Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Sendikalar, hükümet ve Tekel işçileri
Sayım Yorgun
TÜRKİYE’DEKİ sendikal hareket, yetersiz sanayileşme ve etkin demokratik düzenin kurulamamasından dolayı sanayileşmiş ülkelerde yaşanan sendikalaşma oranlarına ulaşamadı. 1970’li yıllardan sonra ortaya çıkan ekonomik ve siyasal değişim, 1980 askerî müdahalesi, neo-liberal politikalar, özelleştirme ve sendikalardan kaynaklanan nedenlerden dolayı üye kayıpları yaşandı. Sendikal hareket son yıllarda en zayıf döneminde ve adeta dip noktasına ulaştı. Toplam çalışanlar içinde sendikalı işçi oranının tahminen %4’ler civarında olması, başta temsil krizi olmak üzere sendikal hareketin güç ve itibar kaybettiğini somut olarak ortaya koyuyor.
Dünyada sendikacılık hareketi bilgi toplumunun ihtiyaçları doğrultusunda yeniden yapılanırken, Türkiye’deki sendikacılık hareketi endüstriyel ilişkilerde güçlü bir taraf dahi olamadan yeni şartlarla karşı karşıya kaldı. Dünyada sendikalar, küresel şartların ortaya çıkardığı sorunları çözmek için çaba harcarken; Türkiye’de ise 1980 askerî müdahalesi, 1982 Anayasası ve 1983’te kabul edilen yasalar sendikaların faaliyet alanlarını ve hizmetlerini sınırlandırdı. Sendikaların yasal teminatlar altında, siyasi iktidarın ve aydınların desteğiyle kurulması nedeniyle bürokratik yapılar ve klasik görevler, daha doğuş yıllarında sendikal hareketin belirleyici özelliği oldu.
Türkiye’deki örgütlenmenin önündeki temel sorunlardan biri, bunun devlete karşı bir tehdit olarak algılanması. Devlet hem yasaları düzenlerken hem de uygulamada örgütlenmeye hep şüpheli yaklaşıyor ve devleti koruma duygusu vatandaşların örgütlenme hakkının önüne geçiyor. İşverenlerin sendikasızlaştırma faaliyetleri, sendikaların kurumsallaşamaması, sendika içi demokraside yaşanan sorunlar, sendikal faaliyetlerin ve hizmetlerin yetersizliği, sendikal kadrolara duyulan güven eksikliği gibi nedenler sendikaları olumsuz etkiliyor.
Türkiye’de işçilerin sendikal örgütlenme isteğine rağmen örgütlülük oranının düşüş eğiliminde olması, başta demokrasinin her kesim tarafından içselleştirilmemiş olmasından, hukuk devletinin egemen kılınamamasından, işverenlerin sendikaları reddetmelerinden ve mevcut sendikal yapıların ihtiyaca cevap verememesinden kaynaklanıyor. Sendikacılığın örgütsel yapısı da yasalardan, ekonomik yapıdan ve sendikalar arası mücadelelerden kaynaklanan olumsuz etkiler nedeniyle oldukça zayıf.
Temsil Krizi ve Tekel İşçilerinin Mücadelesi
Sendikalar iki açıdan temsil krizi yaşıyor: Birincisi potansiyel ve mevcut üyelerini temsil edememek, ikincisi ise siyasal temsil. Temsil krizine yol açan nedenlere gelince, günümüzde sendikalar işverenlerden, hükümetlerden ve üyelerden kaynaklanan tehditlerle karşı kaşıya. İşverenlerin ve hükümetlerin esnekleştirme, kuralsızlaştırma ve güvencesiz kılma çabaları ve inisiyatiflerini artırma eğilimleri gibi nedenlerden dolayı sendikal hareket tehdit altında.
Ülkemizde sendikal hareket, 1963 sonrasında uygun bir ortam buldu ve hızlı bir büyüme yaşadı. Bu nedenle 1963-80 dönemi sendikal hareket açısından altın yıllar olarak anılır. İşçi hareketinin doğuş yıllarında siyasi tabana dayanması ve bu alışkanlığın daha sonra da sürdürülmesi, siyasi partiler tarafından yönlendirilen sendikal yapıları ortaya çıkardı. 1970 sonrasında yoğunlaşan siyasi çatışmalar, sendikaları da etkiledi ve yaşanan olumsuzlukların faturası askerî müdahaleyle işçilere kesildi. 1960 askerî müdahalesiyle verilen haklar geri alındı. Anayasal ve yasal değişikliklerle işçiler aleyhine katı düzenlemeler yapıldı; işçilerin ekonomik ve sosyal haklarında önemli kayıplar yaşandı. 1980 sonrasında yaşanan olumsuzluklar çalışma hayatında daha büyük sorunlara yol açtı ve ortaya çıkan hak kayıpları üç büyük tepki hareketini doğurdu: “1989 Bahar Eylemleri”, “1991 Büyük Ankara Yürüyüşü” ve “Tekel İşçilerinin Mücadelesi”. 
12 Eylül sonrasında ortaya çıkan yapının ürettiği sorunlara tepki gösteren işçilerin 1989 Mart, Nisan ve Mayıs aylarında gerçekleştirdikleri “1989 Bahar Eylemleri”, kitlesel, etkili, kapsamlı ve uzun süreli eylem olarak tarihe geçti. Bu eylem var olan yapının sorgulanmasını sağladı ve sürdürülemez olduğu gerçeğini ortaya çıkardı. Sendikal yönetimlerden çok tabanın baskılarıyla şekillenen bu eylemlerle başta ücretler olmak üzere sendikal haklarda ilerlemeler kaydedildi.
Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) işyerlerinde 30 Kasım 1990’da başlayan grev, aynı gün aile bireylerinin ve kısa bir süre sonra Zonguldaklıların katılımıyla bütün bir şehrin grevine dönüştü; sonrasında diğer sendikaların ve işçilerin desteğiyle maden işçilerinin ve Zonguldak halkının haklı ve meşru mücadelesi haline geldi. 36 gün süren grev ve 4 Ocak 1991’de Zonguldak’tan Ankara’ya başlatılan yürüyüş, zor kış şartlarında 100 binin üzerinde insanın katılımıyla gerçekleşti. 5 gün süren bu yürüyüş, Mengen’de kurulan barikatla durduruldu ve hükümet ile sendika yetkilileri arasında yapılan görüşmeler sonunda anlaşma sağlanarak bitirildi. Bu eylem hem siyasi hem de ekonomik hayatı etkileyen sonuçlarıyla tarihteki yerini almış ikinci önemli kırılma noktasıdır.
Tekel işçilerinin eylemi, 1980 sonrasında çalışma hayatında yaşanan üçüncü kırılma noktası olabilir. Bu makaleyi yazarken 70. gününü dolduran eylem, etkileri itibarıyla sadece bugünleri değil ekonomik, siyasal ve sosyal hayatı ve sendikal hareketin geleceğini de etkileme potansiyeline sahip. Hükümet ve sendika yetkilileri arasında henüz anlaşma sağlanamaması ve taraflar arasındaki restleşmelerin sürmesi bu öngörüyü destekliyor.
Tekel eyleminin önemi, sadece Tekel işçilerinden kaynaklanmıyor; 25 Kasım 2009’da Türkiye Kamu-Sen, KESK ve diğer sivil toplum kuruluşlarının desteğiyle yapılan genel grev, özelleştirme nedeniyle İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışan itfaiyecilerin eylemi, eczacıların ve hekimlerin eylemlerinin aynı dönemde gerçekleşmesi önemini artırdı. 15 Ocak 2010’da tüm işyerlerinden Tekel işçileri ve ailelerinin Ankara’ya gelmesi, işçilerin Abdi İpekçi Parkı’ndaki eylemlerine polisin izinsiz olduğu gerekçesiyle soğuk su ve gazla sert müdahale etmesi, geniş toplumsal kesimlerin tepkisini çekti. Türk-İş Genel Merkezi’nin çevresinde kurulan derme-çatma çadırlar içinde Ankara’nın ağır kış şartlarına rağmen sürdürülen açlık grevi, basın açıklamaları, siyasi parti ziyaretleri ve protesto mitingleriyle yürütülen eylemlerden sonuç alınamaması ve uzun sürmesi, bu mücadelenin -sonuçları ne olursa olsun- etkilerinin kalıcı olacağını açıkça ortaya koyuyor. Öte yandan 21 Ocak’ta 6 işçi ve memur konfederasyonunun Sakarya Meydanı’nda bulunan Tekel işçilerinin eylemine destek vermek amacıyla 4 Şubat’ta “çalışmama hakkını kullanma” eylemine ilişkin karar alması, Memur-Sen ve Hak-İş’in bu eyleme fiilen katılmaması, katılan sendikaların eyleminin beklenen etkiyi ortaya koyamaması, sendikaların güç ve itibarının tartışılmasını artıracaktır.
İşçilerin Türk-İş’in çevresinde yürüttükleri eylem devam ederken tazminatların banka hesaplarına yatırılması, bazı kişilerin 4/C kapsamında çalışmak üzere müracaatı, 4/C’ye ilişkin düzenlemelerin iptaline ilişkin Danıştay’a müracaat gibi adımlar, bu eylemin geleceğine ilişkin tartışmaları artırdı. Tarihte eşine az rastlanır türden bir eylem gerçekleştirilirken, Tekel işçilerinin bir kısmının 4/C’yi kabulü ve Türk-İş Genel Sekreteri’nin görevinden istifası, bu eylemin özellikle sendikal yapıların sorgulanma sürecini ve yeni arayışları gündeme getireceği tahmininde bulunmak mümkün.
Bu eylem, taraflardan birinin zaferiyle veya iki tarafın uzlaşmasıyla bitse bile, etkileri hem siyaset hem ekonomi hem de sendikal hareket üzerinde hissedilecektir. Çünkü mevcut yapıda kırılma yaşandı ve bunun ciddi etkilerinin olması kaçınılmazdır.

Paylaş Tavsiye Et