Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Obamalı ABD’nin ilk hedefi AfPak
Ebru Afat
ABD başkanlığına adaylığını ilan ettiği andan itibaren kendisine dünyaya barış getirecek siyah mesih misyonu yüklenen Barack Obama, bu gerçekdışı beklentiyi boşa çıkarmakta gecikmedi. 1929 Büyük Buhran’ından sonraki en sarsıcı ekonomik krizini yaşayan ABD ekonomisini düzeltmek için 787 milyar dolarlık teşvik paketini uygulamaya koyan Obama, beklendiği gibi Irak’taki Amerikan askerlerinin 2011’e kadar kademeli olarak geri çekileceğini ilan etti. Ancak 17 Şubat’ta “gittikçe kötüleşen durumu istikrara kavuşturmak için” Afganistan’a 17.000 Amerikan askeri daha gönderilmesi emrini vererek, Obamania rüzgarına kapılanların ayaklarının yere basmasını sağladı.
Stephen M. Walt gibi saygın uluslararası ilişkiler uzmanlarından David Ignatius gibi ana-akım medya yorumcularına kadar birçok isim, bu kararın büyük risk taşıdığını ifade ediyor. Karar, George W. Bush ve ekibinin geliştirdiği küresel terörle savaş çerçevesinin, seçim kampanyası sırasında Irak’tan çekileceğini ve Afganistan’a öncelik vereceğini söyleyen Obama tarafından benimsendiğini gösteriyor. Bosna Savaşı’nı saldırgan Sırp tarafını ödüllendirerek sona erdiren 1995 Dayton Anlaşması’nın mimarı Richard Holbrooke’u Afganistan ve Pakistan Özel Temsilcisi olarak atayan yeni yönetim, iki ülkeye verdiği ortak isimle “AfPak”ı Amerikan dış politikasının odağına yerleştiriyor.
Giderayak Afganistan’da batağa saplanan Amerikan politikalarını rötuşlamaya niyetlenen Bush ve ekibinin aldığı karar doğrultusunda, Afganistan’da görev yapan 30.000’i aşkın Amerikan askerine Ocak ayında 6.000 asker daha katıldı. Obama yönetiminin 17.000 asker daha göndermesiyle birlikte Afganistan’daki Amerikan askeri sayısı 55.000’i bulacak. Ülkede ABD dışındaki ülkelerden gelen 32.000 asker daha bulunuyor. ABD’nin gözden geçirilmiş AfPak stratejisi üç yönden ilerliyor: Taliban direnişini askerî yöntemlerle kırmak; Pakistan’a askerî ve ekonomik yardımı arttırmak; Hindistan, İran, Rusya ve Afganistan’ın diğer komşularıyla diplomatik ilişkileri yoğunlaştırmak.
Afganistan’a anahtar ikmal yolu olan Pakistan’daki Hayber Geçidi’nin Afganistan Taliban’ı tarafından yok edilmesi ve Kırgızistan meclisinin 19 Şubat’ta ABD’nin asker ve malzeme taşımakta kullandığı Manas Hava Üssü’nün kapatılma kararını onaylaması, ABD’nin AfPak açılımını zora sokuyor. ABD’nin yeni üs alternatifleri arasında, 2005’te kapatmak zorunda kaldığı Özbekistan üssünü yeniden açmak öne çıkıyor. Trabzon’un da bu alternatifler arasında olduğu öne sürülüyor. Bu arada Pakistan, 16 Şubat’ta Afganistan sınırındaki Kuzey Batı Sınır Eyaleti’nde etkili olan Pakistan Taliban’ı temsilcileri ile ateşkes yapıldığını açıkladı. Svat Vadisi’ndeki militanların silah bırakmaları karşılığında bu bölgede şeriat hükümlerinin uygulanmasını kabul edeceğini açıklayan Pakistan’ın bu hamlesinin, Obama’nın AfPak planlarında nereye oturacağı henüz belirsiz.
 
ABD, Afganistan Bataklığı ve Taliban
Peki ama ABD, Afganistan’da bu noktaya nasıl geldi? Pakistan ile ABD ilişkileri niçin böylesine gerildi? Soğuk Savaş boyunca Sovyetler Birliği’nin yardımıyla nükleer silah üreten Hindistan’ı dengelemek için ABD, Pakistan’ın da nükleer güç elde etmesine göz yummuş, hatta el altından bunu desteklemişti. SSCB’nin tarihî bir hata yaparak 1979’da Afganistan’ı işgal etmesi üzerine Ronald Reagan yönetimi, Pakistan ve Suudi Arabistan ile birlikte işgale karşı direnen Afgan mücahitlerine yoğun lojistik destek verdi. Peter MacDonald’ın yönettiği Rambo-3 (1988) ve Mike Nichols’ın yönettiği Charlie Wilson’ın Savaşı (Charlie Wilson’s War, 2007), bu karmaşık ilişkinin sinemaya yansıyan örneklerinden.
Afganistan’da Sovyetlere karşı savaşan ve CIA ile Pakistan ve Suudi istihbaratından destek alan mücahitlerin bir kısmı, 1980’lerin sonunda el-Kaide adını alıp ABD’yi hedef seçtiğini ilan ederken, nüfuzunu giderek arttıran Taliban da 2000’lere gelindiğinde ülkenin geniş kesimini kontrol altına aldı. Bush yönetimi, 11 Eylül saldırılarını gerçekleştirmekle suçladığı el-Kaide’yi barındıran Afganistan’a Ekim 2001’de müdahale etti. Taliban’ı kısa sürede deviren ABD, Aralık 2001’de ülkenin güvenlik ve gelişmesini sağlamak üzere Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF)’nü kurdu. 2003'te ISAF'ın komutasının NATO'ya geçmesiyle birlikte ABD, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok devletin elini bir şekilde Afganistan taşının altına koymasını sağladı. ABD’nin, İngiltere’yi de yanına alarak Mart 2003’te Irak’ı işgal etmesi ise, Afganistan’daki süreci önemli ölçüde etkiledi.
Dünyanın dikkati Orta Asya, Ortadoğu ve Afrika’daki enerji hatlarının kesişim noktasında yer alan ve Amerikan işgali, iç savaş ve terör üçgeninde adeta cehenneme dönen Irak’a yoğunlaştı. Aynı durum ABD’nin savaş bütçesi için de geçerliydi. İşgalin üzerinden geçen altı yıl içinde Irak’a milyarlarca dolar ve çok büyük bir insan gücü aktaran ABD, bu ülkenin bir ölçüde düzlüğe çıkmasını bir numaralı politik hedefi haline getirdi. Obama’nın başkanlık koltuğuna oturduğu 2009 itibarıyla gelinen noktaya bakıldığında, Irak’ın özellikle son bir yıl içerisinde göreceli bir istikrar ve güvenliğe kavuştuğu söylenebilir. Anglo-Amerikan dünyanın terörle mücadele stratejisinin kalbi durumundaki Afganistan ve Pakistan’daki durum ise bunun tam aksi yönde.
Tarihçiler tarafından “imparatorlukların mezarlığı” olarak adlandırılan Afganistan, gün geçtikçe ABD için ikinci bir Vietnam’a dönüşüyor. Afganistan’da Taliban ile doğrudan çatışmaya giren gerek Amerikan gerekse İngiliz, Kanada ve Fransız birliklerinin, 2008 içinde şimdiye kadarki en ağır kayıplarını vermesi bunun en çarpıcı göstergesi. ABD’nin Afganistan’a müdahalesinin ilk yıllarında ülkenin doğusu ve güneyine çekilen Taliban, Pakistan’ın kuzeybatıdaki sınır bölgelerinin sunduğu “güvenli bölge” hizmetinin desteğiyle son iki yıl içinde mevzilerini tahkim etti. NATO güçlerine ölümcül saldırılar düzenleyecek kadar güçlenen Taliban, ABD’nin desteğiyle 2004’te devlet başkanı seçilen Hamid Karzai’nin hâkimiyet alanını, başkent Kabil ve yakın çevresi ile sınırlandırdı.
Obama yönetiminin AfPak stratejisinde, Hint alt-kıtasının küresel terörle savaşın merkez üssü konumunda olduğunun altı kalınca çiziliyor. Dolayısıyla Kabil’den Kalküta’ya kadar uzanan hattaki gelişmeler önümüzdeki günlerde çok daha yakıcı bir hal alabilir. Gelenek sosuna bulanmış ve donmuş, katı din algısını İslam olarak yansıtan, şiddet ve korku üreterek yabancı güçlerin bölgede diledikleri gibi at oynatması için uygun ortamı sağlayan Taliban ile ABD arasında sıkışan Pakistan ve Afganistan, büyük yüzleşmenin en kanlı oyunlarına sahne olabilir.  

Paylaş Tavsiye Et
Dünya Siyaset
DİĞER YAZILAR