TÜRKİYE, Ergenekon’dan çıkamıyor. Ne yol gösterecek bir Asena ne de yoldaki engelleri eritecek bir Demirci var. Ergenekon yargıyı kuşatmış; bu kuşatmayı yarıp açabilecek AK Parti ise kapatma davasıyla rehin alınmış durumda. Yani Demirci Ergenekon’dan çıkmak istemiyor, Asena ise onun elinde rehin...
Ergenekon soruşturması adeta tıkandı. Türkiye’yi Ergenekon’dan çıkaracak bir iddianame halen yok. Esasen Ergenekon’dan sadece bir iddianame ile çıkmak da mümkün değil. İddianame ile beraber Ergenekon’u tasfiye edecek ciddi bir siyasi irade ve bu iradenin devlet kurumlarını ikna ederek bir devlet kararına dönüşmesi gerekiyor. Ancak ne böyle bir siyasi irade ne de böyle bir ikna çabası var. Devlet kurumlarının bu ikna çabasına açık olup olmadıkları ise ayrıca tartışmalı. Hatta bu devlet kurumlarından bazılarının, Ergenekon’u kullanarak AK Parti’den kurtulmak istedikleri konusunda ciddi şüpheler var.
Ergenekon soruşturmasını yürüten savcının basın-yayına yansıyan kimi tehditlere muhatap olması ve bu tehditler karşısındaki sessizlik, ister istemez Şemdinli İddianamesi’ni hazırlayan Savcı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenleri hatırlatıyor. Sarıkaya mahkeme tarafından kabul edilen bu iddianame yüzünden, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından meslekten men edilmişti. Böylece iddianamede adı geçen dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı’nın, değil yargılanmak, herhangi bir iddianameden dahi muaf tutulması gerektiği, yargı bürokrasisi tarafından çok sert bir şekilde savcılara ihtar edilmişti. Savcı Sarıkaya temyiz de edilemeyen bu karardan sonra, sadece savcılıktan ayrılmakla kalmadı, mesleğiyle ilgili herhangi bir iş yapma imkanını da kaybetti. Maişetini bir markette kasiyerlik yaparak temin etmek mecburiyetinde bırakılan Sarıkaya’nın akıbeti, “bağımsızlık” diye bağıran yargı bürokrasisinin, bağımsızlıktan sadece hükümetten bağımsız olmayı anladığını açıkça ortaya koydu.
Sarıkaya’nın hazırladığı iddianame ile ilgili ödeyeceği tek bedelin meslekten men olmayacağı anlaşılıyor. İddianamede adı geçen bazı bürokratlar, Sarıkaya’ya tazminat davaları açıyorlar. Bu davaların seyirleri, Sarıkaya’nın cezalandırılmaya ve diğer savcıların da uyarılmaya devam edeceğini gösteriyor. Yine Şemdinli davası dolayısıyla hatırlanması gereken bir başka gelişme de, konu hakkında TBMM Komisyonu’na ifade veren Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Sabri Uzun’un görevden alınmasıydı. Şemdinli’deki bu gelişmeler düşünüldüğünde, Ergenekon soruşturmasında emniyet görevlileri ve savcının soruşturmayı bu aşamaya getirmesinin bile ciddi bir cesaret olduğunu teslim etmemiz gerekiyor.
Şimdi siyasi iradenin, kamuoyunun ve devlet kurumlarının bu soruşturmanın arkasında olduğunu göstermesi elzem. Ancak bu iradenin, hukuki soruşturma ve iddianameyi aşan bir siyasi direktif de içermesi gerekiyor. Çünkü konu, sadece adli bir vakadan ibaret değil; esasen siyasi bir veçhesi var. Bu bakımdan Ergenekon’dan çıkışı sadece hazırlanacak iddianameden beklemek ve bütün sorumluluğu emniyet görevlileri ve savcıya havale etmek gerçekçi değil. Konunun güç dengelerinin tahlil edilmesi, devlet kurumlarının ikna edilmesi ve kamuoyuna anlatılması kısmı, siyasetin sorumluluğunda. Siyaset, sorumluluğunu idrak etmez ve bütün yükü Şemdinli’de olduğu gibi savcıya bırakırsa, Şemdinli’deki kazanın tekerrür etmesi ihtimal dâhilinde.
Ergenekon Örgütü’nün eski Özel Harp Dairesi’nin devamı olduğu iddiaları, soruşturmanın neden yavaş ilerlediğini de izah eder mahiyette. İlk adı Seferberlik Tetkik Dairesi olan bu asker-sivil uzantılarıyla Kontrgerilla örgütlenmesinin Türkiye’deki tarihi, belki de daha eskilere gidiyor. Bu örgütlenmeyi, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin içindeki Fedailer geleneğinden Balkan Savaşları’nda çete usulüyle başarılı olan Teşkilat-ı Mahsusa geleneğine kadar götürmek mümkün. Birinci Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanma ihtimali karşısında, Ermeni tehciri ve Milli Mücadele hazırlıklarıyla giderek güçlenen bu yapılanmanın, Gladyo türünden örgütlenmelere ilham verecek bir “başarı” tarihi var. Bu bağlamda bugün Ergenekon adıyla bilinen yapının tarihinin Seferberlik Tetkik Dairesi’yle başlamadığını ve NATO konseptiyle sınırlı olmadığını vurgulamak gerekir. Dolayısıyla Ergenekon Örgütü’nün tasfiyesi, çok ciddi bir tarih, devlet ve siyaset felsefesiyle hesaplaşmayı beraberinde getirecektir. AK Parti’nin böyle bir hesaplaşmaya ve meşruiyet tartışmasına girmesini beklemek, reel politikayla pek bağdaşmıyor. Ergenekon’un tasfiyesine karar verilse bile, bu tartışmaların kamuya yansıyan kısmının sınırlı olacağı kuvvetle muhtemel. Ancak bu tasfiyenin kapalı kapılar ardında yapılabilmesi bile demokratikleşme hanesine kaydedilebilecek kısmi bir başarı sayılacak.
Meselenin bu şekilde gelişmesi, sadece AK Parti ile devlet eksenindeki kutuplaşmalar değil, AK Parti ile CHP ve MHP gibi ana siyasi aktörlerle ilişkiler bakımından da hassasiyetler içeriyor. Çünkü CHP, bir devlet partisi olarak başlangıçtan beri bu işin içerisinde. MHP ise kurucu lideri ve “Başbuğ”u Alpaslan Türkeş’in Seferberlik Tetkik Dairesi’nin kurucusu ve teorisyeni olması hasebiyle bu tartışmalarda taraf. Bu iki ana aktörün konuyla ilişkisi bile, meselenin ne kadar muhataralı bir alanda geliştiğine işaret ediyor.
Susurluk ve Şemdinli tecrübelerinden sonra Ergenekon soruşturması da, kısmen de olsa bir tasfiye yaratmazsa, bu yapının güvenlik kuvvetleri, yargı, basın ve siyasi partiler üzerindeki lobi gücünü arttıracağı ve buna mukabil demokratik kurumların meşruiyetini ve gücünü kemireceği açık. Bu durumda Türkiye’nin AB reformlarıyla kaydettiği sivilleşme, demokratikleşme ve normalleşme bahsinde geri adım atması ve bürokratik vesayet sisteminin yeniden ihya edilmesi ihtimal dâhilinde. Bu yüzdendir ki, ölçüsü ve sınırları reel politika tarafından tayin edilse de, Ergenekon’un tasfiye edilmesine ve bu temelde Türkiye’nin hangi anayasal düzende yaşayacağına karar vereceği bir meşruiyet tartışmasına şiddetle ihtiyaç var. Yoksa Susurlukçuların Ergenekon’da yeniden sahne almasına, Şemdinli’deki “iyi çocuklar”dan Tanju Çavuş’un Isparta’da haraç ve kelle almasına “alışacağız.” Yine, kapatma davası karşısında ne kadar makul davranılsa da, Yargıtay ve Danıştay’ın şaşkınlık veren bildirilerle yargı darbesine teşebbüs etmesine “alışacağız”. Türkiye, eğer Ergenekon’dan çıkamazsa, bu “alışkanlıklar” demokrasiyi, sivilleşmeyi, özgürleşmeyi ve normalleşmeyi ortadan kaldıracaktır.
Ergenekon’dan çıkış ancak demokratikleşmeyi, sivilleşmeyi ve normalleşmeyi rehber edinecek bir Asena ve bu konudaki engelleri, dağlar olsa da eritebilecek bir Demirci ile mümkün... Bugün bu roller “birkaç iyi adam” tarafından değil vatandaşlar, sivil toplum kuruluşları ve siyasi partiler tarafından oynanabilirse, destan anakronizmden kurtulabilecek. Bu yüzden de, her şeyi devletten beklemek kadar her şeyi iddianameden veya AK Parti’den beklemek de doğru değil.
Paylaş
Tavsiye Et