Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Irak’ta ikinci perde açıldı
Yunus Sönmez
IRAK Savaşı’nın başladığı günlerde ABD Savunma Bakanlığı yetkilileri bekledikleri kadar ciddi bir direnişle karşılaşmamalarına hem şaşırmış, hem de sevinmişlerdi. Ancak ABD askerlerinin Bağdat’a girmesinden sonra Amerikan askerlerine karşı yapılan saldırılar, yetkililerin sevinçlerini kursaklarında bıraktı. Ardı ardına yapılan bu saldırılar bölgedeki ABD birlikleri için büyük bir güvenlik çıkmazı oluşturdu.
Amerika Birleşik Devletleri Bağdat’ın düşmesinden bu yana neredeyse her gün bir Amerikan askerinin öldüğü ve birkaçının yaralandığı saldırılarla karşılaşıyor. Bu saldırılara karşılık “Yarımada”, “Çöl Akrebi”, “Çıngıraklı Yılan”, “Sarmaşık Yılanı”… ABD’nin güvenlik çıkmazı sebebiyle yaptığı sayısız operasyonlardan bazıları. Operasyonlarda, öldürülen Iraklıların sayısı onlarla, tutuklananlarınki ise yüzlerle ifade ediliyor. Her operasyonun ardından bir saldırı dalgası geliyor ve bunu kısır bir döngü şeklinde yine bir ABD operasyonu takip ediyor. Adeta ABD şiddet bataklığından kurtulmak için çabaladıkça bu bataklığa biraz daha saplanıyor.
Aslına bakılırsa ABD’nin Irak’ta bulunduğu her gün, kendisi için ekonomik ve moral kayba sebebiyet veriyor. Amerika, en az maliyetle en çok faydayı sağlamanın peşinde. Bu sebeple, bölge kaynaklarını ve jeopolitiğini kontrol ederken Irak’ta bulundurduğu asker sayısını ne kadar az tutarsa o kadar kârlı bir iş yapmış olacak. Savaş sırasında harcanan 20 milyar dolara ek olarak aylık 2 milyar dolar olarak hesaplanan ABD askerlerinin Irak’taki masraflarının düşünülenin ötesinde 3.9 milyar dolara çıkması ABD’yi endişelendiriyor. Eylül ayında toplam maliyetin 50 milyar doların üzerine çıkması bekleniyor. Üstelik bölgedeki asker sayısı güvenliği sağlamaya yetmiyor. ABD ekonomisinin bu masrafları karşılayabilecek devasa bir bütçeye sahip olduğu varsayılsa bile, moral kaybını telafi etmesi pek mümkün gözükmüyor. Şimdilerde, basın organlarına kendilerine yaz başında evde olacakları vaat edilen ABD askerlerinin kızgınlıkları yansıyor.
Stratejistyenlere göre Beyaz Saray’ın güvenebileceği bir yönetim kurarak bölgedeki askerlerinin büyük bir kısmını çekmesi, ABD için Irak’tan en hesaplı çıkış yolu. Aksi takdirde her geçen gün artan saldırılar karşısında, ABD askerlerinin kuşatılmışlık hissiyle daha fazla şiddete başvuracağı, bunun da gerilimi arttıracağı söyleniyor. Nitekim sivil halkın protesto gösterileri sırasında ABD askerlerinin hemen silaha sarılması ve topluluğa ateş açması askerlerin gerginlik ve tedirginlik katsayısının ne kadar yükseldiğinin açık bir göstergesi. Bütün bu olumsuz yanlarına rağmen çok miktarda Amerikan askeri hâlâ Irak’ta bulunuyorsa bunun başlıca sebeplerinden biri Şiilerin ABD’ye muhalif hareketlerinin kontrol altına alınmak istenmesidir.
ABD’nin Irak Savaşı’na girmeden önce birçok ihtimali hesapladığını ve bu ihtimallere göre planlar yaptığını söylemek yanlış olmaz. Bu planlar içinde Irak’taki Şiilerin kontrol altına alınması da vardı. Savaştan sonraki ilk günlerde ismini sıkça duyduğumuz Ahmet Çelebi, Amerika’nın Şiileri kontrol altında tutmak için ümit bağladığı bir isimdi. Ancak gelişen olaylar Beyaz Saray’ın ümitlerini suya düşürdü. Şiilerin kafasında Amerika’nın güvenilirliği konusunda bir takım soru işaretleri mevcut. ABD, İran-Irak Savaşı sonrasında, yardım edeceği vaadiyle Iraklı Şiileri Saddam rejimine karşı ayaklanmaya teşvik etmişti. Saddam’ın ayaklanan Şiilere sert müdahalesine karşın Amerika’nın vaat ettiği desteği sağlamaması ve bunun sonucunda birçok Şii’nin Saddam tarafından öldürülmesi halen hafızalardan silinmiş değil. Bu ve benzeri sebeplerle ABD ne savaş sırasında, ne de savaş sonrasında Şiilerden beklediği desteği bulamadı. Savaştan sonra ABD ile bölgedeki Şiilerin anlaşabilmesinin tek yolu Şiilere yeni Irak yönetiminde pratikte uygulanabilir etkin bir rol verilmesi ile mümkün olabilirdi. Böyle bir tavır ise ABD’nin Irak’a girmesinin ruhuna aykırı. Çünkü ABD, bölgeye gelirken birçok sebebin yanı sıra bölgedeki İran etkinliğini azaltmayı da hedefliyordu. Ancak Iraklı Şiiler mezhep yakınlığı dolayısıyla bölgedeki İran etkinliğini kolaylaştırıcı unsur durumundadır. Irak’ta bulunan bütün Şiilerin İran sempatizanı olduğunu söyleyemeyiz. ABDdenge için İran ile ilişkisi olamayan Şiileri yönetime getirirse bunların tabanda kabul görme ihtimali çok düşük görünüyor.
Özellikle ABD’nin İran’ı tehdit eden açıklamalarından sonra Şiilerde görülen hareketlenme, Irak’taki çekişmenin bir boyutunun da İran ile Amerika arasında geçtiğinin bir kanıtı. Hatta Saddam rejimine muhalif Iraklı Şii liderlerin Saddam’ın devrilmesinden sonra ülkeye dönüşüyle İran ile ABD arasında, Irak’ta bir ön cephe açıldığı bile söylenebilir. Şiiler Amerika’yı protesto eden gösteriler düzenledikçe Tahran’daki yönetim karşıtı hareketlerin alevlenmesi, uzmanlarca ABD’nin duyduğu rahatsızlığı, İran’da yaptığı karşı ataklarla savuşturmaya çalıştığı şeklinde yorumlanıyor. Benzer biçimde Irak’ta ABD askerlerine yönelik saldırıların sıklaşmasıyla eş zamanlı olarak PKK-KADEK ile İran askerleri arasında çatışmalar yaşanması İran-ABD mücadelesinin farklı bir boyutu olarak görülüyor.
Irak’ta Saddam döneminin etkin gücü Sünni Araplardı. Saddam’ın devrilmesinden sonra ise bölgenin önde gelen diğer grupları olan Şiiler, Kürtler ve Türkmenler etkinlik artırma yarışına girdiler. ABD’nin, yeni Irak yönetimini oluştururken bu gruplardan hangisi veya hangileriyle çalışacağı merak konusu. Bölgedeki Şiilerin ABD’nin en meşhur muhalifi olan İran’la yakınlığı, ABD’yi Şiilere karşı temkinli davranmaya itiyor. Savaş sırasındaki tecrübeler gösterdi ki; yakın bir müttefik bile olsa Irak’la ilgili hassasiyetleri olan herhangi bir devletin ve onların Irak’taki uzantılarının her zaman ABD çıkarlarına uygun hareket etmesi mümkün değildir. Bu veriler ışığında ABD’nin Türkmenlerle çalışması da mümkün değil. Ayrıca Türkmen nüfusunun Şii ve Kürt nüfusuna oranla azlığı da ikinci bir etken olarak kabul edilebilir. Bu düşünce bizi açıkça ABD’nin Kürtlere yöneleceği fikrine götürüyor. Böylece Kürt gruplar kendilerine bölgede arka çıkacak bir güce sahip olurken, ABD de Irak’ın yönetiminde işbirliği yapabileceği bir ortak bulmuş oluyor. Senaryolar ABD’nin öncelikle, bölgedeki Şii ve Türkmenlerin etkinliğini kırarak Kürtlerin etkinliğini artırmaya çalışacağı yönünde. Bu çerçevede Süleymaniye’de Türk askerlerine karşı yapılan operasyonun da ABD’nin Kürtlerle iyi ilişkiler kurma ve Türkmen gruplarının etkinliğini azaltmaya yönelik bir hareket olduğunu söyleyebiliriz. Orta vadede Şiileri ve Türkmenleri yıpratmaya yönelik benzer olaylar görülebileceği, bu senaryoya dayalı olarak yapılabilecek tahminlerden birisi.
ABD’nin Irak’ta kendi düzenini oturtmasının ardından, bölgede oluşturulacak uluslararası barış gücüyle bu düzeni devam ettirmek istemesi muhtemel. Bu barış gücünde görev yapacak askerlerin bir kısmının Müslüman ülkelerden seçilmesi saldırıları azaltmak için kullanılabilecek taktiklerden birisi. Kurulacak barış gücünde Türkiye’nin olup olmayacağı, olursa konumunun ne olacağı ayrı bir yazı konusu. Bununla birlikte, yukarıda ortaya koyduğumuz çerçeveye uygun gelişmeler olması halinde, kuzeyde Türkmenlere destek verdikleri gerekçesiyle şüpheli (hatta suçlu) görülen Türk askerlerinin kurulacak bir barış gücü çerçevesinde güneyde (Şiileri kontrol altında tutmak istemiyle) konuşlandırılması talep edilebilir.
Orta Doğu dünya’nın 1990’dan beri geçirdiği değişim sancılarının en şiddetlisini yaşıyor. Önümüzdeki birkaç sene, büyük değişimler için bir geçiş dönemi olacak. Yeni sistemi daha iyi okuyabilmek için bugünlerde gelişmeleri iyi takip etmek gerekiyor.

Paylaş Tavsiye Et