KOMŞU, komşunun külüne muhtaçtır. Ev alma, komşu al. Hayır söyle komşuna, hayır çıksın karşına. Devam edelim mi? Peygamber Efendimiz, “Cebrail bana komşuluk haklarından o kadar çok bahsetti ki, komşunun komşuya vâris kılınacağını zannettim” buyuruyor. “Komşu hakkı, Tanrı hakkıdır.” Bu hakka riayet sadece uhrevi değil, dünyevi kazançla da sonuçlanır.
Komşuluğun özü itimattır. Toplumları ayakta tutan ve geliştiren temel meziyet! Fukuyama ağzıyla kuş tutsa “Tarihin Sonu” münasebetsizliğinden yakasını kurtaramaz. Oysa İtimat başlıklı kitabı son derece öğreticiydi. (Türkçeye Güven başlığıyla çevrildi ve Türkiye İş Bankası tarafından yayımlandı.) Bazı toplumların niçin diğerlerinden iktisaden daha başarılı olduğuna dair kadim soruya cevap arıyordu. Başarının anahtarı, ülkelerin toplumsal iltisak düzeyi, yani bireylerin birbirlerine itimat etme derecesi; ve bunun ailelerle merkezî yönetim arasındaki güçlü aracı kurumlardaki tezahürüdür,diyordu.
Fukuyama’ya göre, bugün en çetin mesele devlet yapılarını düzenli bir tarzda sökme meselesidir. “Eski komünist dünyadaki problemin bir kısmı, devletin çok güçlü bir konumdan çok zayıf bir konuma geçmesidir. Meşru hükümetin otoritesini ihya etmek zorundasınız. Ondan sonra hükümet, önemli fakat sınırlı işlevleri olduğunu kabul etmek ve (a) servet kazanımı için özel sektörün önünden çekilmek, (b) sivil topluma, devlete bağımlı olmayan bir sosyal dayanışmayı sağlama hususunda müsaade etmek zorundadır.”
Bütün bu meseleler Fransa, Rusya, Almanya, Japonya gibi ülkelerde nasıl çözülmektedir? Fukuyama, Fransa’yı hem özel sektöre hem de sivil toplumun sosyal dayanışmayı sağlamasına müsait görmüyor. Rusya ise tam bir felaket. “Rusya olsa olsa, Fransa’nın son birkaç yüzyıldaki haline benzeyecek: Ortadaki zeminde pek az iltisak olduğundan, otoritenin hiper-merkezîleşmesi ile anarşik adem-i merkezîleşme arasında sürekli yer değiştirme.”
Peki, Tarihin Sonu’nda o kadar yüksek sesle dillendirilen liberal demokrasi ile kapitalizmin etkisi ne olacak? “Modern dünyada vuku bulmakta olan şey küreselleşme ve homojenleşmedir. Dolayısıyla kültürel ataletle başa çıkmada bugün önceki dönemlere nispetle muhtemelen daha fazla şanslıyız.” Fukuyama’nın şemasında din önemli bir rol oynuyor. Weber’in, Protestanlığın kapitalizmin yükselişinin arkasındaki kritik faktör olduğuna dair ünlü tezini büyük ölçüde benimsiyor. Bu iddiayı Japonya’ya kadar götürüyor ve Budist taassubunun Japonya’nın sosyal ve ekonomik gelişmesindeki önemini vurguluyor. Kendisi de “muhafazakâr bir Presbiteryen” değil mi zaten?
Katolikler Protestanlaşıyor!
Fukuyama’yı gelecek hakkında iyimser kılan şeylerden biri “Katolik Kilisesi’nin Protestanlaşması”dır. Katolik Latin Amerikan toplumlarında Protestanlığın giderek yayılmasından da etkilendiğini söylüyor. “Brezilya’da aile ahlâkı ile sokak ahlâkın farklı olduğuna dair bir söz var; yani eğer kamu hizmetine seçilmişseniz, öncelikli yükümlülüğünüz aile namına çalmaktır.” Brezilya nüfusunun şu anda yüzde 20’si Protestan’dır ve bunların büyük kısmı Evanjelik’tir.
Fukuyama, Protestanlığın Latin Amerika’da yaygınlaşmasından umutlu; liberal-kapitalist düzenlerin böylece küreselleşebileceğini düşünüyor. Oysa Latin Amerika’nın çok iyi eğitimli din adamları toplumculuğu çıkış kapısı olarak görüyorlar, din-temelli bir sosyalizmi. Bunun için, öncelikle Roma Kilisesi ile hesaplaşıyorlar.
“Klasik ilahiyat kapitalizme benzer: Kilise’nin kendine özgü bir yönetici sınıfı vardır; iktidarın bütünüyle Papa, piskopos ve rahiplerin elinde toplandığı piramidik bir sınıf.” Bu sözlerin sahibi Piskopos Leonardo Boff, Latin Amerika’nın binlerce özgürlükçü Katolik din adamından biri. Oxford mezunu ve otuzun üzerinde yayımlanmış eseri var. Kilise: Çarlık ve İktidar başlıklı kitabı yayımlanır yayımlanmaz Vatikan’a çağrılarak sorguya çekildi. Asi din adamının sorgulandığı yer, bir vakitler Engizisyon’a sahne olmuş bir saraydı.
Gelişmeleri tahmin etmek zor değil. Bolluk toplumuna ulaşan Batı Avrupa ve ABD’de Kilise, kapitalist sistem içinde kendisine bir yer edinip lâik ve liberal düşüncelere uyum sağlamaya çalışırken, yoksulluğun had safhaya ulaştığı Latin Amerika’da radikal ideolojilerle hesaplaşmak zorundadır. Özgürlükçü İlahiyat (Liberation Theology) bir bakıma Hıristiyanlığa sosyal bir muhteva kazandırma çabasıdır. Din adamları, sosyal gelişmeler konusunda sadece yorum yapmakla yetinmeyip, haksız otoriteye karşı mücadele kervanına katılırlar. Vatikan’ı çileden çıkaran da budur zaten. Üstelik Latin Amerika’da Katolik piskopos ve rahipler, yalnızca toplumcu güçleri desteklemekle kalmaz, kendileri bizzat toplumcu olurlar.
Eylemin önceliğini vurgulayan Özgürlükçü İlahiyat, Hıristiyan inancının anlaşılması kadar, sosyal çevrenin değiştirilmesi için siyasetin gerekliliğini de taraftarlarına benimsetmeye çalışır. Özgürlük üç aşamada gerçekleşecektir: Bir, zorbaları ve sömürü biçimlerini teşhir edecek olan sosyolojik analiz; iki, sömürülenlerin olup bitenler konusunda bilinçlendirilmesi; üç, zorbalara karşı gerçek mücadele. Son aşamanın açık siyasi faaliyetten sokak gösterilerine kadar birçok biçimi vardır. “Tek gerçek tanıyoruz: İnsana özgürlüğünü kazandırma yolunda faydası olan gerçek.”
Türkiye de tıpkı Latin Amerika gibi bu küreselleşen ve homojenleşen dünyanın bir parçası. Fakat bizde Kilise yok ve din adamlarımız devlet memuru. Sermaye küreselleştikçe ücretler düşüyor ve küçük sermayelerin kârlılığı azalıyor. Türkiye gibi ülkelerde toplumculuk sadece işçilerin haklarını sermayeye karşı savunmak anlamına gelmiyor. Bu klasik “solculuğa” ilave olarak, küçük sermayeleri büyük ve konsantre sermayeye karşı savunmak da temel bir toplumcu mücadeleye dönüşüyor.
Küçük sermayeler, doğaları gereği, birbirleriyle rekabet halinde olan sermayelerdir. Fakat bu rekabetçi sermayelere “komşuluk bilinci” aşılayıp ortak hareket etmeye yönlendiremezsek, korkarım ki küresel sermaye karşısında silinip gideceklerdir. Latin Amerika’nın dinî önderleri “Tek gerçek tanıyoruz: İnsana özgürlüğünü kazandırma yolunda faydası olan gerçek” diyorlar. Türkiye toplumunun faydası da rekabetçi küçük girişimcilerinin yok olmamasındadır.
Fayda’lı İşler Yapalım!
Mart sonlarına doğru, gazetelerde sessiz sedasız bir haber okuduk: “Yerel perakendeciler, yabancı rakiplerine karşı Fayda’da birleşti.” Hayırlı olsun! Haberin ayrıntısı: Yerel perakendeciler “üretim maliyetlerini aşağı çekmek ve fiyat rekabeti sağlamak için” güçlerini birleştirdi. Türkiye Perakendeciler Federasyonu üyesi 73 şirket bir araya gelerek Fayda adlı bir şirket kurdu. 852 şubede satılmak üzere kendi yeni oluşturacakları markaları tüketiciye ulaştırmayı amaçlayan şirket, ilk yılda “üye zincirlerin 3 milyar TL’yi bulan cirosunun yüzde 5’ine ulaşmayı” amaçlıyor.
Yönetim Kurulu Başkanı Turan Özbahçeci, Avrupa’da perakende sektörünün yarısının üç veya dört marka tarafından kontrol edildiğini belirterek, “Türkiye’de çok ciddi yerel markalar var. Uluslararası firmalar satın almakla bitiremez” diye konuştu. Yerel perakendecilerin seslerini çıkarabilmesi için bir araya gelmelerinin zorunluluğuna işaret eden Özbahçeci, bu nedenle önce İstanbul ve Ankara’da kurulan perakendeci derneklerinin daha sonra federasyon çatısı altında birleştiğini aktardı. Federasyondaki 226 şirketin “Ortak ne yapabiliriz, birlikte nasıl bir adım atarız?” düşüncesinden yola çıkarak Fayda’nın temellerinin atıldığını söyleyen Özbahçeci, ilk olarak 73 firmanın ortaklığı ile şirketin kurulduğunu dile getirdi. Şirkette her üye aynı oranda hisseye sahip. Yapıya şahıslar değil şirketler yani tüzel kişilikler üye oluyor. Şirkete üye marketler Türkiye genelinde 23 ilde 852 nokta ile müşterilerine ulaşıyor. Toplam çalışan sayısı 20 bin.
Carrefour’un Ümraniye şubesinin temeli atılırken, bakkallar olayı protesto amacıyla Başbakan Özal’ın yolunu kestiklerinde, Özal kendilerine “Birleşin!” mesajı vermişti. Fayda A.Ş.’nin kuruluşu bu mesaja 20 yıl gecikmeli cevap gibidir. Küçük ticari birimlerin daha güzel ve insani olduğunu hepimiz kabul etsek de, çoğumuz maliyet ve diğer sebeplerle büyük mağaza ve marketlerden alışveriş ederiz. Bir yörede mesela bir 3M Migros açıldığı zaman, 50-60 bakkal kapanmak zorunda kalır. Bu tür gelişmelere slogan atarak tepki göstermek maalesef hiçbir sonuç vermiyor. Tek çözüm, güç birliği etmektir. Bu topraklarda siyasi olduğu kadar ekonomik bağlamda da yeni bir “ortaklık kültürü” geliştiremezsek, ayakta kalamayız!
Bundan tam yüz yıl önce Şair Eşref köy bakkallarına “Birleşin” diyordu:
Dinleyin bu pendi ey ehli kurrâ
Kalmayın böyle umumen fukara
İçinizden beri gelsün muhtar
Edeyim bazı hususu ihtar.
Ey köylüler, sözümü dinleyin. Böyle yoksul kalmayın. Hicivleriyle meşhur şair, köy bakkallarına birleşmenin yanı sıra eğitimi ve bilimsel çalışmayı salık veriyordu:
Okuyup yazma zamanı bu zaman
Akil ol, fırsatı öldürme aman
Her ne söyler ise yap mühre-i fen
İtiraz eyleme cehlin ile sen
“Böyle gördüm” diye etme ısrar
Neresinden ziyanın dönsen, kâr.
Günümüzün yerlileri Avrupalı büyük rakiplerine karşı birleşiyorlar. Peki, Eşref devrinin köy bakkalları kime karşı birleşeceklerdi?
Sille’den geldi şu bakkal Yani
Köyü zaptetti bütün külhani
Geldiğinde var idi üç lirası
Geçti mi dört sene bilmem arası
Veresi verdi sizi etti zebun
Oldunuz köyce herife medyun.
Sille, Konya’ya bağlı bir Rum köyüdür. Şiirde Avrupalıyı veya gayrimüslim azınlığı temsil ediyor. Sille türkülerinden birinde Âşık Figani şöyle figan ediyor:
Gülmedim dünyaya geldim geleli
Ne kara yazılı garip başım var
Ezelden talihim böyle çalınmış
Sanmayın sonradan benim aşım var
Fakir zahmetinden yaram sızılar
Yiyecek istiyor evde kuzular
Figani’yim gurbet elde ölürsem
Tarihi belirsiz mezar taşım var.
Sille yerlisi evdeki kuzuları beslemekten aciz gurbete çıkmışken, köyün Rumu Yani orada işini bitirmiş, başka köyleri “tokatlamaya” koyulmuştur:
Ununu Yani elekten eledi
Sille’den geldi, sizi silleledi
Sen emek çek üzümü Yani yesin
Hem yesin, hem sana hırbo desin.
Şaire göre tokatlanmamanın yegâne yolu emek ve sermayeleri birleştirmektir:
Size uymazsa, zamana siz uyun
Toplanın bir yere sermaye koyun
Sürüde bir tekeden bin döl olur
Katreler bir yere gelse göl olur.
Şair Eşref’in önerdiği “sosyal model”, eski küçük bakkaliyeleri ortadan kaldırıp, ortak büyük bir bakkal dükkânı açmak ve elde edilecek kazanç ile de köyün çocuklarını okutmaktır:
İçinizden birini bakkal edin
Eski köy bakkalını battal edin
Hissedar olsun ona köylü bütün
Olacak kârı verin mektep içün
Sokunuz bakkalı böyle araya
Mektebin masrafı çıksın daraya.
Şair, kendisini hayalcilikle itham edecek olanlara da cevap vermeyi unutmuyor:
Bu sene yap bunu, ihmal etme
“Başa çıkmaz bu!” deyip de gitme
Niyeti halis olunca kişinin
Hayrolur akıbeti her işinin.
Paylaş
Tavsiye Et