulunması öngörüldü. Böylece, dünya siyasi tarihi ilk mülteci örgütüne merhaba dedi.
1970’li yılların ortalarına doğru, örgütle bağlantılı yan kuruluşlar oluşturulmaya başlandı. Ticari ve ekonomik işbirliği alanında COMCEC; ekonomik, sosyal ve kültürel işler alanında ICECSA gibi devamlı komisyonlar kuruldu. Ayrıca İslam Tarih ve Sanat Araştırmaları (IRCICA); Ekonomik, Sosyal ve İstatistiksel Araştırma (SESTRIC) ve Ticaret Geliştirme (ICDT) merkezleri de Müslüman ülkeler arasında farklı alanlarda işbirliğini sağlamak amacıyla, bağlı kuruluşlar olarak yapılandırıldı.
İKÖ’nün kuruluş ve ilk gelişme yıllarında, uluslararası ilişkilerde çift kutuplu bir dünya düzeni hakimdi. Pek çok ülke için sadece Sovyet ya da ABD bloğuna üye olmak veyahut bağlantısızlar hareketine katılmak gibi üç seçenek vardı. Ülkeler, bu blokları bir üst kimlik olarak kabul ediyordu. Dolayısıyla dış politikalarını bağlı bulundukları bloğun yaklaşımlarına göre şekillendiriyordu. Bu durum İKÖ içinde kutuplaşmalara yol açtı. Böylece İKÖ Soğuk Savaş yılları boyunca ne üyelerinin dış politikalarını etkileyebilecek bir üst kimlik oluşturabildi; ne de kendi içerisinde tutarlı, genel bir yaklaşım geliştirebildi.
 
Değişen Dünya ve Değişemeyen İKÖ…
Soğuk Savaş 1990’larda sona erdiğinde birçok uluslararası örgüt kendisini yeniden tanımlama gayretine girdi. Ülkeler yeni şartlarda hangi çatı altında barınacaklarını araştırırken, ABD, eski Sovyet Bloğu ülkelerinin açıkta kalanlarından birkaçını NATO’ya alarak ittifakını genişletti. Saçakların dışında kalan Irak, Suriye, Güney Kore gibi ülkeleri de hazmetme planları yapmaya başladı. NATO’nunkine benzer bir genişleme AB için de söz konusuydu. Soğuk Savaş süresince bir üst kimlik oluşturmaya çalışan AB, savaştan sonra ortada kalan eski komünist Balkan ülkelerini içine alarak büyüdü. Uluslararası örgütlerdeki asıl değişiklik niteliklerinde görüldü. Görev ve hedeflerini yeni şartlara uygun olarak tanımlayan bu örgütler sorumluluk sınırları ve faaliyet alanlarını da genişlettiler. Benzer kurumların aksine İKÖ, sınırsal bir büyüme gerçekleştirse de nitelik açısından statik yapısını devam ettirdi.
11 Eylül olayları ardından, İKÖ kendisini doğrudan ilgilendiren yepyeni bir uluslararası ortamla karşı karşıya kaldı. Müslüman ülkeler, doğrudan olmasa da, teröristlik veya teröristlere yataklık yapmakla suçlandılar. İKÖ bu aşamada da ortaya net bir tavır koyamadı. İstanbul’da yapılan İKÖ-AB ortak forumu gibi birkaç çabayı bir kenara bırakırsak; ne çatışmayı hafifletmeye yönelik ortak adımlar atılabildi, ne de terörizmle mücadele adına dünyanın muhtelif yerlerinde Müslümanlara yönelen şiddete karşı ortak bir tavır takınılabildi. İKÖ’nün içinde bulunduğu bu durumu nasıl açıklayabiliriz? İKÖ neden etkin bir örgüt olamamaktadır? Bu soruların cevabını vermek için İKÖ’nün yapısını farklı bir gözle değerlendirmek gerekiyor.
 
Geniş Bir Kapsam, Büyük Sorunlar
Ekim ayı ortalarında Malezya’da yapılan İKÖ toplantısına irili ufaklı 57 Müslüman üye ülke katıldı. Bu devletler Afrika, Balkanlar, Orta Doğu, Asya ve Uzak Doğu’ya yayılan geniş bir coğrafyayı kapsamakta. Bahsettiğimiz alan bütün kadim medeniyetlere ev sahipliği yapmış, yer altı kaynakları bakımından zengin, jeopolitik açıdan önemli bir coğrafya. Boşnaklar, Urdular, Türkler, Araplar, Zenciler, Malaylar gibi birçok milletin örgüt çatısı altında olması, bu alandaki demografik çeşitliliğin bir göstergesi. Bu kadar büyük yelpazeye sahip bir örgüt, çeşitliliğin getirdiği olumsuzlukları yaşayacağı gibi, bunu aştığında muhtelif yararlarını da görebilir. Bu kadar çok ülkenin ortak bir karara varması oldukça zor olacaktır; ancak bir karara varılıp hayata geçirildiğinde, geniş çaplı etkiler sergilemesi muhtemeldir.
İKÖ tepkisel bir örgüt olarak kuruldu. Daha sonraki aşamalarda da bu karakterini devam ettirdi. Önce bir sorun ortaya çıkmakta, ardından iyice büyümekte ve bu aşamada İKÖ harekete geçmektedir. Sorunun başlangıç aşamasında harekete geçmediği için, İKÖ’ye sadece açıklama yapmak düşmektedir. Böylece İKÖ, her sorunun ardından bir açıklama yapan deklaratif bir örgüt görüntüsü vermektedir.
İKÖ’nün bir diğer sorunu da, çatışma çözümleme işlevini yürütecek bir mekanizmasının olmamasıdır. Bu yüzden, sorunlara müdahale kabiliyetinden yoksun bir örgütün yapabileceği tek şeyi; açıklama yapmayı tercih etmektedir. Örgüt sadece kendi üyeleri arasındaki sorunları çözebilmiş olsaydı, belki de İran-Irak Savaşı’nı veya Irak’ın Kuveyt’i işgalini hiç olmadan önlemek mümkün olabilirdi. Ayrıca mevcut üyeler arasındaki birçok mesele de gelecek için bir risk olmaktan çıkardı.
Diğer birçok uluslararası örgüte benzer şekilde, İKÖ de hantal bir bürokratik yapıya sahiptir. Olayların hızla geliştiği dönemlerde İKÖ, karar alma mekanizmasının bu hantallığı nedeniyle, zamanında değerlendirme yapamamakta; karara varıldığı zaman ise İKÖ’nün takındığı tavrın bir önemi kalmamaktadır.
 
Etkin Bir İKÖ Hayal mi?
Bugünkü haliyle İKÖ, Müslümanları temsil eden tek örgüt olsa da bu yeterli bir temsil değildir. Örgüt İslam dünyasının sorunlarını uluslararası platforma taşıyamamaktadır. Çok taraflı sorunlarda İslam dünyasını temsil edecek etkinliğe sahip değildir. Ancak bu tespitler, örgütün hiçbir zaman etkin bir duruma gelemeyeceği anlamını taşımaz. İKÖ bir kısım alanlarda değişime giderek bu sorunları aşabilir.
Değişimin başını örgütün muhtevasıyla ilgili reform çekmelidir. Örgüt artık tepkisel politikaları bırakarak daha aktif politikalara yönelmeli ve üye ülkeler arasındaki sorunları çözmeye yarayan bir yapı geliştirmelidir. Ayrıca İslam dünyasını etkileyen olayların şekillenmesine yön verebilmelidir. Bu amaç çerçevesinde atılacak en somut adım, Irak yapılandıktan sonra tepki göstermek yerine, yapılanma sürecinde etkin bir rol üstlenmektir
Örgütün muhtevası kadar yöntemlerinde de değişiklik yapması zorunludur. Artık Müslüman nüfus sadece bazı milli devletler içinde yaşamıyor. Bugün ABD’de, Rusya’da, Avrupa’da ve benzeri birçok ülkede Müslüman nüfusun oranı azımsanamayacak bir ölçüde. İKÖ bu unsurları da hesaba katarak, İslam dünyasının tamamını temsil edebilen ve günün şartlarına uyumlu bir yapıya bürünmelidir. Rusya’nın İKÖ’ye müracaatı bu sebeple önemli bir olay. Her ne kadar uzmanlar Rusların İKÖ’yü, Çeçenlerle mücadelede İslam dünyasından gelen desteği kesmek için kullanılacak bir araç olarak gördüğünü söyleseler de, örgütün tercihi daha kapsayıcı bir yapı yönünde olmalıdır. Benzer konumdaki ülkelerin Rusya’yı izleyebileceği hesaba katılmalı ve bu tip ülkelerin örgütle ilişkilerinin hangi boyutta olacağı şimdiden planlanmalıdır.
Son olarak örgüt, yapısal bir reformu da gerçekleştirmelidir. Örgüt sekreterliğinde profesyonel kriterler hakim olmalıdır. Mevcut durumda örgütün mali yükünü çeken ülkelerin, sekreteryayı ve bağlı kurumları kendi istekleri doğrultusunda yönlendirme çabaları sona ermelidir. Örgütün alt organları ve bağlı kuruluşlarında, gerekirse yeni düzenlemelere gidilmelidir. Ayrıca karar alma mekanizmalarının hızlandırılması için örgüt içinde yeniden yapılandırma düşünülmelidir.
Bir örgüt kendisini oluşturan ögeler nispetinde güçlüdür. İKÖ mensubu ülkeler, başarılı bir uluslararası örgütün ihtiyacı olan bütün maddi kaynaklara sahiptir. Üyelere düşen; bu potansiyeli nitelikli insan unsuru ile tamamlayarak, örgütü yeniden etkin bir şekilde inşa etmektir.

Paylaş Tavsiye Et