TÜRK dış siyaseti, son yıllarda sergilediği etkili ve enerjik performansın semeresini almaya başlamış görünüyor. Türkiye’nin 17 Ekim’de, 2009-2010 dönemi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) geçici üyeliğine seçilmesi bunun son örneği. Genel Kurul’da yapılan seçimlerde Türkiye, BM üyesi 192 ülkeden 151’inin oyunu alarak rakipleri İzlanda ve Avusturya’ya fark attı. 133 oy alan Avusturya, Türkiye’nin ardından Batı Avrupa ve Diğer Devletler Grubu kontenjanından Konsey’in bir diğer geçici üyesi olmaya hak kazandı. Yaşanan küresel ekonomik krizden büyük darbe alan İzlanda ise 87 oyda kalarak yarışı kaybetti.
Türkiye, Ocak 2009’da başlayacak üyeliği sayesinde Güvenlik Konseyi’nde tezlerini doğrudan anlatabilecek. Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul, 2. Dünya Savaşı’nın ardından oluşturulan uluslararası sistemin temel kurumlarından biri olan BM’nin iki önemli organı. BM üyesi bütün ülkelerin yer aldığı Genel Kurul sadece tavsiye kararı alabilirken, 15 üyesi bulunan Güvenlik Konseyi’nin karar ve yaptırımları bağlayıcı nitelikte. ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa, Konsey’in veto hakkına sahip 5 daimi üyesi. Geçici 10 üye ise, 192 üyenin üçte ikisinin oyuyla (128) iki yıllığına seçiliyor. Konsey kararları 9 üyenin oyuyla (5 daimi ve 4 geçici üye) alınabiliyor.
Güvenlik Konseyi Yolu Zorludur
BMGK üyeliği konusu, Türk diplomasisi için mutlaka aşılması gereken psikolojik bir eşikti. Türkiye 1951-52, 1954-55 ve 1961 yıllarında (Polonya ile birer yıl paylaşılmak suretiyle) BMGK geçici üyeliği yapmıştı. Ancak 1963’te Kıbrıs’ta yaşanan kanlı olaylardan sonra adaya BM Barış Gücü gönderilmesi ile birlikte Türkiye ve Yunanistan’a BM’de siyasi ambargo kondu. Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ile de bu ambargo tam anlamıyla kemikleşti. Bu durum 1999’da Ankara ile Atina’nın yakınlaşması ve Türkiye’nin Helsinki Zirvesi’nde AB aday ülkesi ilan edilmesinin ardından değişti. Dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem, Türkiye’nin BMGK üyeliğine adaylığını açıklasa da, 17 Ağustos depreminin getirdiği mali yük nedeniyle bu adaylık geri çekildi.
Kasım 2002 seçimlerinde tek başına iktidara gelen AKP’nin Türk dış politikasına getirdiği açılımlar bağlamında bu mesele yeniden gündeme geldi. Türkiye, 21 Temmuz 2003’te BMGK geçici üyeliği başvurusunu yeniledi. 2003, Türk dış politikasında dönüm noktası sayılacak gelişmelerin yaşandığı bir yıl olduğu gözden kaçırılmamalı. Türkiye’nin ABD’nin Irak işgaline doğrudan ortak olmasına neden olacak 1 Mart Tezkeresi’nin Meclis’te reddedilmesi yüzünden ABD ile ilişkiler neredeyse kopma noktasına gelmişti. NATO üyesi Türkiye, stratejik ortağı ABD’nin bu kadar ısrar ettiği bir konuda ilk defa “hayır” diyordu. Diğer yandan AKP hükümeti AB ile ilişkileri istikrara kavuşturmak için uğraşırken, ABD’nin Ortadoğu’da izole etmeye çalıştığı Suriye ve İran ile ilişkilerini düzeltmeye yöneliyordu. 2003’te Yunanistan’ın 2004-2005 dönemi için BMGK geçici üyeliğine seçilmesi, Türkiye’nin üyelik çabalarını daha da yoğunlaştırmasına yol açtı.
AKP hükümeti bu zorlu süreci, Türk Dışişleri Bakanlığı ile uyum içinde çalışmasını sağlayan danışmanlarının önderliği sayesinde aşmayı başardı. Türkiye’nin stratejik ve tarihî derinliğini harekete geçirmeyi hedefleyen ve komşularla sıfır problem, çok boyutluluk ve sorunların çözülmesinde kolaylaştırıcı rol oynama esaslarına dayanan dış politikası, BMGK üyeliği seçimleri için de bir yatırım işlevi gördü. ABD ve AB ile ilişkilerini dengeleme çabası, Latin Amerika ve Afrika gibi uzak coğrafyalara yaptığı açılımları ve Ortadoğu barışı için sarf ettiği yoğun çaba, Türkiye’yi beş yıl içinde sözü dinlenir bir ülkeye dönüştürdü. Bu dönüşüme, uluslararası konjonktürün özellikle Ortadoğu’da güvenilir bir merkez ülkeye duyduğu ihtiyaç da eklenince, Türkiye için BMGK üyeliği hayali gerçeklik kazandı.
Türkiye’nin Genel Kurul’da alacağı desteği artırmak için bazı taktiklere de başvuruldu. Bu taktiklerin başlıcası, İslam Konferansı Teşkilatı (İKT), Arap Birliği, Afrika Birliği, Pasifik Birliği, Karayip Ülkeleri Birliği gibi çokuluslu kuruluşların toplu desteğinin alınmasıydı. Eylem planı için 50 milyon dolar ayrıldı. 2007’de az gelişmiş ve küçük ada ülkelerinin kalkınması için hazırlanacak projelerde kullanılmak üzere 15 milyon dolarlık bir fon oluşturuldu. Bu fonun 5 milyon doları özel olarak Pasifik ada ülkelerine ayrıldı. Cook Adaları, Marshall Adaları, Tuvalu, Samoa, Fiji, Palau, Mikronezya, Kiribati, Papua Yeni Gine, Solomon Adaları, Vanuatu bakanları ve Pasifik Adaları Forumu’na tam üye diğer beş ülkenin üst düzey yöneticileri İstanbul’da ağırlandı. Marshall ve Cook Adaları ile diplomatik ilişki kurulması kararlaştırıldı.
Afrika’nın küçük ülkelerinden Senegal Cumhurbaşkanı Abdoulaye Wade 18-20 Şubat tarihlerinde Türkiye’ye geldi. Senegal’in sarı-kırmızı-yeşil bayrağının, “PKK renkleri”yle aynı olması Ankara polisini heyecanlandırdı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 13-14 Mart’ta Senegal’in başkenti Dakar’ın ev sahipliği yaptığı İKT 11. Olağan Zirvesi’ne katıldı. Uzakdoğu ülkesi Laos’un dışişleri bakanı ve başbakan yardımcısı Thongloune Sisoulith, bu ülke ile diplomatik ilişkiler kurulduktan 50 yıl sonra Ankara’ya gelen ilk üst düzey yetkili oldu. Afrika ülkelerinde on yeni büyükelçilik daha açılması kararlaştırıldı. 18-21 Ağustos’ta İstanbul’da Türkiye-Afrika İşbirliği Zirvesi düzenlendi.
Güvenlik Konseyi’nde Türkiye’yi Neler Bekliyor?
17 Ekim’de BMGK için Afrika bölgesinden Uganda ile Latin Amerika ve Karayipler bölgesinden Meksika da tek aday olarak seçildiler. Asya kontenjanı için ise Japonya ve İran yarışıyordu. Ve ipi göğüsleyen de, yalnızca 32 oy alabilen İran’a karşı 158 oy alan Japonya oldu. ABD ve İsrail’in savaş tehditlerine ve BM’nin ambargolarına rağmen nükleer programından vazgeçmeyen İran, bu üyelikle BM’den aleyhine daha sert kararlar çıkmasını engellemeyi umuyordu. Bütün hesapları boşa çıkan İran, yenilgisini Amerikan propagandasına bağlıyor. ABD ise sonucu, İran’ın politikalarına tüm dünyanın karşı çıkmasının göstergesi şeklinde yorumluyor.
İran’ın nükleer faaliyetleri meselesi, Türkiye’nin BMGK geçici üyeliği sırasında başını epey ağrıtabilir. Bu aşamada, genel beklenti Türkiye’nin ABD ile İran arasında orta yol izlemesi ve barışçı yöntemleri öne çıkarması yönünde. Darfur bölgesinde soykırım yapmakla suçlanan Sudan’a uygulanacak yaptırımlar konusunda da Türkiye zor durumda kalabilir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde hakkında dava açılan Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir, geçtiğimiz Ağustos’ta Türkiye’yi ziyaret etmişm ve iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğinin artırılmasına karar verilmişti. Bazı krizlerde hiç istemediği halde taraf olmak zorunda kalabilecek olsa bile Türk diplomasisi, üstlendiği bu sorumluluğu avantaja çevirebilecek diplomatik tecrübe ve yeteneğe sahip. Türkiye, uluslararası krizler karşısında takındığı cesur ve ilkeli tavrı, etnik gerginlikten sivil siyasetin kilitlemesine kadar ulusal alanda yaşadığı sorunlara da uygulayabildiği noktada tam anlamıyla küresel bir güç haline gelebilir.
Paylaş
Tavsiye Et