ABD’NİN Irak Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’da pozisyon kaybetmesi, dünyanın tek kutuplu sistemden çok kutuplu bir yapıya bürünmesi ve küresel güç mücadelesinin Afganistan ve Güney Asya’ya kayması, Bush yönetiminin ikinci döneminde ABD’nin dış politikada strateji değişimini belirleyen etkenler oldu. Yeni Başkan Barack Obama da iç politikada görece kırılmanın, dış politikada ise görece sürekliliğin temsilcisi olacak gibi görünüyor.
Bölge Gerçekleri İsrail’i Değiştirecek mi?
Irak yenilgisinden sonra tek taraflı adım atmaktan uzaklaşan ABD, İran konusunda pozisyonunu değiştirirken, İsrail’den de Tahran’ın nükleer politikasına yönelik tavrını yumuşatmasını istedi. Aynı beklenti Filistin sorununda da ortaya çıktı. Başkan Bush son bir yıldır Annapolis sürecinin işlerlik kazanmaya çalıştı. ABD’nin Ortadoğu’daki etkisi zayıflarken; İsrail’in 2006’da Lübnan’da Hizbullah’a yenilmesi, Tel Aviv yönetiminin de bölgesel ve küresel gerçeklerle uyumlu politikalara yönelebileceği beklentisini doğurdu. Aynı tarihlerde Tel Aviv’in Ankara’nın arabuluculuğunda Şam ile başlattığı dolaylı barış görüşmeleri ve Olmert hükümetinin geçtiğimiz ay, “hukuk dışı” yerleşim yerlerinin tahliyesine başlaması, İsrail’de yaşanan dönüşümün işaretleri olarak değerlendirildi.
Ancak İsrail şu sıralar belirsizliğe mahkum durumda. Dış politikada ABD’nin nasıl adım atacağını sezemeyen İsrail, kendi içinde de siyasi istikrarsızlık yaşıyor. Suriye ile barış görüşmelerini gerçekleştiren ve “Büyük İsrail Projesi bitti” diyen Başbakan Ehud Olmert koltuğunu kaybederken, Kadima Partisi’nin yeni lideri olan Dışişleri Bakanı Tzipi Livni aşırı sağcıların isteklerini karşılayamadığı için kabinesini kuramadı. 10 Şubat’ta erken seçimlere gidecek ülkede, sandıktan sağcı lider Benyamin Netanyahu çıkabilir. Bölgesel dengeler İsrail aleyhine değişirken, ülke sağ politikalara yenik düşüyor. Reel politiğe uyum süreci, İsrail iç kamuoyunda tartışmaları ve aşırı sağın yükselişini beraberinde getiriyor.
Aynı şey Filistin tarafı için de geçerli. Zira Mısır’ın arabuluculuğunda başlayan İsrail ile Hamas arasındaki altı aylık ateşkesin 19 Aralık’ta sona ermesiyle barış süreci tehlikeye girdi. Gazze Şeridi’ni kontrol eden Hamas, aylardır süren ambargoya tepki olarak ateşkesi uzatmayacağını ilan ederken, İsrail’in güneyini “eskisine nazaran sayıca daha çok ve uzun menzilli” roketlerle vurdu. Herkes İsrail’in sert yanıt vereceğini düşünürken ilk etapta bunun aksi oldu. İsrail belki de tarihinde ilk kez bir operasyon öncesi diplomatik atak başlatarak BM’deki elçisi aracılığıyla Genel Sekreter Ban Ki-Mun’a bir mektup gönderdi ve “Uluslararası toplum Hamas saldırılarına karşı tavır almalı, aksi takdirde kendimizi koruyacağız” uyarısında bulundu. İsrail’in operasyon öncesinde “sorunumuz Gazzelilerle değil” jargonu geliştirmesi ve hedef olarak Hamas’ı göstermesi de sürpriz değildi. Ancak İsrail Hava Kuvvetleri, 27 Aralık Cumartesi günü, yani Yahudiler için dinlenme günü olan Şabat’ta, Gazze’ye karşı büyük bir saldırı düzenledi. Saldırılarda yaklaşık 300 kişi hayatını kaybetti, 700’den fazla kişi yaralandı.
Ortadoğu Barış Süreci Çöktü mü?
İsrail’in tüm dünyada “katliam” olarak nitelendirilen bu saldırısının, Ortadoğu’daki barış görüşmelerine darbe vurduğu kesin. Başbakan Erdoğan’ın tavrı, Türkiye’nin tüm çabasına rağmen sertlik yanlısı politikalara teslim olan İsrail’e kızgınlığı yansıtıyor. Erdoğan “Olmert’i Suriye ile ilgili arayacaktım, ancak artık aramayacağım” diyor. Bunu, barış sürecine ve Türkiye başta olmak üzere barış için çabalayan herkese karşı bir saygısızlık olarak görüyor.
Son bir ayda yaşanan gelişmeler ve son kırk yılın en ağır saldırısından sonra oluşan tablo şu: Hamas altı aylık ateşkesi uzatmayarak İsrail saldırısına kapı araladı. İsrail çok kanlı bir hava saldırısıyla barış umutlarını yıktı, dünyayı bir kez daha karşısına aldı: Peki, neden?
Hamas açısından gelişmelere bakınca, bu durumun sebeplerinden birinin “çaresizlik” olduğu aşikâr. Çünkü Gazze’ye 2007 Haziran’ından bu yana ağır bir ambargo uygulanıyor. İsrail’deki önde gelen insan hakları kuruluşu ACRI, Filistinlilere yönelik uygulamaların Güney Afrika’daki Apartheid rejimini andırdığını söylüyor. BM’ye bağlı UNRWA isimli örgütün açıklamaları ise ürkütücü. Örgüt, Gazze’deki 1,5 milyon Filistinlinin %49’unun açlık sınırının altında yaşadığı, ilk kez çöplerden yiyecek toplandığı uyarısında bulunuyor. Diğer yandan Abbas yönetiminin de desteklediği uluslararası tecritle yüzleşen Hamas, yaşamak için tek seçeneğinin uğradığı haksızlıklara dünyanın dikkatini çekmek için silaha sarılmak olduğunu düşünüyor.
Uluslararası meşruiyet de bir diğer sebep. Çünkü İsrail’in Gazze’de uyguladığı ambargo, uluslararası toplumda ciddi rahatsızlığa neden oluyor. Özellikle Avrupa’dan pek çok sivil toplum örgütü Gazze ablukasına karşı çıkarak yardım göndermeye çalışıyor. Yani Hamas ateşkesi uzatmayacağını duyururken “bu kez uluslararası kamuoyu nezdinde oldukça haklı olduğu”nun bilincinde. Özgüven ve “İsrail yenilmez değil” algısı da bir diğer sebep olabilir. Çünkü İsrail’in 2006’da Hizbullah’a mağlup olması, İsrail ordusunun yenilmezlik imajını ortadan kaldırdı. Savaş sonrası bölgede dengeler İsrail’in aleyhine değişiyor. Tıpkı ABD Kara Kuvvetleri Savaş Akademisi’nin Aralık ayında yayınladığı raporda belirtildiği gibi, Hizbullah konvansiyonel ve gerilla savaşı taktiklerini ilk kez birlikte uygulayarak İsrail ordusunu dize getirdi. Hamas’ın ateşkesin uzatılmayacağını açıklamasının ertesi günü İsrail’e elliden fazla Kassam füzesi göndermesi, Filistinli örgütün de Hizbullah gibi hareket etmeye başladığının açık göstergesi.
İsrail tarafına gelince, ilk kez kendisine karşı başlatılan bir saldırıya derhal cevap vermemesi, diplomatik arayış içine girmesi, ardından da kanlı bir saldırı gerçekleştirmesi şu üç önemli sebeple açıklanabilir: ABD’nin Ortadoğu politikasını değiştirmesi ve İsrail’i barış masasına oturmaya zorlaması; İsrail’in Gazze politikası nedeniyle uluslararası kamuoyu nezdinde zor durumda kalması ve Hizbullah ile savaşın ardından yaşadığı güven bunalımı. İsrail’in Gazze saldırısı, ülke içindeki şahinlerin bir zaferi olarak nitelenebilir. Ancak Hizbullah örneğinden kaynaklanan güven bunalımı nedeniyle İsrail, kara operasyonu yerine en az zararla atlatabileceği ve ABD’nin Irak’ta yaptığının benzeri bir hava operasyonunu tercih ediyor. Operasyonun şekli ve hazırlanışı, İsrail’in bölgede aleyhine değişen dengelerin farkında olduğunu ortaya koyuyor. İsrail aşırı sağının sert politika ısrarı da, ülkenin Ortadoğu denkleminde kaybettiği zemine bir tepki niteliğinde. Nitekim Begin-Sedat Stratejik Araştırmalar Merkezi Direktörü Efraim Inbar’ın saldırı sonrasında Haaretz’de yayınlanan analizinde dile getirdiği, “Suriye ile masaya oturmak siyaseten zararlı. İsrail’in güçlü olduğu statüko korunmalı” şeklindeki eleştirisi aynı perspektiften okunabilir.
Seçimler Çok Önemli
Saldırı sonrasında ABD’yi, Türkiye’nin barış çabalarını, Filistinlileri ve elbette İsrail’deki “realistleri” zor durumda bırakacak bir süreçle karşı karşıyayız. 21 Aralık’ta Washington Post’un önde gelen yazarlarından David Ignatius’a konuşan Ahmet Davutoğlu, bölgede 2009’un ilk yarısında yapılacak seçimlerden Obama yönetimini zor durumda bırakabilecek sonuçların çıkabileceği endişesini aktarıyordu. Bu, şu anlama geliyor: İsrail’in uyguladığı sert politikalar ve saldırıların sürmesi halinde Filistin’de Hamas yönetimi güçlenebilir. İsrail’de 10 Şubat’ta yapılacak seçimleri, anketlerde önde giden Netanyahu’nun kazanması halinde ise bölgeyi zor bir süreç bekliyor. Zira Netanyahu, sadece İran ya da iki devletli çözüm konusundaki fikirleri nedeniyle Obama’yı eleştirmiyor; aynı zamanda Gazze’ye düzenlenen saldırıyı en çok teşvik eden isimlerin başında geliyor.
Ancak bölgenin kaynayan kazana dönmesi için seçimler beklenmedi. İsrail’in Gazze operasyonu bunun bir göstergesi ve elbette sadece bir başlangıç. Netanyahu’nun seçimleri kazanması halindeyse İsrail’in bundan sonraki süreçte iki devletli çözüm seçeneğine nasıl yaklaşacağı ve Suriye ile barış görüşmelerini sürdürüp sürdürmeyeceği açıkçası net değil. İşte bu yüzden Davutoğlu’nun dediği gibi, Ortadoğu’da strateji değişikliğine giden ABD ve Obama yönetimini zor bir süreç bekliyor. Saldırılar konusunda sessiz kalan Obama’nın, Ortadoğu barışı konusunda nasıl bir perspektif geliştireceği ise artık en büyük soru işareti.
Paylaş
Tavsiye Et