Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2010) > Türkiye Ekonomi > Yeni bir dünyanın eşiğinde Türkiye
Türkiye Ekonomi
Yeni bir dünyanın eşiğinde Türkiye
İbrahim Öztürk
21. YÜZYILLA birlikte geçtiğimiz çağa ait birçok model, veri ve istatistik geride kalıyor. İnsanoğlunun kadim hikayesi, “kaçırdıklarımız”dan ziyade “istikbal”de bizi bekleyenlere odaklanmamızın, tarihin akışına daha uygun düştüğünü gösteriyor. 19. yüzyılın sonlarında (1890’larda) Amerikan Patent Enstitüsü’nün başkanı, “Yapılacak bütün kârlı işler bitti, bütün icatlar yapıldı” anlamında laflar ediyordu; yani yeni fırsatların kalmadığından, girişimciliğin adeta sonuna gelindiğinden dem vuruyordu. Günümüzde de bu yönde şikayetler işadamları arasında yaygın.
Aradan geçen bir asırdan fazla zaman gösterdi ki, aslında o dönemde daha yolun başındaymışız. Şimdi 21. yüzyılın başında geleceğe nasıl bakmalıyız? “Her şey geçen yüzyılda yapıldı, atı alan Üsküdar’ı geçti” diyenlerden mi olacağız, yoksa “Her şey istikbalde” diyerek kolları bir daha sıvayıp geleceğe öyle mi bakacağız? Bu tercih tümüyle şahıs olarak bizim, şirketimizin ve devletimizin ne yapmak istediğine göre şekillenecektir. Devranın farkına varanlar, yeni meydan okumalarla yüzleşecek cesaret, donanım ve iradeye sahip olanlar geleceğe odaklanacaktır. Bu kesim, “Sana söylemek istediğim en güzel söz, henüz söylemediğim sözdür” noktasında olup, büyük randevuların kendilerini beklediği düşüncesiyle konum almaktadır.
Tersi durumdakiler ise tedrici bir izmihlalin pençesinde bunun için suçlayacakları bir günah keçisi bulmakta gecikmeyeceklerdir. Kendi hikayelerini abartıp milletin ve ülkenin hikayesi olarak satmaya çalışacak ve “Nerede bu devlet, nerede bu millet!” diye yakınacaklardır. Oysa gerçek şudur ki; tabiat boşluk kabul etmemekte, çöken şirketlerin, kaybolan değerlerin yerini başkaları, hatta daha etkin olanları doldurmakta ve tarihin katarı bu şekilde ilerlemektedir.
Büyük oranda yeniden kurulan dünya sisteminin bütün malzemeleri önümüzde duruyor. Bu malzemeden hangi kalitede nasıl bir yapının çıkacağına karar verecek aktörler arasında ilk defa Türkiye de var. Yol ince ve uzun; hiçbir şey de kesin değil. Her başlangıç bir sona doğru, her son ise yeni bir başlangıca doğru kapı açar. Tarihe yaslanıp, özgüven devşirip, özgül ağırlığını harekete geçirip, uzun tarihin derslerini aktif olarak devrede tutarak, yani tam teyakkuz halinde ve donanımlı bir şekilde mutfakta yer almak gerekiyor.
 
İmparatorluk Bretton Woods Sisteminin Üzerine Çöküyor
İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinin kurduğu Bretton Woods sistemi ve bunun arkasındaki kurumlar artık pek çalışmıyor. Bu sistemin üçayağı vardı: Ticarette Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve sonrasında Dünya Ticaret Örgütü (WTO), kalkınmada Dünya Bankası, küresel ödemeler ve finansal akımlar konusunda Uluslararası Para Fonu (IMF). Sistemin parasal mimari ayağındaki altına endeksli dolar kurgusu, 1970’li yıllara kadar etkin çalıştıktan sonra yerini tümüyle karşılıksız itibari paraya bıraktı. Bu boşluğu doğal olarak “Büyük Savaş”ın galibi bir “imparatorluk” olan ABD doldurdu.
Geldiğimiz aşamada ABD, Bretton Woods sisteminin yeniden kurgulanması gerektiğini kabul ediyor. IMF değişiyor; G-20 şeklinde daha katılımcı, daha yatay ilişkilerin geçerli olduğu bir “dünya yönetim kurulu” oluşturuluyor. Bu öncülüğü sayesinde ABD şimdilik yeni yönetim kurulunun başkanlığını sürdürecek gibi görünürken, masada aslında işi götürecek Çin gibi başka “ak saçlılar” da yer alıyor. Dünya yeni bir ortak para birimine geçişin, yeni bir küresel merkez bankası ihdas etmenin, sermaye hareketlerine ortak bir terbiye sitemi getirmenin arayışına girmiş bulunuyor.
Batı’da iktisadi kalkınmada bir doyum noktasında gelindi. Artık demografik yapı iktisadi kalkınmanın dinamizmini baltalıyor. Yaşlı bir nesil, çok pahalı bir sağlık sisteminden dolayı sosyal güvenlik sisteminin altını oyuyor; az sayıda çalışan, çok sayıda yaşlıyı finanse etmek zorunda kalıyor. Aile değerleri ve neslin devamı gibi kaygılar açısından büyük bir çölleşmeye maruz kalan birinci ve ikinci sanayi devriminin aktörleri, nüfuslarını yenileyecek mekanizmalara sahip değiller. Tuzlanan tarım toprakları gibi, aşırı bencilleşen, bireyselleşen, yalnızlaşan ve yabancılaşan insan da istenildiği zaman yeniden başa döndürülemiyor.
 
Yeni Dünyaya Türkiye Fransız mı Kalacak? 
Yeni kurulan dünyanın ağırlık merkezi Doğu olacaktır. Kaynaklar, bakir sektörler, demografik fırsat penceresi, alım gücü artmakta olan büyük pazarların varlığı gibi birçok kıstas bu sürecin kesinliğine işaret ediyor. Peki, bu “Doğu” acaba hangi Doğu? Türkiye açısından bu sorunun cevabı kısaca, “Kaba softa bir Batıcılık adına bir asırdır haritamızdan kesip attığımız ve Ankara’nın doğusunda kalan dünyadır” şeklinde verilmeli. 
Ve şimdi iki asırdır bir türlü tanıyamadığımız ve pek de bir şey öğrenemediğimiz Batı ile birlikte Türkiye de yüzünü bu yeni kurulan dünyaya çeviriyor. Bir farkla; Türkiye Doğu’yu tanımıyor. Doğulu olduğu halde bu kimliğini ısrarla reddetmiş, Doğu’yu unutmuş, hatta hafızasından silmiş; şimdi belki Doğu’yu, Batı’dan öğrenmek gibi inanılmaz bir çaresizlik içinde.
Bu hafıza kaybı nedeniyle Türkiye’nin yeterince Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya uzmanı bulunmuyor. Var olanlar ise ağırlıklı olarak Batılıların kendi pencerelerinden yazıp ettiklerini İngilizce kaynaklardan tercüme ediyorlar. Bunun adına kuşkusuz “ülke uzmanlığı” denmez. Olsa olsa bu ülkeleri Batılıların nasıl gördüğünün bir takibi olur. En tehlikelisi ise “tercümeye dayalı bu uzmanlığın” farkında olmadan sonunda kişiyi başkalarının görüşlerinin ve çıkarlarının avukatlığını yapar bir şaşılığa itme ihtimali.
Konuya dönersek, Asya’nın giriş kapısı olan Türkiye’nin yeni kurulan bu dünyaya hazırlanması, bir kez olsun dünyadaki büyük fırsatları arkadan tıknefes takip etmeyip içinde yer alması, hatta öncülük yapması gerekiyor. Zira Türkiye sadece stratejik-jeopolitik konumuyla değil, aynı zamanda medeniyet tecrübesiyle de bu iki dünya arasında bir amalgam ve köprü konumunda. Ayrıca Balkanlardan Körfez’e ve oradan Kafkaslara kadar olan Rusya, İran ve Mısır’ı da içine alan yaklaşık 800 milyon nüfuslu bölgede, piyasa ekonomisine dayalı üretim ekonomisini kuran; imalat sanayisini çeşitlendiren, rekabetçi kılan; bunu en gelişmiş pazarlara ihraç eden yegane ülke. Bir başka ifadeyle ne Mısır gibi geri kalmış bir ucuz emek deposu ne de Rusya gibi emtia ve silah üretimi başta olmak üzere sınırlı ve dar bir alana sıkışıp kalmış durumda.
Ayrıca bu yeni kurulacak dünyada Türkiye başlıca paydaşlarla çatışan değil, ortak akıl ve sinerji üreten bir kıvama gelmeyi başardı. Türkiye’nin yapmak istedikleriyle dünyanın gidişatı örtüştüğünden, bu gelişme Türkiye’ye asırlık birçok sorununu çözme imkanı sunuyor.

Paylaş Tavsiye Et