Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Türkiye Siyaset
Bir yumruk, bin nasihat!
Ümit Aksoy
ADI­NI şim­di ha­tır­la­ya­ma­dı­ğım, es­ki­den “ar­ka­daş”ım olan bi­ri­si var­dı. Bir gün otu­rup çay içer­ken, ko­nuş­tu­ğu­muz bir me­se­le­den do­la­yı o ka­dar si­nir­len­miş­ti ki, bir hay­li sert olan ka­fa­sıy­la yü­zü­mün or­ta­sı­na doğ­ru kuv­vet­li bir dar­be in­dir­miş­ti. Ben ne ol­du­ğu­nu an­la­ya­ma­ma­nın ver­di­ği afal­la­may­la bir­lik­te şaş­kın şaş­kın bir ona, bir et­raf­ta­ki­le­re, bir de o ses­siz­le­şen man­za­ra­ya ba­ka­kal­mış­tım. Film­ler­de dış se­sin sah­ne­den çe­ki­le­rek kah­ra­ma­nın ne­fes alış­la­rı­nın her ta­ra­fı kap­la­dı­ğı an­la­ra ben­ze­yen bir an­dı ya­şa­dı­ğı­mız. Ha­ya­tım­da ilk de­fa “da­yak” ye­me­miş­tim; ama böy­le­si, hay­li onur kı­rı­cıy­dı ve be­nim içi­me dert olan da buy­du. Ah­met Türk’e atı­lan yum­ru­ğu ilk duy­du­ğum­da, ba­şım­dan ge­çen bu hi­ka­ye­yi ha­tır­la­dım.
Hay­li onur kı­rı­cı ol­du­ğu­nu biz­zat ya­şa­ya­rak tec­rü­be et­ti­ğim böy­le­si bir olay son­ra­sın­da, her­ke­sin ağız bir­li­ği et­miş­çe­si­ne bu ola­yı kı­na­ma­sı­nı, ya­pı­lan ey­le­min yan­lış­lı­ğı­nı vur­gu­la­ma­sı­nı vs. as­lın­da çok da önem­se­me­me­li­yiz. Zi­ra son za­man­lar­da be­lir­li öl­çü­de dü­ze­li­yor gö­zük­se de, mem­le­ket­te­ki si­ya­set et­me bi­çi­mi bu “ka­ba­lık”tan faz­la­ca na­sip­len­di ve bu du­ru­mu “tas­vip et­me­me” yö­nün­de­ki me­saj­lar biz­le­ri ya­nılt­ma­ma­lı. Es­ki bir mil­let­ve­ki­li olan Ah­met Türk’ün “ak­ran”la­rı­nın Mec­lis’te ana­ya­sa pa­ke­ti gö­rüş­me­le­rin­de yum­ruk yum­ru­ğa kav­ga et­tik­le­ri­ni bir ta­ra­fa bı­ra­ka­cak olur­sak, bu­ra­da­ki te­mel me­se­le, si­ya­se­ti üret­ti­ği­miz söy­lem bi­çi­mi ile bu tür­den yum­ruk­la­rı za­ten her gün “at­ma­dan at­tı­ğı­mız” için or­ta­ya çı­kı­yor. Bu öl­çü­de sek­ter bir si­ya­set an­la­yı­şı, mem­le­ke­tin or­ta­la­ma si­ya­set üre­te­bil­me ka­pa­si­te­si­ni de yan­sı­tı­yor ve bu an­lam­da, Ah­met Türk’ün tem­sil et­ti­ği “Kürt­ler” için de ay­nen ge­çer­li.
Bu tür­den olay­la­rın ger­çek­leş­ti­ği an­lar­da, mem­le­ke­tin si­ya­set­siz­li­ğin­de baş­ro­lü oy­na­yan fi­gür­le­rin bir­den­bi­re “şid­det” kar­şı­tı söy­lem­le­re bü­rün­me­le­ri­ne mut­la­ka dik­kat ke­sil­me­li­yiz. San­ki bu (ve ben­ze­ri) olay(lar) ol­ma­dan ön­ce­ki si­ya­set et­me tarz(lar)ı, ka­ba­lık­tan ve fa­şi­zan­lık­tan na­sip­len­me­miş, san­ki el(le­rin)de ol­sa ağız­lar­dan tek bir kö­tü söz çık­ma­sı­na bi­le izin ve­ril­me­ye­cek­miş gi­bi bir ha­va oluş­tu­rul­uyor. Oy­sa bu tür olay­lar, si­ya­si fi­gür­le­rin gün­lük şid­de­ti üre­ten söy­lem­le­ri­ni ör­ten, on­la­rın di­ye­ti ye­ri­ne ge­çen bir muh­te­va­ya sa­hip. Ve bu du­rum, her de­fa­sın­da (söz­de) de­mok­ra­si­den, in­san hak­la­rın­dan, kar­deş­lik­ten vs. bah­se­den bü­tün si­ya­si fi­gür­le­rin en bü­yük aç­maz­ı. Bu an­lam­da, “ger­çek” bir şid­det ey­le­mi ile “sem­bo­lik” şid­det ara­sın­da­ki fark, bir ni­te­lik de­ğil ni­ce­lik far­kı­dır. Baş­ka bir ifa­dey­le, “ger­çek” bir yum­ru­ğun meş­ru­lu­ğu­nu sağ­la­yan ye­gane ze­min, bu­nun ön­ce­sin­de yü­rü­tü­len fa­ali­ye­tin ken­di­si­dir ve dö­nüp bak­ma­mız ge­re­ken ilk yer de ora­sı ol­ma­lı­dır.
Öte yan­dan bu tür olay­la­rın ar­dın­dan her za­man kar­şı­laş­tı­ğı­mız şe­kil­de, ola­yı pro­vo­kas­yon ola­rak ni­te­le­yen söy­lem­ler, bir kez da­ha dev­re­ye so­kul­du. Ve bizden bir kez da­ha, bu yum­ruk­tan olum­lu an­lam­da ki­min men­faa­ti ol­du­ğu­na özen­le dik­kat et­me­miz is­ten­di. Ger­çek­ten de böy­le­si olay­lar­da (ki bu mem­le­ket bu­nu çok­ça ya­şa­mış ve ar­tık bel­li bir si­ya­sal ol­gun­lu­ğa ulaş­mış­tır), sal­dı­rı­ya uğ­ra­yan isim üze­rin­den yü­rü­tü­le­cek “ba­sit” bir fi­kir yü­rüt­me, bi­ze bu tür ey­lem­le­rin kim­le­rin men­fa­ati­ne ol­du­ğu­nu gös­te­rir. Türk’ün yum­ruk­lan­ma­sı­nı ele al­dı­ğı­mız­da, men­fa­at sağ­la­yı­cı­la­rın ba­şın­da el­bet­te öte­den be­ri iş ba­şın­da ol­du­ğu­nu bil­di­ği­miz odak­la­rın, son dö­nem­de­ki adıy­la Er­ge­ne­kon­cu çe­te­nin gel­di­ği­ni söy­le­ye­bi­li­riz.
Öte yan­dan bu iş­ten “men­fa­at” sağ­la­ya­cak­la­rın sa­de­ce bu “çe­te”yle sı­nır­lı kal­dı­ğını dü­şün­mek de ha­ta olur. Mem­le­ket­te­ki si­ya­set üret­me bi­çi­mi, öte­den be­ri “ken­di ada­mı”na atı­lan da­yak ve bun­dan sağ­la­na­cak si­ya­si di­renç­ten me­det uma­rak iş­le­til­egeldi. Bu olay­da da, Türk’e atı­lan yum­ru­ğa faz­la­sıy­la se­vi­nen “Kürt si­ya­set­çi­le­r”in ol­du­ğu­nu gör­me­mek saf­dil­lik olur. PKK ile dev­let ara­sın­da­ki iliş­ki­nin ma­hi­ye­ti­ni ha­tır­la­mak bu ko­nu­da biz­e ye­ter­li uf­ku sağ­la­r. Türk’ün yum­ruk­lan­ma­sı bi­ze Er­ge­ne­kon­cu çe­te­nin ya­yı­lım ala­nı­nın, do­la­şı­ma sok­tu­ğu ruh ha­li­nin ge­niş­li­ği­ni gös­ter­me­si ba­kı­mın­dan ol­duk­ça önem­li bir ey­lem ve me­se­le de bu çe­te ru­huy­la ay­nı saf­ta, ay­nı re­sim ka­re­sin­de bu­lun­may­la il­gi­li.
Ben­zer şe­kil­de, me­şum to­ka­dın Ah­met Türk’e atıl­ma­sı da, olay­da­ki pro­vo­ka­tif dü­şün­me bi­çi­mi­ne pa­ra­lel bir yer­de duruyor. Ka­pa­tı­lan DTP’nin ge­nel baş­ka­nı olan Ah­met Türk, bu “ge­le­ne­ğin” şa­hin­le­rin­den ol­ma­yan, ılım­lı bir si­ya­set­çi ola­rak zi­hin­ler­de yer etti ve ey­le­min onu he­def al­ma­sı hay­li ma­ni­dar. Bu­ra­da­ki ma­ni­dar­lık sa­de­ce Kürt si­ya­set­çi­le­rin en ılım­lı­la­rın­dan bi­ri üze­rin­den yü­rü­tül­me­ye ça­lı­şı­lan kö­tü bir oyu­nu an­lat­mak­tan öte, par­ti­nin ka­pa­tıl­ma­sı ne­de­niy­le ve­ri­len ce­za­la­rı da ak­la ge­tir­iyor. Ka­patıl­ma ka­ra­rın­da, DTP’nin şid­de­tin oda­ğı ol­ma­sın­dan bah­se­di­li­yor­du ve söz ko­nu­su par­ti için­de­ki en ılım­lı tav­rı ser­gi­le­yen ki­şi, bu ge­rek­çey­le si­ya­set­ten men edi­li­yor­du. Baş­ka bir ifa­dey­le, Türk’e atı­lan yum­ruk­tan da­ha faz­la­sı, onu si­ya­se­tin dı­şı­na iten ka­rar­la ya­pıl­mış­tı ve Türk, bu ko­nuy­la il­gi­li bir du­ruş­ma gü­nün­de su­ra­tı­na bir yum­ruk ye­mek­tey­di. Bu bağ­lam­da DTP’nin ka­pa­tıl­ma ka­ra­rın­da da yum­ruk ha­di­se­sin­de de, ki­min ger­çek­ten si­ya­set­siz­leş­ti­ril­me­ye ça­lı­şıl­dı­ğı­na iyi ba­kıl­ma­lı­dır. İlk du­rum­da si­ya­si sü­re­cin dı­şın­da bı­ra­kı­lan Türk, ikin­ci du­rum­da ise mağ­dur­laş­tı­rıl­mak­ta ve üze­rin­den si­ya­si ran­t sağlanmaya çalışılmaktadır.
Ni­ha­yet bü­tün bun­lar­la bir­lik­te Türk’e kal­kan elin, öte­den be­ri za­ten hep üze­ri­miz­de do­la­nan ve be­lir­li ara­lık­lar­la ba­zı­la­rı­mı­zın ka­fa­sı­na inen “el” ol­du­ğu da or­ta­da. Mo­dern ro­ma­nın önem­li fi­gür­le­rin­den Ar­jan­tin­li ede­bi­yat­çı Ju­li­o Cor­ta­zar’ın bir bok­sör ol­du­ğu­nu öğ­ren­di­ğim­de ol­duk­ça şa­şır­mış ve na­if bir şe­kil­de ün­lü ya­za­rın bir ter­bi­ye ey­le­mi ola­rak ede­bi­ya­ta yö­nel­di­ği­ne hük­met­miş­tim. Bir bok­sö­rün yum­ruk­la­rı ye­ri­ne, an­cak doğ­ru za­man ve me­kan­da uy­gun bir form­da dev­re­ye so­kul­du­ğun­da kıy­me­ti har­bi­ye­si bu­lu­nan ke­li­me­ler­le ken­di­ni ifa­de et­me­yi ter­cih et­ti­ği­ni dü­şün­müş­tüm. Bel­ki de kur­du­ğum bu (na­if ama gü­zel) ha­ya­le ben­zer şe­kil­de, üze­ri­mi­ze in­mek için ar­tık da­ha faz­la iş­tah du­yan bu eli ter­bi­ye et­me­nin yo­lu­nu bu­lup bü­tün bir top­lu­ma yay­mak­tan baş­ka ça­re­miz kal­ma­dı. Çün­kü Ah­met Türk’e atı­lan yum­ruk, as­lın­da her bi­ri­mi­zin ken­di ken­di­mi­ze at­tı­ğı bir yum­ruk­tan baş­ka­sı de­ğil.

Paylaş Tavsiye Et