SOĞUK Savaş döneminin sembol platformları olan Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantıları ile Bağlantısızlar Hareketi Zirveleri, 1991’de Varşova Paktı’nın kendini feshetmesi ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından önemlerini büyük ölçüde yitirmeye başlamışlardı. ABD’nin rakipsiz kalan süper güç olarak hegemonyasının doruğuna ulaştığı bu yeni dönemde Bağlantısızlar Hareketi büyük bir krize girerken, BM ise özellikle 11 Eylül sonrasında aldığı ABD yanlısı kararlar ile kendi kendisini baltalama yoluna gidiyordu. Ancak bu iki platform Eylül ayında küresel arenada oluşan yeni cepheleşmeleri ve mevcut ittifaklar arasında yaşanan kırılmaları tüm açıklığıyla gözler önüne seren biraraya gelişlere sahne olmak suretiyle uluslararası politikaya büyük bir canlılık getirdi.
Bağlantısızlar Hareketi, 11-16 Eylül’de Küba’nın başkenti Havana’da düzenlenen 14. Zirvesi ile yeniden dirilmeye çalışırken, 19-29 Eylül’de BM’nin merkezinin bulunduğu ABD’nin New York şehrinde gerçekleşen 62. Genel Kurul oturumlarında söz alan dünya liderleri sayesinde BM de küresel bir parlamento olma hedefini uzun bir aradan sonra tam anlamıyla hayata geçirmiş oldu. İran ile Venezüella liderlerinin performansları her iki toplantıyı da adeta birer siyasi tiyatroya dönüştürürken, Pakistan Cumhurbaşkanı Pervez Müşerref’in Havana’dan sonra geldiği New York’ta yaptığı “ABD bizi 11 Eylül’den sonra taş devrine döndürmekle tehdit etti” itirafı ise tüm dünyayı büyük bir şaşkınlık ve tabii ki dehşet içinde bırakıyordu.
Bağlantısızlar Hareketi (Non-Aligned Movement)’nin temelleri 1955’te Endonezya’nın Bandung eyaletinde düzenlenen konferansta, çoğu “Üçüncü Dünya” olarak adlandırılan bir dizi ülkenin ne ABD ne de SSCB cephesine dâhil olmadıklarını açıklamalarıyla atılmıştı. Dönemin etkili isimlerinden olan Hindistan Başbakanı Nehru, Yugoslavya Cumhurbaşkanı Tito, Endonezya Cumhurbaşkanı Sukarno ve Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasr’ın öncülüğünde Bağlantısızlar Hareketi, 1961’de Yugoslavya’nın başkenti Belgrad’da düzenlenen ilk zirvesi ile resmîleşti. Üç yılda bir yapılan zirve toplantılarıyla sürdürülen hareketin ilkeleri 1979 Havana Deklarasyonu’nda şöyle formüle edilmişti: “büyük güç ve blok politikalarına olduğu kadar emperyalizme, sömürgeciliğe, ayrımcılığa, ırkçılığa, işgale, tahakküme, müdahale ya da hegemonyaya karşı verdikleri mücadelede bağlantısız ülkelerin ulusal bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini sağlamak”.
Bir önceki zirvesini 2003’te Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da düzenleyen Bağlantısızlar Hareketi, 1990’lardan itibaren küreselleşme, ticaret ve yatırım, borçlar, AIDS ve uluslararası suçlar gibi konulara yoğunlaşmıştı. Ancak ülkesinin nükleer çalışmalarını sürdürmekte kararlı görünen İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad ile 1998’de seçilmesinin ardından Latin Amerika’da bir sol blok kurmaya çalışan Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez’in ABD hegemonyasına karşı küresel bir cephe oluşturma çabaları, hareketin eski günlerine dönmesini sağladı. SSCB’nin ve Doğu Avrupa’daki sosyalist rejimlerin çökmesinin, Vietnam ile Çin’in ise devlet kontrolünde kapitalizme geçmesinin ardından (dış yardımlarla ayakta duran Kuzey Kore’yi saymazsak) dünyadaki tek sosyalist devlet olarak kalan Küba ile onun hasta yatağındaki lideri Fidel Castro’nun çabalarını da göz ardı etmemek gerekiyor.
Jeopolitik kesişmelerin yoğunlaştığı böylesi bir dönemde, Havana Zirvesi’nde Haiti ve Saint Kitts’in eklenmesiyle üye sayısını 118’e çıkaran ve dünya nüfusunun % 55’ini temsil eden Bağlantısızlar Hareketi’nin yeniden önem kazanmasına şaşırmamak gerekiyor. Nitekim Sonuç Bildirgesi’nde İran’ın barışçıl nükleer enerji elde etme hakkını savunan ve ABD’nin hegemonyasını kırmak için yoksul ülkelere dayanışma çağrısı yapan zirve, başka yerlerde karşılaşma imkânı bulamayan birçok liderin temas kurmasına vesile olarak büyük bir diplomatik işlevi de yerine getirdi. Zirve esnasında 118 üye ülke ile aralarında, ABD’ye açıktan cephe almasalar da ona karşı kendi hegemonyalarını kurmaya çalışan, Brezilya ve Çin’in de bulunduğu 15 gözlemci ülkenin temsilcileri arasında çok sayıda ikili görüşme gerçekleşti.
1952’de NATO üyesi olmuş bir ülke olarak Bandung Konferansı’na dönemin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’yu gönderen Türkiye, konferansa katılan ülkeleri ABD yanlısı tavır almaya yönlendirdiği için büyük tepki çekmişti. Bandung’tan sonra Bağlantısızlar ile hiçbir ilişki kurmayan Türkiye, tarihinde ilk defa olmak üzere 14. Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi’ne davet edildi. Havana’da Türkiye’yi temsil eden Devlet Bakanı Abdüllatif Şener 2008’de düzenlenecek 63. BM Genel Kurul Toplantısı sırasında yapılacak BM Güvenlik Konseyi geçici üyelik seçimlerine aday olan Türkiye için destek toplamaya çalıştı.
Havana’dan sonra New York’ta da iyice belirginleşen yeni küresel cephede, İran ve Venezüella’dan sonra Küba, Suriye ve Kuzey Kore gibi ABD’nin “haydut devlet” ilan ettiği ülkeler ile Latin Amerika’da Chavez’in çizgisine en yakın duran sol lider olan Evo Morales’in Bolivya’sı yer alıyor. Venezüella gibi sahip olduğu petrol ve doğal gazı stratejik bir silah olarak kullanan Bolivya, Latin Amerika liderliği için Venezüella ile mücadele eden Brezilya’nın başlıca enerji kaynağını oluşturuyor. Chavez’in petrol gelirlerini halka ücretsiz eğitim ve sağlık hizmeti sunmak, düşük faizli kredi vermek için kullanmasına karşı çıkan ve ılımlı sol bir yaklaşımı benimseyen Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, ülkesini Hindistan ile yakınlaştırarak Venezüella’yı dengelemeye çalışıyor. Küba’ya gelmeden önce Brezilya’yı ziyaret eden Hindistan Başbakanı Manmohan Sing ile Lula, 12 Eylül’de milyonlarca dolarlık ticaret anlaşmaları imzalayarak ülkeleri arasındaki işbirliğini pekiştirdiler. Böylelikle Hindistan, Venezüella ile yakın ilişki kuran ezeli rakibi Çin’e peşinde olduğu mesajını vermekte gecikmezken, Brezilya da Venezüella’ya karşı önemli bir manevra yapıyordu.
Birçok analistin popülist olarak nitelendirdiği bu yeni cephenin, ABD’nin baskılarından bunalan ‘Güney’ ülkeleri arasında önemli bir yankı bulduğu aşikâr. Ancak sıklaşan safların her halükarda küresel güç mücadelesinin bir parçası olduğunu da unutmamak gerekiyor. Tıpkı Venezüella gibi OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü) üyesi olan ve ABD’nin Irak işgalinden sonra tavan yapan petrol fiyatları sayesinde çok büyük kâr elde eden İran, Ortadoğu’daki Şii kuşak üzerindeki etkinliğini her geçen gün biraz daha arttırıyor. Bu noktada cephenin başarısını, İran’ın ABD’nin tehditlerine karşı nükleer enerji konusundaki direnişindeki ısrarı ve petrol gelirlerini henüz istenilen oranda yatırıma dönüştüremeyen Chavez’in ekonomik ve sosyal sisteminin sürekliliği belirleyecektir. Bu noktada kesin olan tek husus, küresel oyun hızlandıkça sinirlerine hâkim olamayan çılgın orta hakem düdük çalıp oyunu iptal edene kadar hem sarı ve kırmızı kartların hem de penaltıların sayısının artacağıdır.
Paylaş
Tavsiye Et