DÜNYA ekonomisinin hassas beklentiler ve risk hesapları üzerine kurulu piyasa dengeleri açısından sistemin nabzını tutan en önemli verinin ham petrol fiyatları olduğu artık herkesin malumu. İşte tam da bu yüzden, küresel finans piyasalarındaki çalkantı, kredi sıkışması ve gıda fiyatlarındaki yükseliş ile kıyaslandığında son haftalarda rekor üzerine rekor kırıp 140 dolar sınırını aşan petrol fiyatlarındaki yükseliş, küresel ekonomi yönetiminde çok daha büyük bir gümbürtünün kopmasına sebep oldu. Kılıçlar çekildi, üst düzey katılımlı zirve toplantıları yapıldı; Batılı ülkeler petrol arzını kasten düşük tutmakla itham ettikleri OPEC’i, OPEC de spekülatörlere bilerek engel olmadığını düşündüğü Batılı ülkeleri suçladı. Ayrıca bisikletten motorlu araçlara terfi eden Çin halkı dünya petrol talebindeki artışın müsebbibi olarak gösterilirken, Çinliler hızlı ekonomik gelişme ivmelerinin kesilebilmesi için fiyatların manipüle edildiğini iddia ettiler. Bütün bu harala-gürele içinde tek somut adım, Suudi Arabistan’ın Batılı dostlarını rahatlatmak adına aldığı tek taraflı üretimi arttırma kararının ardından düzenlenen Cidde Zirvesi ile petrolü üretip ihraç eden ve ithal edip tüketen ülke ya da paydaşların bir araya gelerek çözüm aradığı ciddi bir platformun ortaya çıkması oldu.
Bir taraftan sanayileşme ve teknolojik dönüşüm hareketlerinin itici gücü, diğer taraftan da hesapsız tüketime dayalı kapitalist toplumsal dokunun baş tacı olan petrol, asimetrik bilgi kirliliğine dayalı spekülatif kazançların tavan yaptığı günümüz küresel ekonomi politiğinde nirengi noktası konumunu koruyor. Tarih boyunca uğruna nice devasa savaş ve mücadelelerin yapıldığı, milyonların bölüşüm kavgaları yolunda can verdiği, dünya düzenlerinin örgütlenme biçimlerinin kendisinden doğrudan etkilendiği, kolonyal stratejilerin ve süper güçlerin etki alanlarının doğrultusunda belirlendiği çok değerli ve tehlikeli bir kaynak petrol. 1970’lerdeki uluslararası petrol krizlerinin Arap-İsrail savaşları bağlamında oluşan siyasi gerginliği dünya ekonomisine tercüme edip nasıl küresel bir sosyo-ekonomik travmayı tetikledikleri ise hâlâ hafızalarda. Durum böyle iken Ortadoğu’da muhtemel bir İran-İsrail çatışması ya da İran’a karşı bir Amerikan askerî operasyonunun alt perdeden telaffuz edilmesinin dahi küresel piyasalardaki mahir spekülasyon mekanizmalarını harekete geçirip petrol fiyatlarının 2002 yılındaki seviyenin tam altı katına çıkaran dinamikleri tetiklemiş olması pek de şaşırtıcı değil.
İşte böyle bir ortamda, Haziran ayında Osaka’da toplanan G-8 maliye bakanları ve merkez bankası başkanları, küresel ekonomide son yıllarda yaşanan hızlı büyüme, likidite bolluğu ve düşük enflasyon döneminden sonra özellikle son kredi sıkışmasının ardından yükselişe geçen petrol-gıda fiyatlarının çok ciddi enflasyonist riskler taşıdığını vurgulayarak IMF’den dünya meta borsalarındaki alım-satımları mercek altına almasını istediler. Ekonomilerin yavaşladığı ve kredi bulmanın zorlaştığı bir dönemde faiz indirimleri yaparak piyasalara işlerlik kazandırmak isteyen yönetimlerin elleri de özellikle petrol ve gıda fiyatlarından kaynaklanan enflasyonist baskılar tarafından kıskıvrak bağlanmış durumda. Buna, ABD’nin durumdan istifade etmesini sağlayabilecek Amerikan dolarının istisnai derecede zayıf durumu da eklenince, Batı cephesindeki panik havası ve son 16 yılın en yüksek enflasyonu ile boğuşan İngiltere’nin başbakanı Gordon Brown’un “Bu, dünyadaki en endişe verici durumdur” çıkışı daha bir anlaşılır hale geliyor.
Brown’un kapasite artırımı talebini “mantıksız ve irrasyonel” bulan OPEC’e göre, son bir yılda %100 artan petrol fiyatlarının altında yatan en önemli sebepler, ham petrol arzının yetersizliğinden ziyade jeopolitik tansiyondaki yükselme, genişleyen spekülatif müdahaleler ve dünyadaki rafineri kapasitesinin yetersizliği. Ama bunun ötesinde konu üzerinde söz sahibi İran ve Venezüella gibi ülkelerin, geçici bir servet transferi kapısı oluşturan yüksek fiyat ortamında özellikle ABD ve Avrupa’ya yönelik dış politika tercihleri ile petrol üretim ve pazarlama stratejilerinin girift biçimde iç içe geçtiği de gözlerden kaçmıyor. Bunun dışında devlet petrol şirketi Gazprom Başkanı marifetiyle 2009 yılında varil başına 250 dolarlık bir ham petrol fiyatı beklediklerini ilan eden Rus yönetiminin de piyasalardaki balon etkisinden rahatsız olduğunu söylemek güç.
Fiyatların tamamen raydan çıkmış göründüğü bu noktada, dünya petrol piyasasının en önemli iki müşterisi ve kilit oyuncusu olan ABD ve Çin’in takınacakları tavırlar elbette ki çok önemli. Petrol sevdalısı ve Jeep tipi araç düşkünü Amerikan toplumunun toplam tüketimi içinde petrol harcamalarının %8-10 arası bir yer tuttuğu düşünüldüğünde, fiyatlardaki ani artışın tüketim kalıplarını tehdit ederek iç siyasette kullanışlı bir malzeme haline gelmiş olması krizin önemini bir kat daha arttırıyor. Öte yandan ekonomide sürdürülebilir büyümeyi hedefleyen Çin’in sanayileşme ivmesini koruyabilmek için sekiz aydan bu yana sürdürdüğü enerji sübvansiyonlarını kaldırmak zorunda kalması ve petrolün bir gecede %18 zamlanması ülkede hem yüksek enflasyon hem de sosyal çözülme riskini tetiklemeye namzet. Çeşitli Avrupa ülkelerinde petrol zamlarına karşı yapılan eylem ve protestoları da önümüzdeki günlerde yaşanabilecek hadiselerin habercileri olarak bir kenara not etmekte fayda var.
Kapsam ve derinliğini gittikçe arttıran “gazino kapitalizmi” ve spekülasyon kültürünün her dem yeni alanlar ve araçlar icat ederek insani trajediler ve krizler üzerinden heybesini ihtirasla doldurmasının farklı tezahürleri ile karşı karşıyayız. Finansal piyasalar, gıda piyasaları, enerji piyasaları hep benzer dinamiklerin etkin olduğu ve yatırımcıların manipülasyona açık beklenti yönetimlerine dayalı sanal senaryoların fiyatlandırıldığı platformlar haline geldi. ABD’deki Bush yönetiminin “önleyici saldırı” doktrini çerçevesinde dünyanın hemen her bölgesini potansiyel askerî hedef haline getirmesinin de risk algılamalarını olumsuz etkileyip yoğun medya propagandası ile hızlı kriz ve rant oluşturma operasyonlarını kolaylaştırdığı muhakkak.
“Krizlerin efendisi” George Soros bile yeni kuşak bir spekülatörler grubunun petrol arz-talep eğilimleri üzerinde endeks fonlarına aşırı yatırım yaparak fiyatları yapay olarak şişirdiklerini; buradaki eğilimin aniden tersine dönmesi halinde 1987 borsa krizine benzer bir finansal krizin kaçınılmaz olacağını söylüyorsa bizce “ayinesi iştir kişinin” deyip ciddiye almakta fayda var. Nihayetinde küresel ekonomi politik içinde önümüzdeki dönemin sürekli paylaşım ve kriz kaynakları arasında olması kaçınılmaz görünen gıda, petrol, su, hatta temiz havanın piyasa terörizminin pençelerinden bir şekilde kurtarılması şart görünüyor.
Paylaş
Tavsiye Et