I.
YAPTIĞI eylem ile dünyanın dört bir yanındaki karikatüriste can suyu olan Iraklı gazeteci Muntazar Zeydi, 2009 yılını bir hapishanede karşıladı.
İşkenceden kırılmış kemikleri ile.
Ne yapmıştı Zeydi? Gazeteci kimliği ile girdiği basın toplantısında ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp Bush’a atmış/fırlatmıştı.
Ayaktaki ayakkabının çıkarılıp saldırgana vurulmaya başlanması güçsüzün, mağdurun; sapkının gücüne karşı durduğu ve her defasında kazandığı yerdir. Eski Türk filmlerinden hatırlayacaksınız, bir kadının ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp nefsi müdafaada bulunması karşısında, sapkın/zorba ancak kaçarak kendini kurtarabilirdi.
Zeydi örneğinde; bir erkeğin ayağından çıkardığı ayakkabı ile yeni bir eylem dilini tanımış oldu bütün dünya. Aynı zamanda erkeğin bir kadın kadar güçsüzleştiğini idrak ettiğinde, güçsüzlüğü üzerinden eyleme durduğu yeri “gördü”, yeni dünyanın yeni düzeni.
Bundan böyle güçsüzlerin dili başlarında değil, fırlatılan ayakkabılarında olacaktı.
Eylemin dili kadar “kahraman”ın karşılanışı da oldukça yeniydi. Kahramanlığı destan olarak değil magazinin kodları üzerinden karşılayacaktık bundan böyle: “Arap genç kızları Zeydi ile evlenmek istiyor.”
Zeydi’nin ayağından ayakkabıyı çıkartıp zorbaya fırlattığı anın, savaşın tam da kazanılmaya başlandığı an olup olmadığını tarihler yazacak. Ama kadının ayağından çıkan ayakkabının, kadının her zaman zaferinin başlangıcı olduğunu “tecrübi” olarak biliyoruz. Mesela Slavoj Zizek, Eski Güney Afrika’daki Apartheid karşıtı gösterilerden biri sırasında beyaz bir polis ile göstericiler arasında yer alan siyah bir kadının “karşılaşma anı”nı anlatır: “Polis siyah kadını kovalarken kadının ayakkabılarından biri ayağından çıkar: Polis “iyi terbiyesi”ne otomatik olarak boyun eğip ayakkabıyı yerden alır ve kadına verir; o anda, birbirlerine bakarlar ve ikisi de durumlarının anlamsızlığının farkına varır. Böyle bir kibarlık jestinden sonra, yani kadına, kayıp ayakkabısını verip tekrar giymesini bekledikten sonra, polisin artık kadını tutuklaması söz konusu değildir.
Ayağından çıkan ayakkabı ile kadın kazanmıştır.
II.
İktidar ve ayakkabı ilişkisi en iyi ifadesini bizim meşhur atasözümüzde bulur : “Dost başa, düşman ayağa bakar.”
Bu bağlamda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile eşi Hayrunnisa Gül’ü “denetleyen” bir vücut dili ile Şeffaf Oda’sında “ağır”layan Güneri Civaoğlu’nun; Cumhurbaşkanı’nın kıyafetini “onay”ladığını “kahverengi süet ayakkabı” üzerinden dile getirmesi oldukça manidardı. Onayın esas makamı ise “kahverengi deri ayakkabı giyilmez, giyilecekse kahverengi süet ayakkabı giyilir diyen” Rahmi Koç’tu. Güneri Civaoğlu’nun, Cumhurun başını “burjuva” denetimine tabi tutmasının ayakkabı üzerinden izini sürdüğümüzde çok katmanlı bir anlam haritası çıkıyor ortaya: Daima gözümüz üzerinizde. Ve daima öncelik sıralamamız ayaklarınız. Başınıza hiç bakmayacağız.
III.
Gazze’de çocuklar İsrail saldırıları altında can verirken Birinci ve İkinci Dünya Savaşı’nın acılarını unutmayacak kadar onurlu olan insanlar, dünyanın dört bir tarafında eyleme durdu. Kalbi olan insanlar meydanları doldurdu. İsveç, tarihinin en büyük gösterisine sahne olurken, Londra’da on binler yürüdü.
İsrail büyükelçiliği ayakkabılardan nasibini aldı. Bazı eylemciler Londra’daki İsrail Büyükelçiliği’ne ayakkabı fırlattı.
IV.
Yeni ayakkabı eylemlerini işten çıkarılan işçilerin çalıştıkları eski mekanlara ayakkabı fırlatmaları üzerinden bekliyordum ki eylem bu defa Çinlilerden geldi.
Çin Başbakanı Ven Jiabao, İngiltere’de 2 Şubat’ta Cambridge Üniversitesi’nde konuşurken, George W. Bush’a yapıldığı gibi ayakkabı saldırısıyla karşılaştı. Ayakkabı, şans eseri Ven Jiabao’nun kürsüsünün bir metre önüne düşerken, “pabuç saldırganı” polislerce karga tulumba dışarıya çıkartıldı.
V.
Zeydi’nin yargılanması tamamlandı. Irak Ceza Kanunu’nun 132. maddesinin 3. fıkrasına göre suçlu bulunduğu belirtildi.
VI.
Mahpusluğuna, zengin Arap babalarının kızlarını ona vermek istemesi şeklindeki destekleriyle(!) dayanan Zeydi, aylarca süren mahpusluktan sonra nihayet 1 Eylül 2009’da özgürlüğüne kavuştu. Zeydi, içeriden dışarıya çıkarken “güçsüzün gücü” olarak ayakkabı eylemi bütün dünyada varlığını korumaya devam ediyordu. En son eylem Türkiye’den geldi.
Birgün gazetesi muhabiri Selçuk Özbek, Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsü’nde konferans veren IMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’a“nike” marka ayakkabısını fırlattı.
IMF Başkanı’nı altı delik kösele bir ayakkabı ile protesto etseydi hikaye başka bir yerden okunacaktı şüphesiz. Hem muhabirin fazlasıyla şehirli ve sosyal demokrat kimliği hem de markalı ayakkabıları, hikayeyi “eylem”den “reklam”a doğru sürükleyiverdi. “Marka çakmaydı, değildi” tartışmalarına, eylemcinin “pop-star” görüntüsü eşlik etti. Eli ayağı düzgün muhabir, dünyanın gidişatına karşı ayakkabısını fırlatan bir “eylem adamı” olarak değil de, pop-star yarışmasını kazanmış “yeni yüz” olarak ağırlandı ekranlarda.
Küreselliğin pençesi aynı anda herkesi kendi oyununa dâhil etmeyi başarmıştı. Bu durumda en çok “hızda rakip tanımayan” ayakkabı markası kazanmış oldu.
Irak’ta Bush’a fırlatılan ayakkabı Mahmutpaşa imalatıydı. Küresel ekonomiyi protesto maksadıyla atılan ayakkabı ise “küresel bir marka”.
Selçuk Özbek’in eyleminden geriye bende o iki köpek kaldı. Evet köpek. İstiklal Caddesi’nde ayakkabılarının tekini çıkarıp ellerindeki sopalara takarak eylem yapan “arkadaşlar”a iki sokak köpeği eşlik ediyordu. Görmediyseniz o fotoğrafı muhakkak bulun. Öyle hüzünlü ve öyle akıllı yürüyorlardı ki!
Paylaş
Tavsiye Et