Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2009) > Yüzleşiyorum > Niçin Türk oldular?
Yüzleşiyorum
Niçin Türk oldular?
Mustafa Özel
OL ma­hî­ler ki der­ya iç­re­dir, der­ya­yı bil­mez­ler, de­miş şa­ir. İn­san, içi­ne doğ­du­ğu dün­ya­yı kav­ra­mak­ta zor­la­nır. Onun her za­man “öy­le” ol­du­ğu­nu, hep öy­le ola­gel­di­ği­ni var­sa­yar. Oy­sa dün­ya­sı­nın olu­şu­mu­nu kav­ra­ya­ma­yan, ge­liş­tir­mek şöy­le dur­sun, onu el­de bi­le tu­ta­maz. Er­ge­ne­kon çe­te­le­riy­le ayak­ta ka­la­bi­le­cek­le­ri­ni dü­şü­nen­ler, yüz yıl ön­ce o ef­sa­ne­le­ri dil­len­di­ren­le­re kı­yas­la ne ka­dar fe­ra­set­siz, ne ka­dar ça­pul­cu­dur­lar!
Bir ta­kım kül­tü­rel ça­lış­ma­la­ra rağ­men, İkin­ci Meş­ru­ti­yet son­ra­sı­na ka­dar Türk in­sa­nın­da “mil­li­yet” bi­lin­ci yok­tu. Ol­say­dı, Türk­çü­lü­ğün bel­li baş­lı müb­dii Zi­ya Gö­kalp 1912’de şu sa­tır­la­rı yaz­maz­dı: “As­len Türk olan bir­çok genç­ler Ar­na­vut­luk­la, Arap­lık­la ya­hut Kürt­lük­le if­ti­har edi­yor­lar­dı. Türk­lü­ğe mü­ba­hat eden tek bir fert yok­tu. Türk ke­li­me­si Şar­kî Ana­do­lu’da Kı­zıl­baş, İs­tan­bul’da ka­ba ve köy­lü ma­nâ­la­rı­na idi. Ta­rih­te bu acık­lı hâ­le bir ikin­ci mi­sal gös­te­ri­le­mez. Ha­riç­te Av­ru­pa, Tür­ki­ye’de­ki re­za­let­ler­den do­la­yı yal­nız Türk­le­ri it­ham edi­yor; da­hil­de müs­lim ve gayr-i müs­lim bü­tün ka­vim­ler sa­ra­yın is­tib­da­dın­dan, me­mur­la­rın zul­mün­den, hü­kü­me­tin yol­suz­lu­ğun­dan an­cak Türk kav­mi­ni me­sul ta­nı­yor­du. Hal­bu­ki Türk kav­mi ‘Ben va­rım’ de­mi­yor­du. Or­ta­da tev­cih olu­nan bir mes’uli­yet yü­kü var­dı ki onu ka­bul eden bir omuz yok­tu.”
İl­ginç olan şu: Türk­çü­lü­ğün üç önem­li ka­le­min­den hiç­bi­ri ‘kav­mî’ an­lam­da net Türk de­ğil­di: Zi­ya Gö­kalp Di­yar­ba­kır­lı bir Kürt, Yu­suf Ak­çu­ra Ta­tar, Ah­met Ağa­oğ­lu ise öm­rü­nün üç­te bi­ri­ni “Türk düş­man­lı­ğı” ile ge­çir­miş bir Aze­ri idi. Üçü de 20. yüz­yı­lın şa­fa­ğın­da, ba­na gö­re ga­yet sa­mi­mi bir emel­le, Türk ol­ma­yı seç­ti­ler. Sa­de­ce Türk ol­mak­la kal­ma­dı­lar, Türk­lü­ğü “Ben va­rım” di­ye­me­yen bir top­lu­lu­ğa ka­bul de et­tir­di­ler. Bu dö­nü­şü­mü ve ge­rek­çe­le­ri­ni kav­ra­ya­ma­yan­lar, 21. yüz­yıl eşi­ğin­de han­gi dö­nü­şüm­le­rin bu mil­le­te kur­tu­luş kay­na­ğı ola­bi­le­ce­ği­ne akıl er­di­re­mez­ler.
 
Dün­ya­da Kaç Mil­let Var?
Bu so­ru­ya ce­vap ve­re­bil­mek için, mil­le­tin ta­nı­mın­da an­laş­mak la­zım. Ta­nı­mı, hâ­kim güç ya­par. Son iki yüz­yı­lın kü­re­sel hâ­kim gü­cü, ka­pi­ta­liz­mi “icat eden” Av­ru­pa (ve uzan­tı­sı ABD). Kul­lan­dık­la­rı te­mel or­ga­ni­za­tör ke­li­me: Na­ti­on. Türk­çe en uy­gun kar­şı­lı­ğı: Ulus. Dün­ya­nın en say­gın bi­lim ku­rum­la­rın­dan bi­ri sa­yı­lan Prin­ce­ton Üni­ver­si­te­si’nin 2007 yı­lın­da ya­yım­la­dı­ğı “Ulus­lar Ne­re­den Ge­li­yor­lar?” baş­lık­lı ça­lış­ma­nın ilk cüm­le­si şu: “Ulus, ken­di dev­le­ti­ne sa­hip ol­ma hak­kı var­sa­yı­lan bir top­lu­luk­tur.” Ça­lış­ma­da Ernest Gell­ner’den ha­re­ket­le, aka­de­mik ve po­li­tik çev­re­ler­de­ki ka­na­at­le­re gö­re dün­ya­mız­da 600-800 ara­sı ak­tif ulus-dev­let pro­je­si ve 7000-8000 ara­sı po­tan­si­yel pro­je mev­cut ol­du­ğu be­lir­ti­li­yor. Bu­na rağ­men fii­len an­cak 192 ulus-dev­let, bir göz­lem­ci dev­let (Va­ti­kan) ve bir de po­tan­si­yel ulus-dev­let var­dır (Tay­van).
De­mek ki me­se­le te­mel­de bir “dev­let”e sa­hip ol­mak­tır. Dev­le­tin var­sa, mil­let­sin! İş­te bu top­rak­lar­da da yüz yıl ön­ce Türk mil­le­ti­ni “icat et­me­ye” ça­lı­şan­lar, as­lın­da güç­lü ve ya­şa­ya­bi­lir bir dev­le­te sa­hip ol­mak­tan baş­ka bir amaç pe­şin­de de­ğil­di­ler. Türk­lük ve Türk­çü­lük­le­ri bir iman me­se­le­si de­ğil, bir ak­si­yon me­se­le­siy­di.
As­lı­na ba­kı­lır­sa, ulus­çu­luk da bir tür din gi­bi iş­li­yor­du. Mo­dern bir ide­olo­ji ya­hut si­ya­si stra­te­ji ola­rak ulus­çu­lu­ğu or­ta­ya çı­ka­ran Fran­sız Dev­ri­mi, ni­hai oto­ri­te kay­na­ğı ola­rak hü­küm­da­rın ye­ri­ne hal­kı ika­me et­miş­ti. Ni­ni­an Smart’a gö­re, di­nî bir ge­le­ne­ğin ti­pik ola­rak sa­hip ol­du­ğu ye­di bo­yu­tun hep­si bu ye­ni (se­kü­ler) ide­olo­ji­de mev­cut­tu: Öğ­re­ti, mit, etik, ri­tü­el, de­ne­yim, ku­rum­lar ve do­na­nım (ta­pı­nak­lar, ikon­lar, özel giy­si ve eş­ya…). Bu bo­yut­lar din­den di­ne, mez­hep­ten mez­he­be el­bet­te fark­lı ağır­lık­la­ra sa­hip­ti. Or­to­doks­luk ri­tüe­le bo­ğul­muş­ken, Hin­du­iz­min sos­yal ku­rum­sal­laş­ma­sı son de­re­ce kar­ma­şık­tı; Üni­ver­sa­list­ler eti­ğe bü­yük önem at­fe­der­ken, Pen­te­kos­ta­lizm de­ne­yi­me ağır­lık ve­ri­yor­du. Ulus­çu­luk da ulus di­ye ad­lan­dır­dı­ğı bir top­lu­lu­ğa dün­ya cen­ne­ti va­at eden bir öğ­re­tiy­le baş­lı­yor­du. Smart’a gö­re di­ğer bo­yut­la­rı şöy­le tas­vir ede­bi­li­riz:
“Her ulu­sun özel­lik­le okul­lar­da öğ­re­ti­len bir mi­ti (olu­şum ef­sa­ne­si) var­dır. Ef­sa­ne­de kah­ra­man­lar ve ulu­sa an­lam ve onur bah­şe­den şa­ir, bil­gin ve di­ğer kut­sal in­san­lar yer alır. Her ulu­sun tıp­kı din­ler gi­bi ri­tü­el­le­ri var­dır: Bay­rak tö­ren­le­ri, mil­li marş, spor mü­sa­ba­ka­la­rı, res­mî ge­çit­ler, an­ma gün­le­ri. Her ulus bir yurt­taş­lık eti­ği aşı­lar: yurt­taş ulu­su (va­ta­nı) için öl­me­ye ha­zır ol­ma­lı, ver­gi ver­me­li, dü­ze­ne uy­ma­lı, ço­cuk ye­tiş­tir­me­li, çok ça­lı­şa­rak mil­li ge­li­re kat­kı­da bu­lun­ma­lı, ve­sai­re. Her ulus, (öğ­ret­men­le­rin ba­şı çek­ti­ği) bir ra­hip­ler züm­re­si­ne sa­hip olan bir Dev­let­te ete ke­mi­ğe bü­rü­nür. Ku­rum­sal ya­pı­sı Baş­kan­lık gi­bi sem­bo­lik bir mer­kez­de ifa­de­si­ni bu­lur. Do­na­nım ola­rak da dev­le­tin anıt­la­rı, bay­ra­ğı, as­ke­rî araç ge­reç­le­ri, uçak­la­rı, üni­ver­si­te ve mü­ze­le­ri bu­lu­nur. Ba­zı top­lum­la­rın ulus­çu­luk­la­rı sa­de­ce sem­bo­lik ola­rak din­le­ri an­dır­mak­la kal­maz, biz­zat din ile bü­tün­le­şir. Me­se­la Ro­man­ya hal­kı­nın ulus mi­ti ay­nı za­man­da Ro­men Or­to­doks­lu­ğu­nun mi­ti­dir.” (Re­li­gi­on and the Wes­tern Mind, SUNY Pres, 1987, s. 70-2.)
Yaz­dık­la­rı­nı ço­ğu za­man oku­ma­dan mah­kûm et­ti­ği­miz Zi­ya Gö­kalp ulus­luk ile din ara­sın­da­ki far­kın da, de­rin iliş­ki­nin de far­kın­da­dır ve Türk­ler için bir ulus­çu­luk ge­liş­tir­me­ye ça­lı­şır­ken bu­nun di­ne za­rar ver­me­me­si­ne bü­yük özen gös­te­rir. Kar­şı ol­du­ğu şey İs­lam üm­met­çi­li­ği de­ğil, İs­lam mil­li­yet­çi­li­ği­dir:
“Türk­lük­le İs­lam­lık, bi­ri mil­li­yet di­ğe­ri bey­nel­mi­le­li­yet ma­hi­yet­le­rin­de ol­duk­la­rı için ara­la­rın­da as­la teâ­ruz yok­tur. Türk mü­te­fek­kir­le­ri, Türk­lü­ğü in­kâr ede­rek din­le­ra­ra­sı bir Os­man­lı­lık ta­sav­vur et­tik­le­ri za­man İs­lam­laş­mak ih­ti­ya­cı duy­mu­yor­lar­dı. Hal­bu­ki Türk­leş­mek mef­kû­re­si do­ğar doğ­maz İs­lam­laş­mak ih­ti­ya­cı da his­se­dil­me­ye baş­la­dı. … Li­sa­nı­mı­zı ma­nâ iti­ba­rıy­la mua­sır­laş­tır­mak, ıs­tı­lah ci­he­tiy­le İs­lam­laş­tır­mak la­zım ol­du­ğu gi­bi; sarf, na­hiv, im­lâ hu­sus­la­rın­da Türk­leş­tir­mek de lâ­büd­dür. … Türk­ler­de mil­li­yet his­si uyan­ma­ya baş­la­yın­ca, Türk­çü­lük İs­lam­cı­lı­ğa mu­ha­le­fet­le it­ham edil­di. Hal­bu­ki Türk­çü­le­rin ga­ye­si mua­sır bir İs­lam Türk­lü­ğü­dür. Türk­çü­le­rin mil­let mef­kû­re­si Türk­lük­se, üm­met mef­kû­re­si de İs­lam­lık­tır.”
 
Gö­nül­lü Türk, Gö­nül­süz Türk
Gö­kalp gö­nül­lü Türk’tü, Ağa­oğ­lu gö­nül­süz Türk. Ah­met Ağa­oğ­lu, Türk­lü­ğü­nü kır­kın­dan son­ra keş­fe­den bir opor­tü­nist de­sem, hiç de­ğil­se gö­rün­tü iti­ba­riy­le hak­sız sa­yıl­mam. Yir­mi­li yaş­la­rın­da yaz­dık­la­rı bu­ram bu­ram Türk düş­man­lı­ğı ko­kan bu aris­tok­rat Aze­ri, ken­di­ni Şii ve İran­lı sa­yı­yor­du. (Ro­man­ya ör­ne­ği­ne uy­gun ola­rak, İran’da da Şi­i­lik­le İran­lı­lık öz­deş­ti.) Üç­lü bir kim­li­ğe sa­hip ol­du­ğu­nu dü­şü­nü­yor­du: Müs­lü­man dün­ya­ya, İran top­lu­mu­na ve Şi­i­li­ğe ait­ti. Pa­ris’te yaz­dı­ğı ya­zı­lar­da ken­di­si­ni “İran’ın ka­de­riy­le doğ­ru­dan il­gi­li ve İran’ın kül­tü­rel mi­ra­sı­nı ken­di mi­ra­sı ola­rak be­nim­se­yen bir İran­lı” ola­rak su­nu­yor­du. Ona gö­re “İs­lam’da­ki bü­yük çö­kü­şün en bü­yük so­rum­lu­la­rı Türk­ler­di.” Türk­le­ri İran’ın yı­kı­mı­na se­bep ol­mak­la suç­lu­yor ve ile­ri­de Türk­çü ta­rih­ya­zı­mı­nın kah­ra­man­la­rı ola­cak Cen­giz ile Ti­mur’un kor­kunç is­ti­la­la­rın­dan söz edi­yor­du. Ay­rı­ca Türk­ler, Müs­lü­man ka­dı­nın ha­yat şart­la­rı­nı mah­vet­miş­ti­ler. İs­lam dün­ya­sı­nın ba­şı­na geç­tik­le­rin­de he­nüz bar­bar olan Türk­ler, be­ra­ber­le­rin­de “ka­dı­nın ta­ma­men hor gö­rül­me­si” an­la­yı­şı­nı da ge­tir­miş­ti­ler. (F. Ge­or­ge­on, Os­man­lı-Türk Mo­dern­leş­me­si, YKY, 2006, s. 106-7.)
Pe­ki bu adam son­ra­dan de­rû­nî bir ay­dın­lan­ma ya­şa­ya­rak mı Türk­leş­ti? Yok­sa İran­cı­lı­ğı da Türk­çü­lü­ğü de fır­sat­çı­lık­tan mı iba­ret­ti? A. Holly Shiss­ler’in ka­na­ati­ni pay­la­şı­yo­rum: Ah­met Ağa­oğ­lu, hal­kı­nın ma­kus ta­li­hi­ni yen­me­ye ça­lı­şan in­ce bir ay­dın­dı. Kim­di hal­kı? “Bü­yük kıs­mı Sün­ni ve­ya Şi­i, Aze­ri­ce ko­nu­şan Müs­lü­man Trans­kaf­kas­ya yer­li aha­li­si.” Bu hal­kın ken­di­si­ne ve­ya İran’a da­ya­nı­la­rak güç­lü bir dev­let ku­ru­la­ma­ya­ca­ğı­nı kes­tir­di­ği an­dan iti­ba­ren, çö­küş ha­lin­de de ol­sa Os­man­lı Dev­le­ti’ne yö­nel­di. Bü­tün ha­ya­li, güç­lü bir dev­let sa­ye­sin­de İs­lam­lı­ğın ayak­ta kal­ma­sıy­dı. Fa­kat gö­rü­şü­ne gö­re, mo­dern­lik­ten uzak, aciz bir İs­lam­lı­ğın ya­şa­ma şan­sı da yok­tu: “Krupp’un top­la­rı­na kar­şı der­viş­le­ri­miz­le mü­ca­de­le ede­mez­dik.”
Ağa­oğ­lu’nun İs­lam an­la­yı­şı, Pa­ris yıl­la­rın­da evi­ne mi­sa­fir et­ti­ği Ce­ma­led­din Ef­ga­ni’den mül­hem­di. Bu­gün o “po­zi­ti­vizm­le meş­bu” an­la­yı­şı eleş­tir­mek ko­lay­dır. Fa­kat yüz yıl ön­ce, din ü dev­le­ti kur­tar­mak ga­ye­siy­le o fi­kir­le­re sa­rı­lan­la­rı AN­LA­YIŞ ile kar­şı­la­mak zo­run­da­yız. İs­lam’ın te­mel­de bi­rey­ci ol­du­ğu­na ina­nan Ağa­oğ­lu, 1930’la­rın Cum­hu­ri­yet Tür­ki­ye’sin­de yaz­dı­ğı Fert ve Dev­let gi­bi ri­sa­le­ler­le de mo­der­nist İs­lam­cı­lı­ğı­nı de­vam et­tir­di.
 
Gö­kalp’le­re Ge­ri Dö­ne­lim!
Bu­gün “hal­kı­mı­zın ma­kus ta­li­hi­ni yen­me” stra­te­ji­si yüz yıl ön­ce­kiy­le ay­nı ola­maz. Ne dün­ya ay­nı dün­ya­dır, ne Tür­ki­ye ay­nı Tür­ki­ye. El­bet­te asır­lık ka­zanç­la­rı­mı­za sa­hip çı­ka­rak, fa­kat yep­ye­ni bir an­la­yış­la yo­lu­mu­za de­vam et­mek zo­run­da­yız.
Gö­kalp’in de, Ağa­oğ­lu’nun da (bu ya­zı­da ele ala­ma­dı­ğı­mız) mo­dern­lik (mua­sır­lık) an­la­yı­şı ar­tık ge­ri­de kal­mış­tır. Her iki­si için de mua­sır­lık, tek­no­lo­jik ve or­ga­ni­zas­yo­nel alan­lar­da Av­ru­pa’ya ben­ze­mek­ti. Bu­gün bir de­ğil, bir­kaç “Av­ru­pa” var ar­tık: Ja­pon­ya, Çin, Rus­ya, Hin­dis­tan. Dün­ya­nın ağır­lık mer­ke­zi ye­ni­den As­ya’ya ka­yı­yor. Bu bağ­lam­da “Av­ru­pa üs­tün­lü­ğü” de­nen ol­gu ger­çek­ten çok kı­sa sür­dü. İn­san­lık ta­ri­hin­de ne bu ka­dar kap­sam­lı (kü­re­sel) bir he­ge­mon­ya ol­muş­tu; ne de bu ka­dar ça­buk bir he­ge­mo­nik dü­şüş!
Türk­ler yüz yıl­da az çok Türk­lü­ğü öğ­ren­di­ler. Bal­kan ve Kaf­kas göç­men­le­ri de “soy­daş” sa­yı­la­rak Türk­lü­ğe dâ­hil edil­di. Kürt­ler iki ara­da bir de­re­de kal­dı­lar: Ba­tı Ana­do­lu’ya göç eden­ler az çok Türk­leş­ti­ler; ge­ri­de ka­lan­lar “okul­da Türk, ev­de Kürt” ol­ma­ya de­vam et­ti­ler. Ne za­man ki Irak de­nen ya­pay dev­let yı­kıl­dı, Ku­zey Irak’ta bir Kürt dev­le­ti ve­ya en azın­dan özerk bir Kürt hü­kü­me­ti gün­de­me gel­di; Kürt­lük ev­den, Türk­lük okul­dan çı­kıp si­ya­set mey­da­nı­nın yo­lu­nu tut­tu.
Si­ya­set mey­da­nın­da iki dil­den bi­ri ko­nu­şu­lur. Baş­ka bir de­yiş­le, dev­let­le­ri ayak­ta tut­ma­nın iki te­mel ara­cı var­dır: Ce­bir ile rı­za. Ce­bir (zor kul­lan­ma) ne ka­dar faz­la, rı­za (ka­bul­len­me) ne ka­dar az ise, iş­lem ma­li­ye­ti o ka­dar yük­sek olur. Rı­za ne ka­dar yük­sek, ce­bir ne az ka­dar ise, dev­le­ti ayak­ta tut­ma­nın ma­li­ye­ti o ka­dar dü­şük olur. İki ter­cih ara­sın­da­ki mas­raf far­kı, mo­dern­leş­me­yi müm­kün kı­la­cak ya­tı­rım­lar­dır. Ne ka­dar ahenk­siz­lik, o ka­dar ge­ri kal­mış­lık!
De­rim ki, ge­lin yüz yıl ön­ce­si­ne dö­ne­lim. Er­ge­ne­kon ça­pul­cu­la­rı gi­bi fi­kir­siz ka­ba­da­yı­la­rı de­ğil, Gö­kalp gi­bi cid­di ve mil­le­ti­nin der­diy­le kav­ru­lan fi­kir adam­la­rı­nı ye­ni­den tar­tı­şa­lım. El­bet­te dün­ya­ya yep­ye­ni göz­ler­le bak­mak, yep­ye­ni kav­ram çer­çe­ve­le­ri ge­liş­tir­mek zo­run­da­yız. Fa­kat mil­let­le­rin ta­ri­hi iki D ile te­ma­yüz eder: De­ği­şim ve De­vam­lı­lık. Ye­ni fi­kir­le­re muh­ta­cız, fa­kat bir mil­le­ti ya­şa­ta­cak büs­bü­tün ye­ni hiç­bir fi­kir yok­tur!
Gö­kalp yüz yıl ön­ce ken­di­le­ri­ne Türk­lük­le­ri­ni keş­fet­tir­di­ği in­san­la­ra şöy­le ses­le­ni­yor­du:
Bü­tün İs­lam ka­vim­le­ri ara­sın­da müş­te­rek olan Arap harf­le­ri­ni bi­lâ-ta­gay­yür mu­ha­fa­za edin.
Bü­tün İs­lam ka­vim­le­rin­de ilim ıs­tı­lah­la­rı­nın müş­te­rek bir hâ­le ge­ti­ril­me­si için İs­lam üm­me­ti ara­sın­da ıs­tı­lah kon­gre­le­ri dü­zen­le­yin.
Bü­tün İs­lam ka­vim­le­rin­de müş­te­rek bir ter­bi­ye­nin (AN­LA­YI­ŞIN) te­si­si için ter­bi­ye kon­gre­le­ri dü­zen­le­yin.
Bü­tün İs­lam ka­vim­le­ri­nin müf­tü (di­ya­net) teş­ki­lat­la­rı ara­sın­da dai­mî bir ir­ti­bat ku­run.
İs­lam üm­me­ti­nin tim­sa­li olan hi­lâ­lin kut­si­ye­ti­ni mu­ha­fa­za edin. (Zi­ya Gö­kalp, Ki­tap­lar 1, YKY, 2007,
s. 65.)
Ya­zı­nın bu nok­ta­sın­da, so­rum­lu ya­zı iş­le­ri mü­dü­rü­müz Ali Pul­cu ile ça­tış­tı­ğı için bir sü­re­dir or­ta­lık­ta gö­zük­me­yen Ali Cen­giz Tuğ­rul omuz ba­şım­da be­li­ri­yor. “Sen hiç ga­ze­te oku­mu­yor, te­le­viz­yon sey­ret­mi­yor mu­sun ar­ka­daş? Tür­ki­ye’nin ay­dın­la­rı da­ha kız­la­rı­mı­zın ör­tü­lü ola­rak oku­yup oku­ya­ma­ya­cak­la­rı­na bi­le ka­rar ve­re­me­di­ler. Ha­yâ­sız­lık­la­rı ar­şa çık­tı­ğı için çe­te­ci­le­ri ar­tık her­ke­sin mec­bu­ri­yet­ten eleş­tir­di­ği­ne bak­ma. Ami­ral ge­mi­le­ri­miz­de her kö­şe ya­za­rı bir Ve­li Kü­çük, her te­le­viz­yon yo­rum­cu­su bir Ke­mal Ke­rinç­siz. Er­ge­ne­kon Tür­ki­ye’sin­de Gö­kalp’le­ri kim okur da kim din­ler?”

Paylaş Tavsiye Et