Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Fransa’nın ‘Güneydoğu’su: Korsika
M. Mücahit Küçükyılmaz
SON yıllarda Fransa’nın en popüler kişileri arasında ülkede İçişleri Bakanlığı yapan siyasetçiler de yer alıyor. Hele bunlardan ikisi Jean-Pierre Chevenement ve Nicolas Sarkozy, Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Başbakanlar Lionel Jospin ile Jean-Pierre Raffarin’i bile zaman zaman gölgede bıraktılar. Bu denli öne çıkmaları ve basının ilgi odağı olmaları, iki bakanın renkli kişiliklerinden olduğu kadar uğraştıkları bir sorundan da kaynaklanıyor. Daha önceki sol koalisyonda, Bakan Chevenement ve Başbakan Jospin’in yolları, ülkenin güneydoğusundaki Korsika adasına aşamalı özerklik tanınmasını öngören yasa tasarısı yüzünden ayrıldı. “Fransa’yı bölüyorsunuz” diyen Chevenement istifa ederek Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Chirac ve Jospin’e karşı aday oldu. Sonuçta Korsika sorunu her iki siyasetçinin kariyerine de büyük darbe indirdi; sağcı Chirac aradan sıyrılarak ikinci kez seçilmeyi başardı. Şimdilerde, iddialı bir şekilde olaya el koyan yeni İçişleri Bakanı Sarkozy, 31 Mayıs’ta Yukarı Korsika’da yaptığı birkaç toplantının ardından Bastia Valiliği’nin arka kapısından çıkmak zorunda kaldı ve göstericiler, bakanın arabasını uzun süre kovaladılar. Sarkozy 6 Temmuz’daki referandum yenilgisinden sonra, “Bundan böyle adayı çok farklı günler bekliyor. Artık ciddi biçimde adanın güvenlik sorunu ile ilgileneceğiz. Korsika halkının huzuru ve barışı bizim için en önemli konudur” diyerek Korsikalı milliyetçilerin fena halde canını sıkan îmalı ve tehditkâr üslûbuna devam etti.
Korsika’nın bağımsızlık taleplerine Paris hükümetinin önerisi adada aşamalı bir şekilde gerçekleştirilecek kısmi özerklik oldu. Ancak yüzde 50.98’lik kıl payı bir çoğunlukla Paris’in önerisine “hayır” diyen ada halkı, bakanın sık sık diline doladığı güvenlik konusunun bir sorun değil; çözülmemiş sorunların uzantısı bir sonuç olduğunu düşünüyor. Çözüm için de, Korsika meselesinin asayişi değil; siyaseti önceleyen bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini öne sürüyor. Jospin’in başlattığı, ancak başarısızlıkla sonuçlanan Matignon Süreci de benzer bir yaklaşımı benimsemiş ve Fransız kamuoyunda 1789 Devrimi’nin mirası üniter devlet yapısının tehlikeye düştüğü yorumları yapılmıştı.
Aslında Korsika, Fransa’da tartışılan tek etnik ve bölgesel sorun değil. 1980’lerden itibaren adem-i merkeziyetçi bir anlayışı yavaş yavaş gündeme getiren Fransa, Martinik ve Guadlup Adaları ile Pasifik Okyanusu’ndaki Yeni Kaledonya yerel meclislerine ana dilde eğitim ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesi konularında bazı ayrıcalıklar tanımıştı.
Ülkenin kara sınırları içinde yer alan Alsace-Lorraine, Bretagne, Bask bölgeleri de dönem dönem hak talebiyle ortaya çıkabiliyor. Bunlardan Almanya sınırındaki Alsace bölgesi, 1945’ten beri önemli hukukî ve malî imtiyazlar elde etmiş durumda. Bask ve Brötonlar da kendi dillerinde eğitim ve radyo-TV yayınları yapabiliyor.
Korsikalıların ve hatta Fransızların kafasını karıştıran asıl sorun ise, siyasi iktidarın tek merkezde toplanması konusu. Korsikalı milliyetçilerin bir kısmı Paris hükümetinin böylelikle adayı kontrol edeceğini ve kısmî özerkliğin bağımsızlık taleplerini söndüreceğini öne sürerken; diğer bir kısım Korsikalılar, bu planla Paris’in denetiminden kurtulabileceklerini ve yerelleşmenin bağımsızlık yolunda bir aşama olacağını düşünüyor. Geçmişteki Sosyalist Parti’nin önerisi olan yerelleşme projesi Fransa’da hem sol çevreler, hem de aşırı sağ tarafından kabul görmedi. Fransa Komünist Partisi hükümetin projesini sömürgeci olarak nitelendirerek referanduma “Hayır” denmesi gerektiğini belirtirken, Milliyetçi Cephe lideri Jean-Marie Le Pen planı ağır bir dille eleştirdi. “Evet” yanlılarının başında, Paris’le anlaşan Korsikalı bazı milliyetçi liderler ile Cumhurbaşkanı Chirac, Başbakan Raffarin ve İçişleri Bakanı Sarkozy geliyordu. Nouvel Observateur, Le Figaro gibi sağ eğilimli yayın organlarının desteğini alan ve “Evet” için açık propaganda yapan bu üçlü, 6 Temmuz sonrası gerçekten zor durumda görünüyor. Önceleri “Mantıksal Açıdan ‘Evet’ Kazanmak Zorunda” şeklinde yazılar yayımlayan Nouvel Observateur’da, Hervé Algalarrondo sandığa on gün kala, “Ya ‘Hayır’ Kazanırsa?” diye sorarak şöyle diyordu: “6 Temmuz’daki referandumun sonucu git gide kestirilemez bir hal alıyor. Peki Korsika ‘Hayır’ derse ne olur? İlk kurban, hükümeti riske sokan Sarkozy olacaktır. İkinci kurban, kısmî özerklik benimsetmek için yerel referandumlara bel bağlayan Raffarin; üçüncüsü ise, elbette ki Korsika ve hiçbir ilacı kabul etmeye yanaşmayan Korsikalılar olacaktır.” Komünist Parti’nin yayın organı L’Humanité’de P-H.L. imzasıyla yer alan editoryal ise, ilginç bir biçimde, bahsi kaybedenin milliyetçiler olduğunu iddia ederek; “Referandumun en büyük mağlubu Korsikalı milliyetçiler korkunç bir bozguna uğradılar” diyordu. Red oyları Fransız basını tarafından, son aylarda uyguladığı aşırı liberal ekonomik politikalar ve çıkardığı sosyal güvenlik yasaları yüzünden protestolara uğrayan sağcı Raffarin hükümetinin icraatlarına tepki olarak da yorumlandı.
Ulus-devlet kavramının doğum yeri Fransa’da gündemi işgal eden bu tartışmalar, modern devlet örgütlenme biçimleri içerisinde model veya karşı model olarak önemli bir yer tutan Fransız devlet sisteminin tehlikeye mi düştüğü sorusunu akla getiriyor. Özellikle Korsika Meclisinin yasa yapma hakkı istemesi, ülke kamuoyunda, İhtilâl’in getirdiği “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” sacayağının bozulacağı ve belli bir yurttaş grubuna verilen kanunî imtiyazların evrensel eşitlik ilkesine aykırı olacağı yorumlarına neden oluyor. Ancak, bütün bunların ötesinde belki de Fransa’nın becerisi, etnik sorunlara pozitif yaklaşımıyla tanınan BM ve AB gibi uluslarüstü örgütlenmelerle içli dışlılığına rağmen, Korsika, Okyanus Adaları, Alsace-Lorraine, Bask ve Bretagne bölgelerindeki rahatsızlıkların bir dış soruna dönüşmesini önleyebilmesinde yatıyor. Bu da jakoben cumhuriyetçi yönetim anlayışını uygularken aynı zamanda bireysel ve toplumsal yapıdaki değişimleri ve talepleri fark edebilmekten ve sistemin kendi reflekslerini zamanında esnetebilmesinden kaynaklanıyor olsa gerek.
 
Bonapart’ın Hemşerileri Fransa’ya Karşı
Fransa’nın güneydoğusunda 250 bin nüfuslu küçük bir ada olan ve yaklaşık 250 yıldır Fransa’dan bağımsızlığını kazanma mücadelesi veren Korsika, coğrafî olarak İtalya’ya daha yakın. Napolyon Bonapart’ın da memleketi olan adada Fransızca’dan çok İtalyanca’ya benzeyen Kors dili konuşuluyor. Ancak bunun bir dil mi yoksa lehçe mi olduğu konusunda Fransızların kafası karışık.
Korsika’da silahlı eylemlerin başladığı 1975 yılından bu yana birçok devlet yöneticisi ve siyasetçi suikaste uğradı. Adada sadece 1975’ten 1997’ye kadar yaklaşık 8.000 eylem FLNC (Korsika Milli Kurtuluş Cephesi)’nin iki kolu tarafından gerçekleştirildi. Bağımsızlık, özerklik veya daha fazla özgürlük isteyen örgütlerin şiddet eylemlerini arttırmasıyla birlikte, 1981’de iktidara gelen sosyalist Mitterand, adaya özel bir statü verilmesini kabul etti. Buna göre, 8 Ağustos 1982’de 61 üyeden oluşan ilk Korsika Parlamentosu oluşturuldu. 90’larda artan şiddet olayları 1998’de Fransa’nın adadaki valisi Claude Erignac’ın Korsikalı bir milliyetçi olan Yvan Colonna tarafından öldürülmesiyle doruğa çıktı ve Colonna bir anda Fransız polisinin “Silahlı ve Tehlikeli Katil” şeklindeki ilanlarıyla en çok aradığı isim haline geldi. 1999’da yapılan seçimlerde bağımsızlıkçı Corsica Nazione Partisi yüzde 17 oy alarak 8 milletvekili çıkardı. Bu aşamadan sonra Başbakan Jospin adadaki gruplarla diyalog sürecini başlattı. 18 Ocak 2002’de Fransa Anayasa Konseyi, Korsika Ulusal Meclisi’ne yasa yetkisi veren 1’inci maddenin bir kısmı hariç, 58 maddelik Özerklik Yasasını onayladı. Buna göre;
Korsika dili anaokulları ve ilkokullarda ders müfredatına dahil edilecek,
Korsika’ya kara ve demir yolu, eğitim, okul, hastane ve alt yapı hizmetleri için 15 yıllık süre içinde 3 milyar euroluk özel bir kamu yatırım bütçesi ayrılacak,
Kıyılarda kimi geçici işletmelerin çalıştırılması ve kurulması için karar verme yetkisi yerel meclise verilecek,
Adadaki deneme süreci olumlu giderse, 2004’te Fransa Anayasası’nda değişiklik yapılarak yerel meclise, ada ile ilgili konularda (Kors kültürünün geliştirilmesi de dahil) daha fazla yetki verilecekti.
2003 başında İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy’nin hazırladığı çözüm planı için referandum kararı alındı. Plan, şartların uygun olması durumunda 2004 yılında seçimlerin yapılmasını, Yukarı Korsika ve Güney Korsika meclislerinin birleştirilmesini ve Ajaccio kentinde kurulacak yeni parlamentoda her iki kesim için ülke konseyleri oluşturulmasını öngörüyordu. 191 bin seçmenin yüzde 60’ının sandığa gittiği oylamaya 48 saat kala Hükümet, Colonna’yı yakaladığını ilan ettiyse de, 6 Temmuz’da tasarının reddini engelleyemedi.

Paylaş Tavsiye Et