EKONOMİDE “Türkiye’yi dokuz doğurtacak” birçok derin sorunun olduğu biliniyor. Küresel krizle endişelerin had safhaya çıktığı bir ortamda “Acaba direnç gücümüz nedir?” sorusu ise akılları giderek daha çok kurcalıyor.
2006 yılının ortasından beri yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin geçirmekte olduğu sıkıntılı dönemin, en az bir sene daha derinleşerek süreceğini gösteriyor. Ancak yine aynı süreç, 1994 ve 2001 yıllarındakine benzer bir savrulma ve krizin yaşanmayacağına da işaret ediyor.
Risk haritası: Türkiye, artık küresel bir mahiyet kazanan ABD’nin ipotekli konut türbülansına yüksek cari açık, %10 ve üzerinde kalacak bir enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek faiz ve reel sektör şirketlerinin yüksek sayılacak döviz pozisyonu açığıyla yakalandı. Ülkenin büyümesi ikinci çeyrekte durmuş, Temmuz-Ağustos verilerine göre imalat sanayi üretimi eksiye düşmüş, kapasite kullanım oranları da %75’lere gerilemiş durumda. Böylece yılın üçüncü çeyreğinde de büyümenin %2 civarında gerçekleşeceği tahmin edilebilir.
Büyüme ne ölçüde kurtarılabilir? Şu an düşük büyüme ve yüksek işsizlik toplumsal açıdan en büyük risk. Küresel ortam bu süreci daha da tetikliyor. Büyümeyi olabildiğince kurtarmak ve hiç olmazsa yıllık bazda hedeflenen %4’te tutabilmek için yılın son çeyreğinde yapılacak hamle önemli. Hem iç piyasa canlandırılmalı hem de alternatif ihracat kanalları zorlanmalı. Ancak bu hamleyi kim ve nasıl yapacak? Bir kere kamu kesimi yılın ilk sekiz ayında çok ciddi bir şekilde kemerleri sıktı. Böylelikle son çeyrekte eli bir hayli rahatlayan kamu kesimi parasal disipline devam ederken, mali disiplini gevşetmese de yaşanan türbülansa uygun olarak daha gerçekçi bir kıvama taşımalı. Bu nedenle kamu harcamaları altyapı başta olmak üzere Anadolu’da zor durumda olan KOBİ’lere de iş çıkartacak şekilde, pozitif dışsallığı yüksek, doğrudan tüketimi tetiklemeyecek, enflasyonist olmayacak tarzda arttırılmalı.
Burada dozu iyi ayarlanmış Keynesyen bir açılım önermekteyiz. ABD’nin neredeyse merkezî planlamaya geçtiği, devasa kurumları kamulaştırdığı bir ortamda, zorla kendi kendimize tabular icat etmenin bir âlemi yok. Bu meyanda GAP’taki yeni hamleler zaten bu doğrultuda atılmış isabetli adımlar. Kamuda inşaat tümüyle durmuş vaziyette. TOKİ müteahhitlere ödemelerini aktarmıyor. Demir ve çimentoya gelen zamlardan sonra TOKİ’ye iş yapan alt tedarikçilerin yeniden fiyatlamasına uzun süre direnç gösterildiyse de sonunda bu kabul edildi. Ancak söz konusu farklar hâlâ aktarılmıyor. Keza KOSGEB üzerinden ihracat, istihdam, üretim alanlarını kapsayan çeşitli kategorilerdeki kredi ve faiz destekleri yılın son çeyreğinde bir “can suyu” mesabesinde devreye sokuldu. Fakat şimdilik devede kulak kalan bu desteğin acilen 1 milyar YTL’nin üzerine çıkartılması lazım.
İhracat dinamiğini korumak: AB ve Rusya pazarında ihracatçının zor bir dönem geçireceği açık. AB daralıyor, Rusya ise ekonomiyi bir silah olarak kullanan güvenilmez bir ticari ortak. Ancak öte yandan ülkenin taze döviz girişine çok ihtiyacı var. Neyse ki, son yıllarda hükümetin devreye soktuğu Komşu Ülkelerle Sıfır Problem Stratejisi’nin netice verdiği, komşu ve çevre ülkelerle ihracatımızın toplam ihracattaki payının %45’leri aştığı görülüyor. AB’nin payı ilk defa %50’nin altına geriledi. Bilhassa son yıllarda petro-dolar zengini Körfez ülkelerine olan açılım her açıdan takdire şayan. Son ayın ihracat sıralamasında Almanya’nın yerini Körfez ülkelerinin alması çok anlamlı ve isabetli.
Şirketlerin borçları: Türkiye 2002’den beri sürekli birtakım “istikrar noktaları”nı güçlendirmeye çalışıyor. Finans ve fiyat istikrarı bunların başında geliyor. İkisinde de tarihî adımlar atılmış olsa da durağan ve kısmen kötüleşen bir dönemden geçiliyor. Finansal istikrar konusunda bankacılık kesimi oldukça güçlü ve sorunsuz görünüyor. Kamu kesimi de borç yükü ve borçlanma dinamikleri açısından epey rahat. Bu yüzden şimdilerde dikkatimizi reel sektöre odaklıyoruz. Şirketlerin 75 milyar dolar civarında bir pozisyon açığı olsa da kısa vadeli borçlar 2 milyar doların altında kalıyor; esas borç uzun vadeli. Yine rahatlatan bir başka durum, açığı olan şirketlerin hem büyük hem de sağlam ihracatçı şirketler olması. Bu meyanda şirketlerin büyük bir ödeme riski altında olmadığı, ancak ihracat dinamiğinin korunmasının şart olduğu unutulmamalı. Şirketlerin borçlanmasında ise büyük bir sorun yok; sadece borçlanma vadesinin nispeten kısalıp, maliyetinin arttığı görülüyor. Yaşanan hengâmede bu gayet normal sayılabilir. Sadece herkesin ayağını yorganına göre uzatması, aktif-pasif yönetimine dikkat etmesi gerekiyor.
Döviz piyasasında beklentiler: Döviz cephesinde büyük bir sıçrama ve istikrarsızlık beklenmiyor. Dünya sarsılırken bu yaşanan hareketler, son derece normal ve geçici. Zira döviz piyasası oldukça derinleşti, iç ve dış aktörlerin ihtiyaçları ters yönde birbirini dengeleyecek şekilde çeşitlendi. Kimi döviz yükseldikçe bozdurmak, kimisi de almak derdinde. Yani öyle tek yönde piyasalara saldırı şeklinde bir hareket, gerçekçi bir beklenti değil. Ayrıca girdi maliyetlerinin düşme eğiliminde olduğu bir ortamda dövizdeki bu yükseliş, rekabetçiliği artıracağından üretim ve ihracat avantajı da sağlayacaktır.
Cari açık ve finansmanı: 2007’de ortalama 70 dolar bandında bulunan enerji maliyetleri, 2008’de 115 dolara fırladı ve cari açığı da hortlattı. Ancak dünyada ekonomik faaliyetin yavaşladığı bir ortamda enerji-emtia maliyetlerinin hızla gerilemesi inanılmaz bir şans. Yapılan enerji satın alma kontratlarına bağlı olarak son çeyrekte bu faturanın bir hayli düşmesi mümkün.
Cari açığın finansmanında da bir sıkıntının olmayacağını varsayabiliriz. Yine de tedbir almak, yeni arayışlara girmek gerekiyor. Örneğin ABD sarsılırken, Körfez sermayesi gidecek yer arıyor. Tokyo ve Londra’nın İslami finans merkezi olma iddiasını gündeme getirdiği bir ortamda, basit ideolojik argümanlar bir kenara bırakılmalı. Bir an önce İslami sermayeyi cezbedecek düzenlemeler yapılıp, Sukuk (faize dayalı olmayan tahvil) gibi yeni finansal enstrümanlar geliştirmek suretiyle Körfez sermayesi daha yoğun ölçüde devreye sokulmalı.
Faiz cephesi: Enflasyonda aşağı yönde sarkma yaşandığında, faiz oranlarının gevşetilmesi için iyi bir ortam oluşmuştu. Ancak dışarıdaki son bozulmanın etkisiyle piyasa faiz oranları %20 bandını zorluyor. ABD’de hazırlıkları süren “paket”i görmeden kimin, neyi ve nasıl kurtardığını anlamadan faiz cephesinde bir düşüşün yaşanması zor. İflaslar devam ederse bu gerilim altında faizler bu düzeyde devam eder. Merkez Bankası’nın bu ortamda faizi tek yanlı düşürmesinin zerre kadar anlamı kalmaz. Ancak dışarı nefes alır almaz içeride faizlerin hızla %18’lere dönmesi ve Merkez’in elini rahatlatması beklenebilir. Öte yandan dış türbülans devam ederken, içeride büyümeyi tetiklemek üzere hükümetin, abarttığı mali disiplininin biraz normalleştirmesi, sıkı para disiplinin de devam ettirilmesi şart.
Paylaş
Tavsiye Et