ORTADOĞU’YU tamiri zor bir istikrarsızlığa sürükleyen sekiz yıllık George W. Bush iktidarından sonra bir demokratın, üstelik rengiyle WASP (beyaz, Anglo-Sakson, Protestan) kültürüne meydan okuyan bir siyahînin ABD başkanlığına bu denli yaklaşması şüphesiz ki Washington’un sert politikalarından dert yanan geniş bir coğrafyayı heyecanlandırıyor. Amerikan idealizmiyle sarmalanmış tek kutuplu dünya sistemi ve refleksleri, ABD’nin tek yanlı müdahaleleri ve Ortadoğu’da yarım asırdır süren gerginliğe rağmen demokrasi motifli vurgular, kitleler nezdinde Amerikan yumuşak gücünün erimesine yol açtı. Demokrat aday Barack Obama’nın Amerikan dış politikasına da değişim getireceği öngörüsü, işte bu yüzden heyecan uyandırıyor.
Obama’nın Vaatleri
Obama seçim kampanyasında, Bush yönetiminin dış politikadaki başarısızlıklarını hedef alıyor: Irak, Afganistan, el-Kaide terörünün bitirilememesi ve Amerikan yumuşak gücünün gün geçtikçe erimesi. Obama bu başarısızlıkları ABD’nin tek yanlı davranmasına ve sürekli düşman yaratmasına bağlıyor. İşte bu yüzden, Irak ve Afganistan’daki Amerikan birliklerinin çekilmesini vaat ediyor. Seçimlerde muhafazakâr ve Yahudi oyları cezbetmek amacıyla İran, Filistin ve asker çekme konularında kimi zaman çelişkili ifadeler kullansa da İran ve Suriye ile diyalog yanlısı. “Kremlin’de demokrasi rüyası” gerçekleşmese bile Rusya’yla ilişkilerin geliştirilmesini savunan Obama, “West/Rest” (Batı ve diğerleri) söyleminin olumsuz sonuçlarını görmüş olmalı. Zira uluslararası meselelerde ABD’nin müttefikleriyle eşgüdüm içinde hareket etmesi gerektiğini vurguluyor.
Zaten Obama’nın dış politikasına yön verecek danışmanlar ekibi olası realist yaklaşımla ilgili önemli ipuçları veriyor. Stratejist Zbigniew Brzezinski, eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright ya da eski Ulusal Güvenlik Danışmanı Anthony Lake gibi isimlerden yola çıkarsak, Obama döneminde geçtiğimiz sekiz yılın zararlarını onarmaya yönelik diplomatik adımların atılacağı, kaba güç kullanımından ziyade diplomasiye ağırlık verileceği, çok kutuplu bir yapıya bürünen dünya düzeninde akılla yoğrulmuş stratejik tercihlerin yapılacağı söylenebilir. Ancak beklenen bu realist politikanın güçlü işaretlerinin Bush döneminin sonunda zaten devreye girdiğini de belirtmek gerekir. Yani “tarihin sonu” sarhoşluğundan uyanan Washington, dış politikasına realizmi uyarlamak için Obama’yı beklemiyor. Tarih dış politikadaki değişimi Obama’nın başarı hanesine eklemeye hazırlansa da bu değişimin asıl sebebi, dünya gerçeklerinin dış politika yapıcılarına yeni bir vizyon dayatması.
Rice’ın “Yeni Amerikan Realizmi”
ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Foreign Affairs dergisinin Temmuz-Ağustos sayısında çıkan yazısı, son dönemde Amerikan dış politikasında yaşanan değişimi somutlaştırması açısından oldukça önemli. Her ne kadar Rice’ın kalemi çok güçlü bir şekilde değişimi yansıtmasa da Beyaz Saray’da yaşanan zihniyet dönüşümü, satır aralarına ustaca serpiştirilmiş. Seçtiği “Yeni Amerikan Realizmi” başlığı ve “ulusal güvenliği tekrar düşünmek” vurgusu bile tek başına çok şey anlatıyor.
Rice’ın Çin ve Rusya gibi ülkelerle nasıl ilişki kurulması gerektiğine dair anlattıkları ve Hindistan, Endonezya ya da Brezilya gibi yükselen güçlerle işbirliğine verdiği önem, ABD’nin çok kutuplu bir dünya için kendisini hazırladığının bir göstergesi. Rice, ABD’nin Asya, Avrupa ve Amerika kıtalarıyla yaptığı ortaklığın uluslararası sistemin önemli bir ayağı olduğunu, bu ortaklığın yeni yüzyılın tehditlerini birlikte karşılayacağını söyleyerek ülkesinin tek taraflı tutumundan geri adım atacağını ilan ediyor.
Diğer yandan yazıda öne çıkan başka bir unsur ise “yumuşak güç” kavramı. Son sekiz yılda kaba güç kullanıldığını itiraf eden Rice, kaba ve yumuşak güç uyumunun ABD’nin zayıf devletlerle ilişkilerini belirleyeceğini söylüyor. Ve ABD Dışişleri Bakanı şu sorunun yanıtını arıyor: ABD düşüşte olan bir imparatorluk mu? Rice’ın verdiği cevap elbette “hayır” yönünde. Ancak bir ABD Dışişleri Bakanı’nın dünyanın sayılı dergilerinden birinde bu soruya yanıt araması, Beyaz Saray’ın son küresel gelişmelerle ilgili zihniyet haritasını anlamak açısından oldukça manidar.
“Rest”in Yükselişi Durdurulamıyor
Elbette son sekiz yılda Beyaz Saray’ı dış politikada realizme iten önemli gelişmeler oldu. Soğuk Savaş sonrasında “tarihin sonu” sarhoşluğundan kurtulan Robert Kagan gibi Amerikalı yorumcuların öncelikli kaygısı, ABD’nin tek kutuplu yeni dünya düzeninin temellerini sarsacak yeni küresel güçlerin ortaya çıkmasını engellemeye dayanıyordu. Ancak ABD istediğini elde edemedi. Fareed Zakaria’nın Newsweek’in 3 Mayıs nüshasında vurguladığı gibi, ABD “rest”in yükselişini önleyemiyor. Fransa’nın Çin, Hindistan ve Brezilya gibi ülkelerin katılımıyla G-8 örgütlenmesindeki ülke sayısını 14’e çıkarma teklifi, “rest”in önlenemeyen yükselişini kontrollü bir karşılıklı bağımlılığa dönüştürme perspektifini içeriyor. Buna rağmen “rest”, kendi G-8’ini BRIC çatısı altında topluyor.
BRIC, yükselmekte olan dört ülkenin (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ekonomik ortaklığına verilen ad. Bu ülkeler küresel gayrisafi hasılanın %10’unu temsil ediyor ve 2025’te bu payın %20’ye çıkacağı tahmin ediliyor. Ekonomik ortaklık arayışındaki bu dört ülke, Mayıs ayında Rusya’da yapılan zirvede siyasi konulara girmekten çekinmedi. BRIC “Hukuk devleti ve çok kutuplu diplomasi üstüne kurulu daha demokratik bir uluslararası sistem inşa etme” amacının altını çizdi. İlk kez 1998’de Boris Yeltsin’in Pekin’de dile getirdiği “çok kutuplu dünya” talebinin artık kurumsallaşmaya başladığı anlaşılıyor.
ABD, AB Çizgisine Geldi
Çok kutuplu dünya sisteminde ABD’nin eski müttefikleriyle ilişkilerini onaracağı, Atlantik-ötesi bağları güçlendireceği, Ortadoğu’da imaj tazeleme arayışına gireceği ve hegemonyasını yumuşak güç üzerinden kurarak yükselen kutuplarla diplomatik mücadele alanını genişleteceği öngörüsü gerçeklik kazanıyor.
Söz konusu dönüşüm “Yeni Amerikan Realizmi” olarak kavramsallaştırılırken, yeni arayışın en önemli göstergelerinden birisi, İran konusundaki sert politikaların bir kenara bırakılması. ABD ve AB’nin Haziran ayı başında gerçekleştirdiği zirveden, bulundukları pozisyonlardan geri adım atarak İran konusunda bir uzlaşmaya varma sonucu çıktı. AB İran’ı caydıracak yaptırımlar konusunda ayak sürümekten vazgeçerken, ABD de askerî seçeneğin masada olduğunu ima eden sert üslubunu bir kenara bıraktı. Daha sonra ABD ve İran’ın karşılıklı olarak ülkelerinde temsilcilik açmaları bile gündeme geldi. İki ülke yetkililerinin Cenevre’de gerçekleştirdiği tarihî görüşme ve Türkiye ziyaretleri, geçtiğimiz haftalardan aklımızda kalan resimler. Nitekim bu gelişmelerin ardından İsrail basınında çıkan “Bush, İran konusunda ikna edildi” şeklindeki eleştiriler, sadece ABD’nin realizme dümen kırdığı gerçeğini vurgulamakla kalmıyor, Tel Aviv’in “Yeni Amerikan Realizmi”nden duyduğu kaygıyı da gözler önüne seriyor.
Paylaş
Tavsiye Et