BİZDE adettir, gelenektir, siyasi töredir... Eğer bu ülkede hayırlı bir iş yapmaya kalkarsanız, taşları yerinden oynatırsanız, başınıza iş açılır. Özellikle de bu ülkedeki adaletsiz düzeni besleyen kronik bir sorunu çözmek için harekete geçerseniz, aynı anda, o adaletsiz düzenden beslenen kötü ruhları da harekete geçirirsiniz.
O aşamadan sonra geri dönüş de mümkün değildir. Artık mesele “olmak ya da olmamak” meselesidir; sığınacak “arada bir yer” kalmamış; seçenekler “kazanmak veya kaybetmek”ten ibaret hale gelmiştir.
Hiç şüphe yok ki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de “Kürt sorununda iyi şeyler olacak” demeye karar verdiğinde, “Acaba iyi saatte olsunlar başıma ne işler açmaya çalışırlar?” diye düşünmüştür.
Sincan’daki bir mahkeme, Cumhurbaşkanı Gül’ün “kayıp trilyon davası”ndan yargılanmasına karar verdiğinde, başta Gül olmak üzere, bu ülkedeki bu töreden haberdar olan herkes, “Tamam, işte bu” demiştir. Özellikle de bu kararı veren hâkimin Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz’den “aslan gibi çocuk” unvanını aldığını, ideolojik rengi fazlasıyla belirgin olan YARSAV üyesi olduğunu ve daha önceki bazı kararlarını öğrendikten sonra…
Ama gelin biz Sincan hâkiminin kararını bir yana bırakalım. Sonuçta bu ülkede yargının adil ve tarafsız olduğuna hiçbir biçimde inancı olmayan bencileyin “imansızlar”ı bu kararın hukukiliğine ikna etmek mümkün değil. Özellikle de “367 Kararı”yla yargıya duydukları güvenin son kırıntılarını da tamamen yitirenleri. Geçmişte “367 Kararı”nı savunmuş “hukuk çevreleri”nin şimdi de “Sincan Kararı”nın hukukiliğini izah etmeye çalışmalarını görüp dinlemeye bile gerek duymayanları. Özellikle de, “üç vakte kadar” Gül’ün başına bir şeylerin gelmesinin beklendiği bir ortamda.
Cumhurbaşkanı Gül’ün bu iradeyi gösterebilmiş olması, hiç kuşkusuz Türkiye’de olumlu anlamda bir şeylerin değiştiğinin göstergesi olarak okunabilir. Temel siyasi kararların sadece parlamento ve hükümet tarafından değil, hukuken yetkili olmayan ama fiilen etkili olan bürokratik organlar tarafından da alındığı bir yarı-demokraside, Gül’ün bu konuda öncülük edici bir girişimde bulunurken sadece AK Parti hükümetinin çözüme ilişkin istek ve iradesini göz önüne almadığı düşünülebilir. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “Türkiye Halkı”nı keşfedişinden, Deniz Baykal’ın aniden demokrat gibi konuşmaya başlamasına kadar, kurulu düzenin diğer siyasi öznelerinin de artık farklı bir yerde durdukları izlenimi verdikleri günlerdeyiz.
İyimser bir yaklaşımla bakacak olursak bu güçler, artık Kürt sorununda denizin bittiğini ve şiddetin çözüm olmadığını anlayıp hükümetin çözüm çabasına engel olmamaya karar vermiş olabilirler; kötümser bir yaklaşımla bakacak olursak, değişen dünya düzeni ve yeni uluslararası ortamda Kürt sorununda çözüme karşı çıkarak, devirmeye çalıştıkları hükümetin kredisini daha fazla artırmamak için en azından bu konuda çözüm yanlısı görünmeyi bir strateji olarak tercih etmiş olabilirler. Öyle veya böyle, “müesses nizam”ın temel aktörlerinin, yarın süreci sabote etmeye çalışmayacaklarının bir garantisi yok (son mayın saldırısı, böyle bir çabanın bugün de varlığının işareti olabilir). Bu ülkede bazı güçlerin sahip oldukları iktidarı Kürt sorununa ve o sorununun ürünü olan çatışma ortamına borçlu olduklarını göz önüne aldığımızda, bu “güzelliğin” geçici olabileceğinden rahatlıkla kuşku duyabiliriz.
İşte Gül’ün sorumluluğu da bu noktada somutlaşıyor. Bugün Kürt sorununda bir açılıma şöyle veya böyle razı olmuş görünen odaklar, yarın çözüm gerçekten ulaşılabilir bir aşamaya geldiğinde “Biz oynamıyoruz” diyecek olurlarsa, -ki bunun anlamı süreci engellemeye ve Gül’ü durdurmaya çalışmak olacaktır- bu durumda Gül kararlı bir biçimde hâlâ çözümün arkasında “sıra dağlar gibi” durabilecek midir?
Şimdiye kadarki siyasi kariyeri Cumhurbaşkanı Gül’ün şartlar elverdiği ölçüde özgürlüklerden yana olduğunu, ama bu uğurda gemileri yakacak ölçüde gözünü karartıp risk almayacağını düşündürüyor. Çözüm ufukta göründüğünde derini ve sığıyla devletin içindeki ve çevresindeki bazı odaklar süreci sabote etmek için kanlı tezgahlara giriştiklerinde, şahsını hedef aldıklarında da Cumhurbaşkanı Gül, demokrasiye geçiş sürecinde İspanya Kralı’nın yaptığı gibi süreci sonuna kadar himaye edebilecek ve “her şeye rağmen sonuna kadar demokrasi” diyebilecek midir? Yoksa bir aşamada kötülüğe teslim olacak ve derin devleti meşrulaştıran o malum pornografik dizide kurgulandığı gibi “Devletin içinde kavga olmaz” diyerek statükoyla uzlaşmaya mı çalışacaktır?
Belki Cumhurbaşkanı Gül’den Başbakan Erdoğan kadar cesur olmasını beklememek gerek. Nihayetinde bu sadece siyasi usul veya stratejiyle değil, kişilik özellikleriyle de ilgili bir durum. Erdoğan’ın yerine Davos’ta Gül olsaydı, onun Peres’e yaptığını yapmayacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Ama sonuçta bugün Gül’ün Kürt sorununda çözüm için startı verdiği ve dolayısıyla barışçı güçler kadar, devletin derin dehlizlerindeki kötü ruhları da harekete geçirdiği bir aşamadayız. Süreç ilerledikçe, bugün masaya oturmuş çözüme rıza gösteriyor görünen güçlerin de kötü ruhlar kafilesiyle birlikte hareket etmeleri ve masanın altından Gül’e tekme atmaya çalışmaları muhtemeldir. İşte o gün, o aşamada sağlam durması kendisiyle birlikte bütün ülkeyi özgürleştirebilecektir.
Yeter ki Gül, bu ülkedeki herkesi mağdur eden adaletsizliğin aynı kaynaktan türediğini, dolayısıyla Kürt sorunu çözüldüğünde, Alevi sorununun ve eşinin başörtüsü sorunu dâhil diğer inanç özgürlüğü sorunlarının da kolaylıkla çözülebileceğini fark etmiş olsun. Yeter ki her iki taraftan da hayatını kaybedenlerin bu ülkenin ona umut bağlamış yoksulları olduğunu ve şayet direnemeyecek olursa hayatını kaybedecek daha binlerce gencin ve onların annelerinin “öteki taraf”ta ellerinin yakasında olacağını unutmasın. Yeter ki yarın birileri gözünü korkutmaya kalktığında, cesaret gösteremediğinde, yarın kan ağlayacak anneleri düşünerek sağlam dursun ve tehditlere gülüp geçebilsin.
Cumhurbaşkanı Gül’ün Kürt açılımı, 367 rezaletinde ve cumhurbaşkanlığı sürecinde kendisini yalnız bırakmayan ve referandumda ezici bir çoğunlukla ona destek vererek haksızlığa geçit vermeyen Kürtlerin oylarını helal edebilecekleri bir girişim başlattı. Dileyelim korkulan olmasın, Cumhurbaşkanı da, hükümet de sağlam dursun ve şu kabus biz yaşarken ve bizim ellerimizle sona ersin.
Paylaş
Tavsiye Et