RUS-Amerikan ilişkileri son yılların en gergin düzeyinde ve adeta Soğuk Savaş yıllarını hatırlatıyor. Peki, ABD’de Barack Obama’nın başkanlığa seçilmesi, Rusya ile ilişkileri olumlu yönde etkileyebilecek mi? Zira ülkelerin birbirlerini algılamalarındaki ve yönetici elitlerin dünyanın yeniden kurulmasına dair yaklaşımlarındaki farklılıkların yanı sıra küresel ve bölgesel düzeyde son senelerde yaşanan anlaşmazlıklar, yakın vadede ve mevcut şartlarda giderilebilir mahiyette görünmüyor.
Aslında iki yüz yılı aşkın bir geçmişe sahip olan Rus-Amerikan ilişkilerinde sadece son elli yıl gerilimli geçti. Ruslar 19. yüzyılda Alaska’yı kelepir fiyatına (7 milyon dolar) Amerikalılara satarken, 20. yüzyılda yaşanan iki cihan savaşında da iki ülke müttefiklik ilişkisi içinde bulundular. Hatta 1945’te Yalta’da muzaffer iki ülke edasıyla SSCB ve ABD, dünyayı iki nüfuz alanına bölerek paylaşmakta bir beis görmedi. Ne var ki, söz konusu paylaşım, iki ülkeyi de her alanda küresel rekabete itti. Akabinde yaşanan iki kutuplu topyekun “soğuk” çekişme, sadece “Soğuk Savaş zihniyeti” terimini üretip birbirine düşman algılamaları iyice yerleştirmedi; aynı zamanda ülkeleri aşırı kaynak tüketen bir silahlanma yarışına da sürükledi.
“İki koçun başı bir kazanda kaynamaz” şeklindeki Azeri atasözü misali iki kutuplu sistem de fazla sürmedi. Moskova, ekonomik ve sistemik yetersizliğini fark ederek derhal perestroyka (yeniden yapılanma) reformlarını başlatsa da, SSCB’nin çöküşünü durduramadı ve mirasını tasfiye etmek zorunda kaldı. Varşova Paktı’nı feshederek bunun karşılığında Yeni Dünya Düzeni’nde Batı ile entegre olmaya niyetlenen Rusya, 1990’lı yıllarda umduğu ekonomik yardımı ve “şefkat”i bulamadı. Bilhassa NATO’nun Doğu’ya doğru genişlemeye devam etmesi, Rus elitleri hayal kırıklığına uğrattı. Bir ara 11 Eylül sonrasında uluslararası terörizme karşı ABD ile sağlanan “ani ortaklık” dönemi de “perestroyka balayı”sı gibi çok kısa sürdü.
ABD’nin küresel yayılma projesi çerçevesinde yürüttüğü operasyonlar (Yugoslavya, Afganistan ve Irak), Gürcistan ve Ukrayna gibi “yakın çevre” ülkelerinde Amerikan yanlısı yönetimlerin iktidara gelmesinin desteklenmesi, 2000’li yılların başlarından itibaren Doğu Avrupa’ya füze savunma sistemlerini kurma girişimleri Rusya’daki yönetici elitte ülkenin çevrelenmeye çalışıldığı tasavvurunu oluşturdu. Gerek Vladimir Putin’in 2007 Münih nutkunda gerekse Dimitri Medvedev’in ABD’deki başkanlık seçimlerinin hemen ertesi günü 5 Kasım’da Rusya federal parlamentosunda yaptığı yıllık konuşmasında bu hissiyat açıkça görülmekteydi. Konuşmasında “Dünya tek bir başkentten yönetilemez” diyen Medvedev, çok kutuplu bir dünya düzenini savunurken, yeniden yapılandırılacak uluslararası güvenlik ve ekonomi örgütlerinde ortak rol almayı istediklerini de ifade etti.
Bunların yanında son üç seneden beri hem resmî hem uzman-akademik çevrelerde hem de basın-yayın araçlarında karşılıklı eleştirilerin dozu da çok keskin hale geldi. Adeta her iki tarafta da Soğuk Savaş yıllarını hatırlatan bir güvensizlik havası hâkim. Ağustos 2008’de Güney Osetya ihtilafı çerçevesinde Rusya’nın Gürcistan’a askerî müdahalesi, NATO’nun Ukrayna ve Gürcistan’ı üyelik için heveslendirme eğilimleri, Doğu Avrupa’ya Amerikan füze savunma sistemlerinin yerleştirilmesinin kesinleşmesi, İran nükleer bahsinde Moskova’nın rolü gibi hususlar, karşılıklı güvensizlik atmosferini gittikçe derinleştirdi.
Rus-Amerikan ilişkilerinde gerilimi düşürmek ve yapıcı bir yöne doğru gidişi sağlamak, öncelikle yukarıda bahsedilen Soğuk Savaş algılamalarının bertaraf edilmesine bağlı. Bu da ancak Moskova ve Washington yönetimlerinin küresel yönetişim için stratejik bir mutabakata varmalarıyla mümkün olabilir. Her ne kadar Obama’nın dünya siyasetine yeni bir soluk getireceği ileri sürülse de, Amerikan imparatorluğunun dış politikasının temel parametrelerinde bir yön değişiminin olmayacağı görüşü ağır basıyor. Dolayısıyla tek kutuplu dünya inşası farklı araçlarla devam edecek gibi görünüyor. Buradan hareketle Rus-Amerikan ilişkilerinde önümüzdeki dönemde köklü bir dönüşüm yaşanacağını söylemek zorlaşıyor. İşin içine Kuzey Kutbu’ndaki hidrokarbon kaynaklarının paylaşımı, Hazar çevresindeki petrol ve doğalgazın ulaşımı, İran’a müdahale gibi önümüzdeki dönemde de sıcaklığını koruyacak konular da girince, geriye olumsuz bir tablo çizmekten başka çare kalmıyor.
Paylaş
Tavsiye Et