NATO’NUN kuruluş nedenini ilk Genel Sekreteri Lord Hastings Ismay “Amerika’yı içeride, Rusya’yı dışarıda, Almanya’yı aşağıda tutmak” şeklinde özetlerken aslında kurum içindeki ABD-Avrupa hiyerarşisine dikkat çekiyordu. Avrupa’da, Almanya’yı dizginlerken ABD’yi etkinleştiren ve diğer Avrupalı devletleri edilgen kılan bu proje Avrupa’yı zabturapt altına almak anlamına geliyordu. NATO içinde Fransa’nın başını çektiği Avrupacı ve ABD ile İngiltere’nin desteklediği Atlantikçi iki ayrı kanat vardı. Bu kanatlar arasındaki ayrışma Soğuk Savaş şartlarının geçerliliğinde örgüt içinde tutunabildi.
Fransa, de Gaulle’ün “Avrupa Avrupalılarındır” fikrinden hareketle ABD şemsiyesine olan isteksizliğini her platformda dile getiriyordu. ABD gölgesinde kalmamaya özen gösteren Fransa, 1954’te Atlantikçi bir yaklaşım olan Avrupa Savunma Topluluğu’nu reddetti. Süveyş Krizi’nde ABD’nin müdahalesiyle başarısız olan Fransa Avrupa içi bir güvenlik yapılanmasına gidilmesi için çalışmalara başladı. 1961’de Avrupa merkezli Fouchet Planı’nı önerdi. ABD’nin Avrupa’daki etkisini azaltmayı ve Fransa’nın ağırlığını artırmayı amaçlayan plan gerek ABD, gerekse diğer topluluk üyeleri nezdinde kabul görmemişti. NATO’nun kurucu üyelerinden olan Fransa 1966’da NATO’nun askerî kanadından geri çekildiğini açıkladı. Bu olay NATO içerisindeki Avrupacı-Atlantikçi çizginin mücadelesini daha da netleştirdi.
Fransa dışındaki çoğu Avrupa devleti için yayılmacı Rus tehdidine karşı Soğuk Savaş şartları içinde ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında ekonomik gelişmeleri tamamlamak en önemli öncelikti.
1990 Sonrası ABD ve Avrupalı Üyelerin NATO’ya Yaklaşımı
1990 Londra Konferansı’nda, üzerinde uzlaşmaya varılan “Yeni Stratejik Konsept” (YSK) Kasım 1991 Roma Zirvesi’nde kabul edildi. YSK’da Rusya’nın ve diğer eski Demir Perde ülkelerinin düşman olmadığı ilan edilirken, iyi ilişkiler ve işbirliğinin geliştirilmesi vurgulanıyordu.
Eski Demir Perde ülkelerinin tekrar Rus yörüngesine girmesini engellemek amacıyla Aralık 1991’de Kuzey Atlantik İşbirliği Konseyi (KAİK) kuruldu. KAİK’in kurulması NATO’nun yeni dönemde bölgede üstleneceği misyona da işaret etmekteydi. KAİK ile NATO bölgede siyasî bir misyon üstlenmekteydi. YSK kavramında var olan “Avrupa içindeki stratejik dengenin muhafazası” ifadesi NATO’nun yeni rolüne işaret ederken Avrupalıların örgüte ve ABD’ye neden ihtiyacı olduğunu da belirtiyordu. NATO’nun Avrupa’da belirleyici, dengeleyici ve yönlendirici misyonuna işaret eden bu ifade aynı zamanda örgütün edilgen rolünün sona erdiğini gösteriyordu. 1994’te KAİK’in Barış İçin Ortaklık Projesi’ne dönüşmesi NATO’nun bu yeni misyonunun devreye girmesiyle alakalıydı.
ABD, 1990 sonrası dönemde NATO’yu Atlantik ötesi etkinliğinin en önemli aracı olarak görüyor ve buna bağlı olarak örgütün yeniden yapılandırılıp uluslararası alanda mevcut düzenin korunması için garantör durumuna gelmesini istiyordu. ABD’li uluslararası ilişkiler uzmanları, Washington’un örgütü, küresel istikrarı sağlayan bir araç olarak gördüğünü belirtirken ona biçilen misyonun “dünya jandarmalığı” veya “küresel polis” anlamına gelmeyeceği konusunda uluslararası kamuoyunu ikna etme çabasına giriştiler. Washington’un NATO’ya biçilen misyonun Avrupa’nın ekonomik ve siyasi olarak yararına olduğunu sık sık vurgulaması ABD’nin Avrupa’ya mesajı olarak okunmalıdır.
Bu dönemde Almanya ve takipçisi kıta Avrupası ülkeleri hiçbir siyasi yükümlülüğü olmayan, AB’nin hareket alanını daraltmayan bir NATO istemekteydiler. Merkez ve Doğu Avrupa’da Sovyetlerin boşalttığı alana temerküz etmek isteyen Almanya’nın diğer ülkeleri endişelendirmemesi için NATO’ya ihtiyacı vardı. Bölgenin yükselen gücü Almanya’nın güvenlik çıkarları Avrupa’nın etkinliğinin arttığı bir NATO ile örtüşmekteydi.
İngiltere, Almanya’yı uysal tutacak, dizginleyecek bir araç olarak gördüğü NATO’da Avrupa-Amerika dengesine dikkat ederken, Trans-Atlantik bağın kuvvetlendirilmesi taraftarı olarak pratikte tercihini ABD’den yana kullanıyordu.
Avrupa Güvenlik Mimarisinde NATO
1990’lar boyunca Avrupa güvenlik mimarisi iki temel görüş etrafında şekillendi. İlk olarak ABD’nin Avrupa’dan çekilmesi ve zamanla NATO’nun yetersiz kalması ihtimaline karşı bağımsız bir Avrupa gücü oluşturulması öngörülüyordu. Fransa’nın öncülüğünü yaptığı bu görüş “Avrupa Avrupalılarındır” söylemini hatırlatacak şekilde, “Avrupa’nın ekonomik gücü ile orantılı askerî ve siyasî gücü olmalı” fikrine dayanıyordu. Buna karşılık İngiltere, Avrupa’da güvenliğin NATO’dan, dolayısıyla da ABD’den bağımsız olarak sağlanamayacağını savunuyordu. Bağımsız bir Avrupa gücünün ABD’nin kıtadan çekilmesinin önünü açacağını belirten İngiltere bu durumun da kıtadaki stratejik dengeyi bozacağına vurgu yapmaktaydı.
ABD, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ile Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimliği’nin gelişmesine, NATO’nun Avrupa’daki merkezî rolüne zarar vermemesi kaydıyla karşı çıkmamaktaydı. Fransa, ABD’den olabildiğince bağımsız güçlü bir Avrupa savunma kimliği geliştirilmesini isterken, NATO’ya da görev yüklemekteydi. İngiltere, güçlü bir NATO ve daha ılımlı bir AGSK taraftarıydı. Geçmişinin peşini bırakmadığı Almanya ise zorunlu olarak, deyim yerindeyse hem Atlantikçi, hem de Avrupacıydı. Gerek komşularının, gerekse ABD’nin birleşik kuvvetli Almanya’dan duydukları kaygıları en aza indirgemek Almanya’yı böyle bir ikili strateji izlemeye sevk ediyordu. Bu nedenle Almanya, bir taraftan Fransa’nın sözcülüğünü yaptığı Avrupa’ya özgü askerî savunma kimliği ile siyasi birliğin derinleştirilerek güçlendirilmesi fikrine destek verirken, diğer taraftan kıtadaki stratejik dengenin muhafazasına atıfla, ABD öncülüğündeki NATO’nun Avrupa’daki merkezi rolünün devam etmesine destek vermekteydi.
Çoğu Avrupalı devlet için NATO, Almanya’yı dizginleyecek bir araç olarak görülüyordu. Soğuk Savaş boyunca Almanya’yı NATO vasıtasıyla “aşağıda” tutmayı başaran Avrupalı diğer güçler, 1990 sonrası dönemde NATO’nun yeni stratejik konseptinde belirtilen “Avrupa içi stratejik dengenin muhafazası” için karşılarına çıkan her fırsatta Almanya’ya mesaj gönderiyordu. Aralarında bir zamanlar Nazi işgaline uğramış Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Macaristan ve Polonya’nın bulunduğu Avrupa ülkelerinin AB’ye danışmadan Amerika’nın Irak’ı işgaline verdikleri destek bunun en açık göstergesidir. ABD’nin Avrupa’da, özellikle de Almanya’da bulunmasının en önemli dayanak noktası ise hiç şüphesiz NATO’dur.
1990’lı yıllar boyunca NATO’ya üye Avrupa devletlerinin ve ABD’-nin bakış açısı böyle iken, Balkanlar’daki gelişmeler Fransa’yı NATO’ya daha da yakınlaştırdı. Bosna’da yaşanan trajediye müdahale etmede yetersiz kalan AB, askerî bir gücü olmadan uluslararası siyasetteki ağırlığının bildiri yayımlamaktan öteye geçemeyeceğini anladı. Bu sürecin faturasını da Bosna ödedi. Bosna’da yaşananlar İngiltere’yi, Fransa’nın savunduğu Avrupa güvenlik ve savunma kimliği fikrine destek vermeye zorlarken, Almanya’yı da AB içinde derinleşmeyi ifade eden ortak bir dış politika ve güvenlik politikası için daha fazla çaba harcamaya itti. ABD ise Balkanlar’daki olaylar sebebiyle Avrupa’da kendisi olmadan güvenliğin sağlanamayacağını gösterdi. Böylece, NATO’nun 1994 Brüksel Zirvesi ile NATO içinde Avrupa güvenlik ve savunma kimliğinin oluşmasının yolu açılıyordu.
Paylaş
Tavsiye Et