Ankara Havası
Hayat bayram olsa; bayram kurban
Bayramlar ve uzun resmî tatiller de olmasa, acaba Ankara ne zaman kafa dinleyecek? Herhalde milli bünyemiz, krizlere karşı bağışıklık kazanmış olmalı ki, gürültüsüz-patırtısız yaşayamıyoruz. Eee bağışıklık kazandık diye, sürekli hasta mı olmak lazım!
Kurban Bayramı haftasının gayet sakin geçtiğini, cerbezeli köşe yazarlarının bütün bir haftayı Pazar yazıları kıvamında köşe denemeleriyle geçiştirmelerine bakarak anlayabilirsiniz. Bunların başında Amiral Gemisi’nin Ertuğrul Kaptanı geliyor elbette. Oktay Ekşi bile, kendisiyle kıyaslanınca, nispeten apolitik sayılabilecek rektörlük seçimleri ya da Baykal’ın çarşaf girişimi sonrası hali pür melali üzerine dokunaklı yazılar kaleme almakla yetindi. Vatan’dan Doğru Necati, Fenerbahçe Teknik Direktörü Luis Aragones’le uğraşırken; Coşkun Bekir, bayram tatilinin başlangıcında bir “Dana kaçtı” yazısı yazıp tatile kaçtı.
Elbette Kurban bayramlarına özgü, dana kovalama haberleri ile kan, vahşet görüntüleri, derilerin kime gideceği ve İslam’da Kurban kesmenin nasıl olmayabileceği üzerine kafa yoran tartışmalar yaşandı, ama bitti. Bir sonraki Kurban Bayramı’na kadar da memleket gündemine gelmeyeceğinden eminim.
Emin olduğum bir başka şey de şu: Bayramlar Ankara’ya iyi geliyor; hele ki Kurban daha bir iyi geliyor. Ankara, hem kendini dinliyor, hem de Anadolu’ya açılıp memleketin insanını…
Tavsiye Et
Kurban Bayramı sakin geçti; ama böyle düşünenler ilk resmî Pazartesi ile birlikte, handiyse doğduklarına pişman oldular. “Ekonomik kriz var mı, yok mu?” krizi, Başbakan Erdoğan ile basın arasındaki “kömür” kavgası, Melih Gökçek-Kemal Kılıçdaroğlu düellosu, Ermenilerden özür kampanyası çerçevesinde yaşanan Cumhurbaşkanı Gül-Canan Arıtman polemiği gündemi alt üst etti.
Meğer biz bayram yaparken, kurban kesmeyenler kılıçları bilemekle meşgulmüş.
Tavsiye Et
Doğan-Erdoğan Savaşı: Başlangıç ve ilan
Aslında savaşı Başbakan Erdoğan başlatmış görünüyor; ama işin aslı öyle değil. Doğan Grubu başlattı, Başbakan savaşın başladığını ilan etti. Bu ilan ediş biçimi, pek aklî olmasa da, hissî ve hasbi idi.
Ancak savaşı sürdüren Doğan Grubu oldu. Ve en azından 29 Mart’a kadar bu düşük yoğunluklu savaşa vur-kaç taktiğiyle devam edeceği söylenebilir. Fakat bunun önceki medya-iktidar kavgalarından önemli bir farkı var: Doğan Grubu, AK Parti ve Başbakan Erdoğan’ı toplumsal algı düzeyinde “mağdur” konumuna düşürmekten kaçınıyor. Bu taktiği, “Cumhurbaşkanı Gül’ü tutup Başbakan Erdoğan’a vurmak” şeklinde özetlenebilecek basit ama uzun vadede yıpratıcı ve etkili olabilecek yayın politikası ile de destekliyor. Muhtemelen, Cumhurbaşkanı Gül’ün seçim sathı mailinde ortaya çıkacak tartışmalardan doğal olarak uzak durmak istemesiyle, Doğan Grubu için daha elverişli ortamlar doğacak.
Mesela Ermenilerden özür kampanyasına dair Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün yaptığı açıklamalar aynı sayfalarda, ama “karşıt görüşler” olarak aktarıldı. Milliyet, Başbakan Erdoğan’ın sert tepkisini öne çıkarırken, karşı görüşler olarak Cumhurbaşkanı Gül ile Dışişleri Bakanlığı’nın açıklamalarını bir arada verdi. Aynı konu Vatan’da yine üçlü kombinasyonla “Özür çatlağı”, Hürriyet’te ve Radikal’de ise Başbakan Erdoğan’ın ağzından “Herhalde ‘özürcü’ soykırım yaptı” ve “İmzacılar soykırımcı” şeklinde verildi.
İnsanın sorası geliyor: Cumhurbaşkanı Gül’ün Ermenilerden özür kampanyasına destek olarak algılanan ve Doğan medyası tarafından alkışlanan tepkisini Başbakan Erdoğan gösterse neler yaşanırdı?
Tavsiye Et
Gökçekli ya da Gökçeksiz olmanın AK Parti’ye maliyeti
Kesin olan şu ki, Uğur Dündar yönetiminde Star TV’de kozlarını paylaşan Melih Gökçek ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun tartışmasından Gökçek lehine bir sonuç çıkmadı. Zira tartışmada Kılıçdaroğlu’nun Gökçek’i mağlup ettiğini söylemek zor olsa da, Gökçek’in kazandığını iddia etmek de neredeyse imkânsız ve bu Gökçek açısından düşünüldüğünde belki de ilk kez oluyor. Böyle olunca Sabah gibi iktidara yakın gazeteler bile Gökçek’i yetersiz bulan yorumlar yayınladı, Yeni Şafak ilk sayfada haberi hiç “görmedi” ve tabii ki Doğan Grubu gazeteleri Kılıçdaroğlu cephesinden zafer şarkıları söyledi. Sadece Star, “Sayaç Gökçek’e yazdı” başlığıyla düelloyu Gökçek’in kazandığını yazdı; ama bir başka yorumla okununca o haber bile faturanın Gökçek’e çıktığı imasını içermekteydi. Zaten, Gökçek hemen ertesi gün, HaberTürk TV’de Fatih Altaylı’nın “teke tek” ve “Kılıçdaroğlusuz” konuğu olarak durumu düzeltmeye ve tavzih etmeye çalıştı. Ama maç bitmiş; en azından ilk raundu “Sakin Kılıçdaroğlu, Agresif Gökçek”e karşı kazanmıştı. Hatta sonuçları itibarıyla bakıldığında, Gökçek’in önünde, sahibi Ergenekon tutuklusu olan SESAR Araştırma Şirketi’ne Tayyip Erdoğan ve AK Parti ile ilgili yaptırdığı araştırmaların faturası gibi zor bir bedelin kaldığı da söylenebilir.
Peki, nasıl oldu da Doğan Taşdelen’i evire çevire nakavt eden, Murat Karayalçın’ı bir süreliğine siyaset haritasından silen, Turgut Altınok’u Keçiören sınırlarına mahkûm eden, Emin Çölaşan ismini bir döner markası haline getiren Gökçek bu duruma düştü?
Bir kere, Gökçek önce kendine mağlup oldu. CHP’nin Murat Karayalçın’ı aday göstermesini sağlayarak Turgut Altınok’a karşı elini güçlendirdikten sonra, orada durmadı. Şansını daha da zorlayarak Kılıçdaroğlu efsanesine son veren kahraman olmak ve böylece AK Parti’nin adayı konumunu pekiştirmek için kolları sıvadı. Sıvadı da ne oldu? Her seçimde Gökçek etrafında kerhen kenetlenen seçmenin kafası karışırken, AK Parti içinde kendisini ona mecbur hisseden “zoraki ittifak” parçalandı.
Şimdi AK Parti’de Gökçekli ve Gökçeksiz bir seçim sürecinin risk analizleri yapılıyor. Hem de ilk defa bu denli yüksek sesle ve ciddi şekilde…
Tavsiye Et
Çeşitli kamu kurumları ve özel dernekler eliyle yürütülen sosyal yardım çalışmalarına belli kriterler içeren bir düzenleme getirilmesi elzem. Bu konuda hayırseverleri ve yardıma muhtaç vatandaşları rahatsız etmeyen, ama aracılık sisteminin işleyişi ile yardımın ulaştırılma biçimini insani ve hukuki ölçülere bağlayan bir sistem neden kurulmasın?
Yoksa Türkiye toplumunu, modern dünyanın pek çok ülkesinden ayıran temel özelliklerden biri, tesanüt anlayışı ciddi yara alıyor. Bunun zaruretini en çok mevcut iktidar hissetse gerek; zira arkasında yer alan toplumsal yapı, yardımlaşma kültürünü alıcı ve verici taraflarıyla birlikte en yoğun biçimde yaşayan insanlardan oluşuyor.
Aksi takdirde, yerel seçimler öncesi, hükümetin önüne, sosyal yardımların getirisinden ziyade, bu konuda yapılan acemilik ve yanlışlıkların faturası, medya tarafından konacak. Ama asıl mesele, daha derinlerde ve uzun vadede yaşanacak olan güvensizlik sorunu; sadece kömür yandı, hava kirlendi değil!
Tavsiye Et