AŞAĞIDA okuyacağınız satırlara inanıp inanmamak sizin elinizde. Bana anlatanların yalancısıyım diyemeyeceğim; çünkü olayı nakleden kişi çok değerli, genç bir ilim adamı. Ben duyduklarıma canı gönülden inandım. Dînî hassasiyetler, ilkesinden uzaklaştırılıp içi boşaltılınca ne gibi tuhaflıkların ortaya çıkabileceğine iyi bir örnek teşkil ettiği düşüncesiyle de söz konusu olayı kaleme aldım.
Vaka 1
Gecenin bir yarısı Harvard’da doktora yapmakta olan A’nın telefonu çalar. Biraz uyku sersemi, biraz da gecenin bir vakti telefon sesiyle uyandırılmış olmanın korkusu ve şaşkınlığı içinde “alo” der A. İstanbul’dandır telefon. Karşısında nefes nefese bir ses: “Abi ben sizin mahalledenim. Amerika’da olduğunu mahalleden çocuklar söyledi. Seni ... plak şirketinden arıyorum. Bak yanımda kim var?”
A, kötü bir şaka ile karşı karşıya olduğunu, gecenin bir vakti bu kadar basit bir şaka için uyandırılmanın ne berbat bir şey olduğunu düşünürken karşı taraftan bir kadın sesi gelir: “Ben falan filan.”
Şaka değildir. Hamileliği dillere destan artist/şarkıcı, kızının göbek bağını gömmek için Harvard’a göndermeyi planlamakta ve bu konuda A’dan yardım istemektedir. A, bir kadına, hele hele bir artiste, hem de gurbetteyken, memleketinden kendisine selam eden bir artiste nasıl hayır diyeceğini bilemediği için, tam olarak neye “tamam” dediğini idrak edemeden kabul eder ısrarcı artistin önerisini. Israrcı artist, kuru bir tamama fit olacaklardan değildir. Yemin üstüne yemin ettirir A’ya.
Sabah uyandığında, gece yaşadıklarına anlam vermekte güçlük çeker. “Dünyanın en güzel kadını” olarak arz-ı endam eden artiste verdiği yemini tam unutup rahatlayacağı sırada, postadan koca bir paket gelir. “Küçük şöhretin” göbek bağı, vakumlu bir kutu içinde, Harvard’a gömülmek üzere A’ya ulaşmıştır. Ne yapacağını şaşırır A. Verdiği yemin olmasa fırlatıp atmayı düşünür paketi. Ama yemin etmiştir bir defa. Gece yarısı, güvenliği dillere destan Harvard’ın bahçesinde, “küçük şöhretin” göbek bağını gömmek üzere yüzünü sıkı sıkı sarmış bir şekilde işe koyulur. Ne yapıyorsun burada sorusu ile karşılaşmamak için, elindeki sınırlı imkanlarla toprağı eşeleyip göbek bağını gömer.
Ne yapıyorsun sorusuna muhatap olmadan, kendini bu tuhaf durumdan kazasız belasız kurtardığını düşünüp rahatlayacakken, postadan yeni vakumlu kutular içinde, yeni göbek bağları çıkar. Yaptığı “olay” olan artist, çocuğunun göbek bağını Harvard’ın bahçesine gömdürdüğünü magazin dergilerinde ballandıra ballandıra anlatınca, benim çocuğumun göbeğinin onun çocuğunun göbeğinden ne eksiği var diyen “sosyete anneler” bu yarıştan mahrum kalmamak üzere rica minnet aldıkları A’nın adresine göbek bağlarını postalamaya başlayınca, iş çığırından çıkar.
Vaka 2
“8 Ocak 2000’de Mısır Çarşısı yakınlarında poşete sarılı bir bacak bulundu. Kalçadan itibaren düzgün bir şekilde kesildiği anlaşılan bacağın 26-27 yaşlarında bir kadına ait olduğu belirlendi.”
“19 Mayıs 2000’de Eminönü Motor İskelesi’ne yanaşan teknenin kaptanı denizde bir bacak olduğunu fark etti.”
“Aralık 2000’de Eyüp’te bir bacak bulundu.”
“12 Mart 2001’de, Unkapanı’nda poşetlere konulmuş iki bacak ortaya çıktı. İki bacak da diz hizasından kesilmişti.”
“22 Mart 2001’de Taksim tünelinde bir bacak daha bulundu. Kalçadan, oldukça düzgün bir biçimde kesilmişti.”
“20 Temmuz 2001’de Maltepe Sahilyolu’nda 30-35 yaşlarında bir erkeğe ait olduğu belirlenen bir bacak bulundu. Dizden kesilmiş bacakta alkol kalıntılarına rastlandı.”
Yaklaşık iki yıl boyunca ana haber bültenlerinde “seri katil”in tüyler ürperten cinayetleri konu edildi. “Seri katil” kurbanları yakalayıp parçalara ayırıyor, ayrılan parçaların belli kısımları -kol, bacak- bulunmakla beraber bedenin diğer parçaları bir türlü ele geçirilemiyordu. Çöplükte, alt geçitte, sahilde bulunan her yeni kesik bacak ve koldan sonra “seri katil”in üstün zekalı olduğu için delil bırakmadığı, fakat çok iyi anatomi bilgisine sahip olduğu, belki de kurbanlarını organ mafyasına satmak için kesip-doğradığı hipotezleri yeniden gündeme geliyordu.
Çöplüklerde, yer altında ya da sahilde bulunan kesik bacak ve kolların ait olduğu bedenin bulunamaması üzerinde yoğunlaşan polis, sonunda bütün İstanbul halkını rahatlatan açıklamasını yaptı: Bulunan kesik kol ve bacakların, seri cinayetlerle bir ilgisi yoktu. Çünkü bunlar, ameliyat sonucu kesilen organlardı. Tek tek organ gömmenin prosedürü ağır olduğu için, hastaneler çözümü kesik organları çöplüğe atmakta bulmuştu.
...
Birbirinden farklı olan bu iki olayı birleştiren husus, her ikisinin de vücuttan ayrılan parçaların toprağa gömülmesi ilkesinde yaşanan değişim ve dönüşüme örnek teşkil etmesidir. Birinci olayda, halk arasında mübarek topraklara gömülme arzusu olarak kendisini gösteren bir temayülün geçirdiği değişim söz konusudur. Toplumumuzda dünyaya gelen bebeğin göbek bağının, mübarek topraklara gömülmesi şeklinde bir gelenek oluşmuştur. Bu uygulamayla murad edilen, dünyaya gelen bebeğin ileride dindar bir kişi olmasıdır ve bu da özenilen üst kimliğin, dindar-alim bir insan modeli olması ile alakalıdır.
Aldırdığı kanı toprağa gömen Hz. Muhammed’in sünnetine uymak üzere, Osmanlı saray halkı, kestikleri saç ve tırnakları Sürre Alayı ile Hicaz’a göndermişlerdir. Benzer bir yaklaşım, halk arasında, çocuklarının göbek bağını mübarek zatların yattığı topraklara gömme adeti olarak devam etmiştir. Erkek çocuklarının göbek bağı genellikle dışarı (cami, türbe avlusu) gömülürken, kız çocuklarınınki “evcil” olmaları murad edilerek eve en yakın yere gömülmüştür.
Ünlü artistin, henüz doğmadan en az kendisi kadar ünlü yaptığı kızının göbek bağının vakumlu paketler içinde ta Harvard’a gönderilmesi ise modern din anlayışının bir göstergesidir. Modern dünyada, dinî ilkeler, seküler bir yaklaşımla manasından kopartılmakta ve böylece hurafeleştirilmektedir.
İkinci olayın ibret noktası ise, kamuoyu araştırmalarında komşu ülkelere göre daha dindar olduğu söylenen Türkiye’de, resmî işlemler uzun olduğu gerekçesiyle, toprağa gömülmesi gereken uzuvların, çöp muamelesine tâbi tutulmasıdır. Kendisinin ya da yakınlarının kesik uzuvlarını çöpe atmakta tereddüt etmeyen bireylerin dindarlığından söz etmek mümkün olabilir mi?
Bu arada merhum Erol Taş’ın, kesik bacağı için yaptırdığı mezarın günlerce haberlere konu edildiğini de hatırlatmakta fayda var.
Paylaş
Tavsiye Et