KÜRESEL imparatorluk kurma hevesindeki ABD’nin Doğu Akdeniz’e yönelik politikalarını şekillendiren ana unsurlar doğrudan Orta Doğu ile ilgilidir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD, küresel güç rekabetinin merkezinde yer alan bölgeyi konjonktür gereği “Büyük Orta Doğu” olarak yeniden tanımlarken, bölgeye yönelik politikalarını da şekillendirmeye başladı. ABD’nin Doğu Akdeniz stratejisi de bu yeni tanımlamayla paralellik gösterecek şekilde yeniden yapılandırıldı. Bu strateji doğal olarak 1990 sonrasında küresel güç olma iddiasıyla uluslararası arenaya çıkmaya başlayan Avrupa Birliği’nin çıkar alanı olarak tanımladığı bölgeleri kapsıyor ve özellikle AB’nin Kasım 1995’te somutlaştırdığı Avrupa-Akdeniz Ortaklığı Projesi ile çakışıyor. Gerek AB’nin, gerekse ABD’nin söylem bazında bir farkları yok; ancak uygulanması düşünülen yöntem ve araçlarda bir farklılaşma söz konusu. Bu stratejilerin araçları söylem bazında demokrasi ve kadın hakları özelinde insan hakları iken, kurumsal bazda NATO ve AB-Akdeniz Ortaklığı oldu.
“Büyük Orta Doğu” coğrafyası içinde Doğu Akdeniz’e önem kazandıran temel neden, Hazar havzası ve Orta Asya petrollerinin Bakü-Ceyhan boru hattı ile Doğu Akdeniz’e aktarılacağı öngörüsü. Bunun yanı sıra Musul ve Suudi Arabistan petrollerinin de Doğu Akdeniz’e yöneldiği düşünülürse, bu bölgenin enerji hatları açısından taşıyacağı merkezî konumun gelecekte küresel rekabetin en temel parametrelerinden biri olacağı açık.
Özellikle Batı’daki siyasal ve ekonomik istikrarın devamı için elzem olan enerji kaynaklarının Batı’ya ve dünya pazarlarına aktarımını kontrol altında tutmak, ABD’nin bölgeye yönelik politikalarını şekillendiriyor. İslam dininin birleştirici unsur olduğu bu jeoekonomik bütünlüğün Batı pazarlarına en ucuz ve güvenli yoldan aktarımı, coğrafî konumu gereği Doğu Akdeniz üzerinden gerçekleşiyor. Avrupa’da tüketilen yağ ve petrolün %70’i Akdeniz yoluyla Orta Doğu’dan geldiği için ekonomik çıkarlar ve enerji güvenliği hayatî önem taşıyor.
ABD’nin Doğu Akdeniz Stratejisi, karşısına küresel güç olarak çıkmaya çalışan AB’yi kontrol etmenin ve dizginlemenin bir aracı aynı zamanda. Bu nedenle ABD’nin Doğu Akdeniz’e bakışını şekillendiren olaylar doğrudan Orta Doğu ile ilişkilidir. Orta Doğu deyince ilk akla gelen ise kuşkusuz Filistin-İsrail sorunudur. Bölgedeki her türlü istikrarsızlıkla mutlaka ilişkilendirilen bu sorun adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulmadan ne Doğu Akdeniz’e, ne de Orta Doğu’ya istikrar gelebilir. Genelde Orta Doğu, özelde Doğu Akdeniz’e barış ve istikrarın gelmesinin önünde tek bir engel kalmıştır: Filistin Sorunu. İsrail’in özellikle 11 Eylül sonrası dönemdeki politikaları ile iyice çıkmaza giren Filistin sorunu BM kararları çerçevesinde bir çözüme kavuşturulamazsa, küresel barış ve istikrarın sağlanması zor. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde İsrail’in şiddet politikalarına koşulsuz destek veren ABD yönetiminin tavrı Orta Doğu’da barışın önündeki ciddi bir engel olarak durmaktadır.
ABD’nin Doğu Akdeniz stratejisinin önemli bir bölümünü oluşturan BOP, 8-11 Haziran 2004’te yapılan G-8 toplantısında Genişletilmiş Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi’ne dönüştü. GOKAP ile bölgeye demokrasi ihraç etmeyi amaçlayan ABD, Filistin sorununda adil bir barıştan yana tavır almazsa bu projenin başarıya ulaşması zordur.
BOP’tan GOKAP’a geçiş, bölgedeki ABD-AB rekabetinin, projenin yeniden tanımlanmasına yol açtığının göstergesi. Bu değişiklik, AB’nin arka bahçesi olarak gördüğü Kuzey Afrika’da etkinliği ABD’ye bırakmak istemediğinin de bir göstergesi olarak okunmalıdır.
ABD-AB Ayrışması
11 Eylül sonrası dönemde ABD’nin bölge ülkelerine artan ilgisi ve baskısı karşısında harekete geçen AB, Mart 2003’te açıkladığı ve Haziran 2003’te Selanik Zirvesi’nde kabul ettiği “Geniş Avrupa-Yeni Komşuluk Stratejisi” ile çevresinden gelebilecek muhtemel tehdit ve riskleri Avrupa içine taşımadan çözmeyi hedefliyor. Uygulama aşamasında daha çok ekonomik, siyasî ve diplomatik araçları önceleyen AB ile askerî araçları önceleyen ABD arasında kullanılan araçlarda bir farklılaşma olduğu hemen göze çarpıyor.
1995’te somutlaşan Barselona sürecinde alınan kararların revize edilerek günün şartlarına uydurulduğu izlenimi veren AB’nin “Geniş Avrupa-Yeni Komşuluk Stratejisi” söz konusu ülkelere (Kuzey Afrika ülkeleri, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya ve Moldova) tam üyelik dışında hemen hemen her şeyi vadediyor. AB’nin bu girişimi, ekonomik ve siyasî istikrarı öncelerken güvenlik boyutunun yetersiz olduğunu gösteriyor. Bu açığı kapatmak görevi de tabii ki NATO üzerinden ABD’ye düşüyor. Barselona süreci görüşmelerinin somutlaşmaya başladığı 1994 yılında NATO, “Akdeniz Diyalogu” adı altında -Cezayir, Mısır, İsrail, Ürdün, Moritanya, Fas ve Tunus’la- düzenli, ikili siyasi tartışmalar forumu oluşturdu; fakat bu toplantılar ABD’nin Filistin-İsrail sorununu tartışmak istememesi nedeniyle sorunlu geçiyor. 1994’te Fas ve İsrail’e, ertesi yıl da Mısır’a NATO Parlamenter Asamblesi’nde gözlemci statüsü verilmesi NATO’nun gelecekte bölgede etkin rol almak istediğini gösteriyor. Yine bu çerçevede İsrail’e Barış İçin Ortaklık Projesi’nin teklif edilmesi, ABD’nin Doğu Akdeniz’de daha aktif olmak isteyişi şeklinde yorumlandı.
AB-ABD Sınırı Kıbrıs’tan Geçiyor
Kıbrıs Rum Devletinin tüm Kıbrıs adası adına AB’ye girişi, Annan Planı’nın Nisan’da Rumlarca reddedilmesi ile birlikte akamete uğradı. Böylece Kıbrıs’ta kuzey ve güneyi ayıran Yeşil Hat, AB’nin Genişlemeden Sorumlu Üyesi Günter Verheugen’in deyimiyle AB’nin sınırı oldu. Bu sınır, Türkiye, AB’ye tam üye oluncaya kadar aynı zamanda AB-ABD sınırı olarak da okunmalıdır. Kıbrıs coğrafî konumu gereği, Orta Doğu’nun Avrupa’ya açılan kapısıdır. AB’nin, Orta Doğu’ya yönelik girişimlerinin başarıya ulaşması, Türkiye’nin de projelere dahil edilmesiyle mümkün olacaktır.
Kıbrıs’ın coğrafî konumu yanında ABD açısından diğer bir önemi de, 50 yıldır adanın güneyindeki Trodos Dağları’nda Amerikan ECHELON dinleme üssünün bulunmasıdır. Bu üs sayesinde ABD, Orta Doğu, Orta Asya ve Kafkaslar’ı izlemekte; elektronik ve radyo sinyallerini taramakta; askerî, ticarî ve diplomatik iletişimi takip etmektedir.
ABD’nin Doğu Akdeniz Stratejisi, GOKAP’ın en önemli parçasını oluşturuyor. Amerika, AB’nin girişimlerini, kendi inisiyatiflerinin tamamlayıcısı olması yönünde zorlamaktadır. Bunun için BM’den NATO’ya, elindeki tüm araçları etkili ve aktif bir şekilde kullanmaya çalışmaktadır. Fakat şu bir gerçek ki; küresel imparatorluk hayaline kapılan ABD’nin bölgenin istikrarsızlık kaynağını kurutmadan girişeceği her türlü inisiyatif uzun süreli olmayacaktır. Doğu Akdeniz’de barışın anahtarı, Filistin’de adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözümün bulunmasıdır.
Paylaş
Tavsiye Et