AK PARTİ hükümetinin açılımları, Türkiye’deki yerleşik siyaset ve siyasi parti anlayışlarını kökten sarsmış durumda. Bu sarsıntı, muhalif ya da muvafık bütün oluşumlarda tesirlerini icra ediyor. Tek parti döneminde bürokrasinin temel meselelerde karar alıcı olması keyfiyeti, çok partili hayata geçtikten sonra Soğuk Savaş ortamının ve darbelerin katkısıyla devam etti. Siyasi partilere bırakılan alan ise devletçilik ve piyasa ekonomisi arasında tercihte bulunmak ve kamu kaynaklarını tasarruf etmek şeklindeydi. AK Parti hükümetinin açılımları, işte bu anlayışı değiştirmeye yöneldiği için müesses siyasi rejimi ve siyasi kültürü yerinden sarsıyor.
Asker-sivil bürokrasinin vesayet rejimi ve ideolojisindeki çözülme ve bu çözülmenin bir siyasi parti eliyle hızlanması, eski rejime göre oluşmuş siyaset anlayışına sahip parti ve siyasetçileri zora ve paradoksa sokmuş durumda. Bu zorluk ve paradoks en çok MHP üzerinde görülüyor. MHP sadece söylem düzeyinde değil, kadro ve taban düzeyinde de sıkışmış bir halde. Gündemdeki anayasa değişiklik paketi, bütün o sert ve grubuna hâkim görüntüsüne rağmen çevreden çelik çekirdeğe kadar MHP’yi sarsıyor.
MHP’nin son dönemdeki sertliği, seçimlere yönelik ciddi bir siyasi hesabı barındırmakla beraber bu hesabın dışında bir reaksiyonu da ifade ediyor. MHP bir yandan Ergenekon gibi darbecilerden, sokaktan ve bürokratik zümrelerden uzak, vatandaşa hitap eden modern bir siyasi parti olmaya çalışırken; diğer yandan da demokratik açılımlarla daha önceden siyasetin konusu olmayan konuların siyaseten tartışılmasına ve bürokratik zümrenin tasfiyesine tahammül edemiyor. Çünkü ideolojisi ve kuruluş misyonu olan milliyetçilik MHP’nin merkez-çevre dengesini korumasını zorlaştırıyor. Bu zorluk, MHP’nin aydın zümresinde yaşadığı eksiklikle birleştiğinde daha da artıyor.
MHP’nin 1980 öncesindeki “Yaşasın devlet, yıkılsın düzen” sloganında özetlenebilecek eleştirel bakış açısı bugün kaybolmuş durumda. Bugün kimi MHP sözcülerinin, devleti savunmak ile devlet memurlarını savunmak arasındaki kaba farkı dahi ihmal ettikleri söylenebilir. Bunun asıl sebebi demokratik açılımların ve küreselleşmenin, bürokratik vesayet rejiminde ve ideolojisinde açtığı yarıktır. Surda açılan bu mukaddes gedik, ümitvar olmayan çevrelerde müthiş bir kötümserlik ve reaksiyon yaratıyor. İşte MHP, eski İç Anadolu ve yeni Marmara, Ege ve Akdeniz oylarıyla bu kesimin sözcülüğünü üstleniyor. Bu sözcülük, temsilci bir siyaset sınıfının bu kesimin vekâletine soyunması şeklinde değil, kendiliğinden ve inorganik bir şekilde gerçekleşiyor. MHP sözcülerinin sertliği ve yönsüzlüğü, bu yönüyle siyasi bir hesabı değil, kendiliğinin doğrudan ifadesi olarak tezahür ediyor. Bu haliyle de her türlü siyasi hesaba zarar verecek bir irrasyonelliği içinde barındırıyor.
MHP, 29 Mart 2009 mahalli idareler seçimlerinde sahada yakaladığı başarı, demokratik açılımların devam etmesi ve bilhassa Habur görüntüleriyle AK Parti’nin oy oranının kritik eşiği aşarak %30’un altına ineceği beklentisine girdi. AK Parti’nin dönemsel olarak 3 Kasım 2002 seçimlerindeki oy oranını göreceği şeklindeki kamuoyu anketleri, sadece MHP’ye değil, CHP’ye ve asker-sivil bürokrasiye de bu ümidi vermişse de, bu beklentinin gerçekleşmeyeceği kısa sürede ortaya çıktı. AK Parti’nin alternatifinin olmadığı gerçeği ve demokratik açılımlara yönelik ağır eleştirilerin kamu vicdanında yarattığı rahatsızlık, partinin yeniden toparlanmasına yol açtı. AK Parti’nin toparlanması ise muhalefette büyük bir asabiyet yaratmış durumda. Bu asabiyet en fazla MHP sözcülerinde gözleniyor.
Son zamanlarda MHP sözcülerinin kimi açıklamaları bu açıdan oldukça dikkat çekici. Sözlü şiddete dönüşmenin ötesinde bu açıklamalar MHP’nin, darbe karşıtı bir çizgide durmaya özen gösteren Bahçeli sonrasındaki pozisyonunu yeniden tartışmaya açıyor. Evet, MHP artık sokak hareketleri için bir operasyon partisi olmaktan uzak. Ancak bu uzaklığın vesayetçi zihniyet ve karargâhtan uzaklaşmayı da beraberinde getirip getirmeyeceği noktası halen bir muamma.
MHP son anayasa değişikliği paketine ilke olarak hayır dedi. Anayasa değişikliği tartışmalarını mecrasından çıkaran ilk destek ise MHP’den gelmişti. Başörtüsü yasağını aşmak için AK Parti’ye destek veren MHP, bu istikametteki anayasa değişikliğini iptal eden Anayasa Mahkemesi’ne ve AK Parti’nin kapatılma davasına ağır eleştiriler getirmiş ve yeni anayasa değişiklikleri önermişti.
MHP şimdi anayasa değişiklik paketinin muhtevasına karşı olmadığını, hatta daha geniş bir anayasa değişikliği paketi için TBMM’de bir komisyon kurularak çalışılmasını, ancak değişikliği yeni TBMM’nin yapması gerektiğini iddia ediyor. MHP bu şekilde aslında “Bu Meclis anayasa yapamaz, hatta anayasa değişikliği dahi yapamaz!” çizgisinden tefrik edilemiyor. Halbuki MHP bu çizgiden farklılaşabildiği oranda AK Parti ve CHP dışında üçüncü bir seçeneğe dönüşme imkanına sahipti. 22 Temmuz 2007 seçimlerinde artan oyuna rağmen geleneksel tabanından desteği azalan MHP, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ve başörtüsü meselesinde yeni seçmen tabanını küstürmek pahasına bu siyasi hamleyi yapmıştı. Ancak şu an MHP, 29 Mart 2009 seçimlerinde AK Parti’nin oy kaybetmesi ve kendisinin de oy kazanmasıyla bu pozisyonu terk ederek AK Parti karşıtı cephe içerisinde açıkça yer almış durumda.
MHP, AK Parti’yi tecrit ederek BDP ile işbirliğine mecbur etmek ve sonra da bunu seçimlerde kullanmak istiyor. Ancak MHP liderliği bu siyasi hesabın getireceklerinin yanında götüreceklerinin daha çok olabileceğini de tahmin etmeli. Bu sertliğin siyasi hesabı aşan irrasyonel bir reaksiyon tarafı olduğu da söylenebilir. Ayrıca MHP, operasyon partisi olmaktan kurtulsa da, karargah ve vesayetçi zihniyetle hesaplaşacak siyasi cesaret, vizyon ve kadrodan henüz oldukça uzak. MHP bu haliyle AK Parti ile CHP’nin temsil ettiği asker-sivil bürokrasi kutuplarının dışında üçüncü bir seçenek haline gelemeyecektir. Anayasa değişikliği paketindeki tavrı, MHP’yi tali aktörlerden birine dönüştürmüştür.
Paylaş
Tavsiye Et