Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Kullanımın değişen yüzü
Nazife Şişman
YIL 1957. Gerede’nin Ağız Ören Güney köyünden hafızlığını yeni tamamlamış bir delikanlı, Ramazan hocalığı için çıkar yola. Delikanlı dediğime bakılıp da, eskinin koca adam dedikleri cinsten 25-30 yaşlarında ya da eli silahlı dizi kahramanları misali bir delikanlı sanılmasın. Henüz 16 yaşında bir tıfıl. Hafızlığın yanı sıra biraz emsile-bina okumuş, fıkıh, siyer derken bir iki vaaz denemesi de yapmıştır. Bir köy ya da nahiyede Ramazan boyu mukabele okuyacak, teravih kıldıracak ve bu vesileyle hem bilgi ve becerisini sınama fırsatı bulacak hem de bu sayede eli ekmek tutacaktır.
Köyden bir arkadaşı ile birlikte Zonguldak Ereğli’sidir menzilleri. Merkeze yakın bir nahiyede hıfzı denenir. Öğle ve ikindi namazlarından sonra beşer sayfa okumak üzere başka üç hafızla birlikte mukabeleci seçilir. Nahiyeye yakın bir köyün ileri gelen ağası da kendi köyünde teravih namazını kıldırmak üzere evinde misafir eder genci. Ayrıca her Cuma günü nahiyedeki merkez camiinde vaaz edecektir.
Genç, yolculuk öncesi, ev halkının yoğun hazırlık telaşı içinde bulur kendini. Zira 12 yaşında iken hafızlıktan kaçıp oto tamircisinde çalışmak üzere Ankara’ya gidişi (ki bir gün öğlene kadar çalışıp vazgeçmiş ve hafızlığa geri dönmüştür) hariç, Gerede dışına pek çıkmamıştır. Bir de bu seferki gidişi çok özeldir. El içine çıkacak, hafız diye, imam diye saygı ihtiram görecek, göz önünde olacaktır. Bu yüzden üst başının toparlanmasına karar verilir. Amca oğlunun pantolon ve ceketi üstüne ayarlanır. Bir de palto yenilenir onun için.
...
Paltonun yenilenmesi demek, yeni palto alınması ya da dikilmesi demek değildir. Düğün gibi bir vesileyle edinilmiş olan ve genellikle yünlü kumaş olduğu için yüzünün havı silinen palto tamamen sökülür ve ters yüz edilerek yeniden dikilir. Böylece palto yenilenmiş olur. Bu işlem pantolon ve ceketler için de yapılır. Bir müddet sonra tekrar bir yenilenme gerektiğinde, diz, dirsek gibi çok eskiyen bölümler, iç-dış olarak değiştirilir. Ön ve arka parçalar da, ön daha fazla yıprandığı için yer değiştirir. Ya da pantolonda paçanın ön kısmı, dizden bir karış yukarısından itibaren benzer bir kumaş veya gözden çıkarılan başka bir pantolonun az yıpranmış arka paçası ile değiştirilir. Gömleklerde de aynı işlem, pazulardan itibaren olan kısımda uygulanır. Buna, meyve ağaçlarına yapılan aşılamadan mülhem, aşılama denir. Pantolon ya da işlik (kadınların giydiği gömlek), aşılanır. Tabii ki, böyle bir durumda, ek yerlerinin belli olmasından kaçınılamaz. Sonrasında artık ters-yüz söz konusu olamayacağı için en uygunu yamamaktır. Bundan sonraki işlem ise, giysinin kalan sağlam bölümlerinden evin çocuğuna pantolon ya da palto dikilmesidir. Yani bir giysinin son kullanma tarihi, tahminimizden çok daha uzundur.
Gogol’ün ‘Palto’ adlı hikayesinin kahramanı da, yukarıda anlatılan süreçlerin hemen hepsi üzerinde denenmiş, emektar bir paltonun sahibidir. Eprimekten neredeyse tülbent gibi olmuş omuzlarına yama yaptırmak isteyecek kadar gözden çıkarmakta zorlanır, Akaki Akakiyeviç, eski çuha paltosunu. Ancak, terzi “Bu palto iflah olmaz! Yama bile tutmaz.” yargısında ısrar edince, dar bütçesini adamakıllı zorlayacak olan yeni bir palto diktirme girişimine cesaret edebilir.
Gogol’ün kahramanında da, Geredeli delikanlıda da fakirlik, kullanılan eşyayı gözden çıkarmakta önemli bir engel oluşturmaktadır, elbette. Fakat bir giysiyi bu kadar çok devirden geçirerek tedavüle sokmayı, sadece fakirliğin getirdiği zorunluluk şeklindeki basma kalıp bir açıklamaya bağlamak, çok yüzeysel bir yaklaşım olur. Eşyanın müsrifçe değil de munisçe ele alınmasında ve mümkün olduğunca uzun süre korunmaya çalışılmasında, asıl etken zihniyettir. Gerek bu zihniyeti, gerekse böyle bir süreci, modanın rüzgarıyla savrulan tüketim kültürünün çocuklarının anlaması ve anlamlandırması, biraz çaba gerektirir.
Sinekten yağ çıkarmak kabili hasis bir tutum değil burada kastettiğim. Günümüz modern çevrecilik jargonundaki “geri dönüşüm” mantığından da zihniyet olarak tamamen farklı. Zira geri dönüşüm felsefesi, yeryüzü kaynaklarının sınırlılığını, onu tükettikten sonra idrak etmiş olan bir zihnin, telafi çabasının göstergesi. Yine de temelden bir tüketim sınırlandırması, israfa karşı çıkış söz konusu değil. Önce sınırsızca tüketip, sonra bu tüketilenlerin çöplerini bir şekilde kullanılır hale getirmek şeklinde zorlama bir uygulama. Oysa israftan kaçınan ve eşyayı mümkün olduğu kadar uzun süre tedavülde tutmaya çalışan yaklaşım ve bu yaklaşımdan neşet eden kültür için, bir şeyin çöp olması, ya neredeyse imkansız, ya da çok uzun bir süreçtir.
Kendisi kullanmasa bile, bir başkasına lazım olur diye olur olmaz her şeyi sakladığı için şikayet edilir pek çok yaşlıdan. Bunu patolojik bir zemine taşıyan ve çöp evlerde yaşayanlarla ilgili medyaya yansıyan haberler, büyük şehirlerin kapalı apartman daireleri içinde nasıl hayatlar yaşandığını gözler önüne seriyor. Arka planında daha farklı psikolojik süreçlerin varlığına işaret eden evini çöplüğe dönüştüren kişi ile bir eşyayı mümkün olduğunca fazla kullanımda tutan kişi arasında, oldukça ciddi bir fark var. Birisinde atıl vaziyette yığma ve biriktirme, diğerinde ise ne yapıp edip tedavüle sokma ameliyesi mevcut. Eşyaya “kullan-at” mantığından bakmayı destekleyen pek çok modern süreç var: Reklamla desteklenen, tüketimle kendini gerçekleştirme stratejileri, hızla değişen moda ile kullanılan eşyayı çok kısa sürede “eskitme”, daha doğrusu demodeleştirme vs. Oysa yukarıda kendisi için palto yenilenen delikanlı, söz konusu olaydan iki yıl sonra yine buna benzer bir “yeni elbise” edinmiştir. Hem de damatlık olarak. Kendisinden on küsur yıl önce evlenen amcasının, o dönem için oldukça özel dikilmiş, kaliteli yün kumaştan damatlık elbisesi, delikanlının vücuduna uydurulmak üzere tamirden geçirilir. Şık bir damatlık olur. Bırakın on yıl öncesinin kıyafetinin garipsenmesini, “eski” ya da “demode” sayılmasını, aynı elbise ile 18 kişi daha dünya evine girer.
Eşyayı, tüketip atılacak bir “çöp-öncesi” materyal olarak ele alışta etken olan önemli bir husus da Marx’ın yabancılaşma dediği, kişinin üretim sürecinden soyutlanması. Her hangi bir fabrikada üretilen ürünün hangi parçasına katkıda bulunduğunu bilmeksizin, hatta çoğu zaman ne ürettiğinin farkında olmaksızın çalışan işçi ile, bir eşyaya baştan sona günlerce emek harcayarak şekil veren bir zanaatkar arasında, o eşyaya yaklaşım açısından elbette önemli bir fark olacaktır.
Söz konusu palto örneğinden devam edecek olursak, kendi güttüğü koyunların yününden yaşlı anasının bileklerine dolanarak kirmanla ya da eşinin uykusuz geceler boyu çıkrık çevirerek ipini elde ettiği, ardından çoluk çocuk, ma-aile çalışılan tezgâhtan dokuma bez olarak çıkan kumaştan, o da yılda bir kez yaylaya çıkarken ya da mevsime göre bayramda dikilen şalvar, gömlek ya da palto, sadece bir eşya değil aynı zamanda ailenin bir ferdi gibi telakki edilecektir.
Sözün hulasası, ya da kıssadan hisse: Çok geriye gitmemize gerek yok. Anne babalarımızın neslinin sahip olduğu tavır ve tutumlar bile, geleneksel terminolojimize muvafık bir eşya anlayışının ipuçlarını elimizle koymuş gibi bulabileceğimiz engin bir kaynak olarak duruyor.

Paylaş Tavsiye Et