Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2009) > Gündem > İran küreselleşmenin sancılarını yaşıyor
Gündem
İran küreselleşmenin sancılarını yaşıyor
Hasan Kösebalaban
İRAN’DA 12 Haziran’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri ardından yaşanan gelişmeler, tüm dünyanın gözlerini bu ülkeye çevirmesine neden oldu. Seçimleri Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad kazandı. Ancak Reformist İranlılar Ahmedinejad’ın %63, en yakın rakibi Mir Hüseyin Musevi’nin ise %34 oranında oy aldığı seçimlere hile karıştığı konusunda ısrarcılar. Hatta onlara göre gerçek rakamlar bunun tam tersi olmalı. İranlı gençler seçimlerde hile yapılmadığına ikna olmuyorlar ve öldürülen göstericilerin sayısının artması öfkelerini tırmandırıyor.
Ahmedinejad petrol gelirlerini fakir halka dağıtmak ve öğrencilere burs vermek gibi popülist politikaları sayesinde fakir halk kesimlerinin sevgisini kazandı. Batı karşısında tavizsiz tutumuyla, nükleer faaliyetlerde ve uzay teknolojisindeki başarılarıyla ideolojik yönelimi güçlü kesimler nezdinde kendini ispatladı. Ahmedinejad’ın bir önceki seçimlerde mağlup ettiği ve İran derin devleti üzerindeki etkisini kullanarak ülkenin en zenginlerinden biri haline gelmesi nedeniyle halk nezdinde itibarı son derece olumsuz olan eski Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’nin bu seçimlerde Ahmedinejad’a açıktan tavır alması da sonuçları etkiledi. Seçimler dinî lider Ayetullah Ali Hamaney ile Rafsancani arasında bir vekalet savaşına dönüştü. Bütün bunlara rağmen hile iddiaları, taşmaya hazır bekleyen genç kitlelerin rejime olan öfkelerini boşaltmalarına vesile oldu. İran’daki sistemin şu an için kendisini rahat hissetmesinin tek nedeni, gösterilerin rejim karşıtı bir unsurun kontrolüne geçmemiş olması. Fakat Musevi’nin süreçten geri çekilmesi halinde gösteriler devam ederse, hareketin liderliği devrim karşıtı güçlerin eline geçebilir.
 
İran’ı Türkiye’den Anlamak
Biri Sünni diğeri Şii iki Oğuz Türkü hanedanının yüzyıllarca hâkimiyet sürdüğü iki ülke, İran ve Türkiye, ters yönde de olsa birbirlerinin aynadaki görüntüsünü oluşturuyor. Türkiye’de olduğu gibi İran’da da hukukun yorumunu kendi tekellerinde gören bir ideolojik elit var. Sistemin niteliği bir ülkede laik, diğer ülkede ise İslamcı karakter arz ediyor. Bir ülkede askerî, diğerinde ise dinî eğitim sisteminden geçenler kendilerini sistemin asıl sahibi olarak görüyorlar. Birinde başını örtmek, diğerinde ise örtmemek problem yaratıyor.
İki ülkede yaşanan süreç de Samuel Huntington’ın Değişen Toplumlarda Siyasi Düzen (1968) adlı kitabında ortaya koyduğu genel teoriyle açıklanabilir. Huntington gelişmekte olan ülkelerde otoriter rejimlerin uyguladıkları ekonomik kalkınma politikalarının etkileri arasında ekonomik refah düzeyinin, eğitim seviyesinin, medyaya ulaşımın, sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi neticesinde bebek ölümlerinin büyük oranda azalmasıyla genç nüfusun ve şehirleşme oranının artışını sayar. Bütün bunlar yeni bir orta sınıf doğurmaktadır ve bu sınıfın talepleri kendilerinden önceki fakir, eğitimsiz, medyadan uzak, kırsal kesimde yaşayan nesillerden farklı olacaktır. Yeni orta sınıf siyasi değişim taleplerinde bulunacak, ancak baskıcı rejim bu talepleri karşılayamayacaktır.
Bu kavramsal çerçeveye küreselleşme de eklendiğinde, modernleşmenin etkilerinin geometrik olarak büyüdüğünü görüyoruz. İnternet ve uydu teknolojileri sayesinde mesaj, ışık hızıyla tüm dünyaya yayılıyor. İran’da yapılan son cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından meydana gelen olaylar bu yapısal sancıların bir parçası. Modernleşmeyle birlikte eğitim alan, sosyal hareket kazanan ve şehirleşen İranlılar, küreselleşmenin getirdiği medya imkanlarıyla otoriter sistemlerini sarsıyorlar. Petrol ihracatı nedeniyle ekonomik açıdan kendisini yeterli hisseden ve 1979’daki İslam Devrimi’nden bu yana zaten uluslararası sermaye ile arası bozuk olan İran, Türkiye’den farklı olarak devletçi ekonomi sistemini korudu ve küreselleşmeye kendisini daha yavaş hazırladı.
Rejim bir yandan kontrolü elinde tutmak isterken, diğer yandan izlediği güçlü eğitim politikaları sayesinde halkın eğitim seviyesini yükseltti. İran’da okuma-yazma oranı %85’lere çıktı. Bu oran Türkiye’de %89. İran’da çocukların ilkokula başlama oranı ise bizden daha yüksek, %94’e karşı %91. İran’da üniversiteden mezun olan öğrencilerin %60-70’ini kız öğrenciler oluşturuyor. Bütün bunlar devrimin başarısı; ancak devrimci de olsa eğitim, kendi başına toplumu dönüştürüyor ve neticede devrimin ilkelerini sorgulayan yeni bir kuşak ortaya çıkarıyor. İngilizceyi çok iyi konuşan genç İranlılar, dış dünyayla devletin sınırlarını aşarak iletişim kuruyorlar. Yaşanan bu sürecin sonunda İran’da devlet ile değişen toplumsal talepler arasında kopukluk ortaya çıkıyor.
Dolayısıyla İran’daki gösterileri Cumhuriyet mitinglerine benzetmek, her iki kitle arasındaki yaşam biçimi paralelliklerine rağmen, doğru değil. Unutmayalım ki İran, Türkiye’nin aynadaki görüntüsü; Tahran sokaklarındaki başı açık kızların sosyolojik karşılıkları, Viyana Üniversitesi kampüsündeki görüntüleriyle bağnaz Avusturyalılara adeta 3. Viyana kuşatması şoku yaşatan Türkiyeli başörtülü kızlar. Küreselleşme ve AB karşıtı söylemin ağırlıklı olduğu Cumhuriyet mitingleri, toplumsal dönüşümün aleyhinde, otoriter rejimin lehinde gösterilerdi. Bu kitleleri harekete geçiren, daha önce geri bırakılmış kitlelerin küreselleşme sürecinden istifade ederek sosyolojik anlamda dikey hareketlilik elde etmeleri, en son kale olarak düşünülen cumhurbaşkanlığını dahi talep edebilmeleriydi.
 
Seçimlerden Sonra ABD-İran İlişkileri
ABD Başkanı Barack Obama’nın, Ortadoğu politikasında yapmaya hazırlandığı iki önemli değişiklik var: Filistin devletinin kurulması ve İran ile ilişkilerde normalleşme. İsrail ve ABD’deki İsrail lobisinin çıkaracağı engeller dışında, Filistinlilerin Hamas/el-Fetih gerilimi nedeniyle parçalanmışlıkları, Filistin konusunda atılacak adımları zorlaştırabilir. İran’ın seçimlerden sonra yaşadığı iç karışıklık da Obama’nın Tahran’a karşı gideceği politika değişikliğini zora sokabilir. İran’daki karışıklığın artması halinde ortaya çıkabilecek bir iktidar boşluğunun Suriye, Irak, Afganistan üzerinde de ciddi etkileri olacaktır. Bütün bu alanlarda istikrar için Amerika’nın İran’ın etkin işbirliğine ihtiyaç var.
Yine de İran’daki seçim sonuçlarının şaibeli olarak ilan edilmesi, ABD’deki neoconlara ve İsrail’e büyük bir koz sağladı. İran’daki sistemin kapalı, değişim karşıtı ve sadece göstermelik bir demokrasiden ibaret olduğu iddialarını güçlendirdi. ABD’deki liberal İran uzmanlarının gösterileri abartılı bir şekilde aktararak İranlıların gerçek düşüncesinin farklı olduğu, dolayısıyla seçimlerin İran halkının nabzını tutmadığı, halk ile rejim arasında bir uçurum meydana geldiği tezini işlediklerini görüyoruz. Liberal çevrelerin asıl maksadı Amerikalı politikacılara İran’ın farklı yüzünü teşhir ederek Obama yönetimini bu ülkeye karşı çatışmacı bir tutumdan sakındırmak olabilir. Ancak bu anlatım, aslında hileli bir seçimle işbaşına gelmiş bir İran cumhurbaşkanı ile muhatap olan Obama’nın atacağı adımların sorgulanmasına yol açacaktır.
Obama yönetimi başlangıçta İran’daki seçimlere karşı herhangi bir meşruiyet suçlamasından kaçındı. Olayların giderek tırmanması Obama’yı tavır almaya zorlasa da, ABD Ahmedinejad’la çalışmak zorunda olduğunu kabul ediyor. Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı ABD ile ilişkilerin normalleşmesinde avantaj sağlayabilir. Bazen uzlaşma karşıtı ve radikal unsurlar taviz gerektiren büyük kararları çok daha kolay verebilirler. Reformist kanatla ABD’nin kuracağı ilişkiler sadece bu kanadı yıpratacakken, radikal kanadın bu yönde atacağı adımları geniş halk kitleleri daha kolay benimseyebilir. Bu nedenle Ahmedinejad’ın yönetimde olması Obama için bir fırsat olarak kabul edilebilir.

Paylaş Tavsiye Et