Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Toplum
Hakikate götüren yollar
Kemal Sayar

ŞİİRİMİZİN büyük ustası Yahya Kemal, “İnsan bu âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar” demişti. İnsanoğlu, geleceği hakkında düşünebilen tek varlık. Başka hiçbir canlının yapamayacağı bu sıradan eylem, insan oluşumuzun tanımlayıcı öğelerinden biri. İnsan beyninin en karmaşık makinelerin bile elde edemeyeceği başarısı, bilinçli deneyim. İnsan, gerçeklik dünyasında var olmayan şeyleri ve süreçleri hayal edebilir. Geleceği düşünmemizi olanaklı kılan da bu beceridir zaten. Ancak hayal etme becerimiz, kusur ve eksikliklerle malul. Bunu anlamak için, geçmişi görmemizi sağlayan hafıza becerimizin ve şimdiyi görmemizi sağlayan algı yeteneğimizin eksikliklerini anlamak gerekiyor.
Deneyimlerimiz belleğe yüklenirken tümüyle değil, belli başlı unsurlara indirgenerek depolanır. Beynimiz geçmiş deneyimlerimizi gerçekte olduğu gibi hatırlamaz, onları yeniden dokur. Dolayısıyla da olaydan sonra edinilen bilgiler olayın hatırlanışını değiştirir. Bugün, geçmişe nüfuz eder. Hatırlama eylemi gerçekte depolanmamış olan ayrıntıları tamamlamayı içerir. Tamamlama o kadar çabuk ve bilinçdışı gerçekleşen bir süreçtir ki, bunu ne zaman yaptığımızın farkına bile varamayız.
Bu güçlü ve fark edilemeyen tamamlama özelliği, şimdiyi algılayışımızı da etkiler. Görsel algı esnasında beyin, kör noktaya düşen cisimleri göremez; ama tamamlama özelliği sayesinde gerçekte görmediklerinin yarattığı boşluğu, gördüğü diğer şeyler bağlamında doldurur. Bu “eksik olanı en iyi tahminle tamamlama özelliği” sadece görsel algıya özgü değildir üstelik. Algımız gerçeğin olduğu gibi bir kopyası değildir. Beynimiz duyu organlarından gelen uyarıyı işler. Algılar birer portre gibidir; fotoğraf değil. Çizilen şeyin gerçekliği kadar, çizen ressamın niteliğinden de etkilenir. İki kişi aynı nesneye bakar ama farklı şeyler görürler.
Örneğin, çocuklar nesneyi algılayış biçimlerinin, nesnenin gerçek özelliği olduğunu sanırlar. Dolayısıyla da herkes o nesneyi onun gördüğü gibi görmelidir. Dünyadaki şey ile zihindeki şeyin aynı olduğunu düşünürler. Tabii olgunlaştıkça, algının aslında tümüyle bakış açısına ilişkin bir durum olduğunu anlarlar. Dünyayı kendi gördükleri biçimde görmeyen farklı düşüncelere sahip insanları, hainlik ve sapkınlıkla suçlayan kişiler, düşünce olgunluğu bakımından çocukluk evresinde takılıp kalmışlar olsa gerektir.
Gerçeklikle ilgili öznel deneyimimizi otomatik olarak gerçekliğin doğru bir temsili olarak kabul ederiz. Beynimiz dış gerçekliğin kendi yapabileceği en iyi yorumunu sunar bize. Ve bu yorumlar sıklıkla o kadar iyidir, dünyanın gerçekte olduğu biçime o kadar benzemektedir ki, gördüğümüzün gerçek değil, bir yorum olduğunu fark etmeyiz.
Bellek ve algılarımızın mutlak gerçekliği yansıttığını düşünmekle yaptığımız hatayı, geleceğimizi hayal ederken de yapmaktayız. Geleceği hayal ederken, zihin, gözümüzün kör noktasıymış gibi davranıyoruz ve bu eğilim de duygusal sonuçlarını tartmaya çalıştığımız gelecek olayları yanlış hayal etmemize neden oluyor. Sorun, hayallerimize düşünmeden, gerçeklerin doğru bir temsiliymiş gibi yaklaşıyor olmamızda. Beynimizin tamamlama hilesini kullandığını fark ediyor olsak da, elimizde olmadan geleceğin bizim hayal ettiğimiz biçimde tüm detaylarıyla gerçekleşeceğini umuyoruz.
Hayal, üstad Yahya Kemal için “temdid-i ömür” kaynağıydı; ömrü uzatan bir şeydi. Bugünün beyin araştırmaları, geleceği hayal etmenin haz verici olduğunu teslim ediyor; ancak bunun biraz da vuku bulacak olayları kontrol etme arzusundan kaynaklandığını söylüyor. Dahası ne gelecek tahayyülümüz, ne geçmişi hatırlayışımız, ne de şimdi algımız bize gerçekliğin eksiksiz ve kusursuz bir resmini veriyor. Bilinç her yere görünmez imzasını bırakıyor ve yaşanan şeyleri farklılaştırıyor. Eskiler hakikate götüren yolların ruhların sayısınca çok olduğunu söylerken nasıl da haklılarmış! Amak-ı Hayal’in hayalin derinliklerinde dolaşan Raci’si gibi, hayale açılan sokaklar bizi şaşırtıyor.
Gerçeklik dediğimiz şeyin özü bellektir. Maupassant’ın dediği gibi: “Gözlerimizi yalnız ve yalnız, bizden önceki insanların baktığımız nesne hakkında düşündüklerinin hatırasıyla kullanmaya alışığızdır.” Sıkı cümle değil mi? Biraz nefes alalım. Bir şeyin var olduğunu, bu dünya üzerinde hüküm sürdüğünü size düşündüren şey nedir? Sadece belleğiniz; başka hiçbir şey değil. Nesneleri, insanları, sözleri belleğim sayesinde hayalimde canlandırabilirim. Galaksilerin gerçekliği ve dostlarımın gerçekliği, hepsi zihnimin odalarında. Herhangi bir verili saniyede bildiğim herhangi bir gerçeklik, belleğimde asılı bir hayaletten başkası değil.
Psikoloji deneyleri insanların toplumsal telkinlere ne kadar yatkın olduğunu gösteriyor. Algı deneylerinde kimi denekler bazen farklı düşünseler bile topluluğun genel eğilimine katılmayı yeğleyebiliyorlar. Grup içinde kararlı bir ses, onların düşüncesini değiştirebiliyor. O yüzden kimileri “gerçeklik paylaşılmış bir varsanıdır” derler. Bir şeyleri işitir veya görürken kulaklarımızda geçmişin “sessiz sesleri”nin fısıltısını duyarız. Bu seslerin kimi çocukluk otorite ve kahramanlarından, kimi aileden, kimi arkadaşlardan gelir. Kimileri de toprağın altından... Gerçekliği bazen de bu diyardan çoktan göçüp gitmiş olan atalarımızın bıraktığı mirasın penceresinden görürüz. Mesela cinsiyetlere bakışımız, büyük oranda, üzerinde yaşadığımız toprakların kültürel belleğinden etkilenir.
Dil de gerçekliği bize gösteren bir şeydir. Dil bir yandan ortak kelime dağarını paylaştığımız insanların fikirlerini yoğunlaştırır; öte yandan, bizden önceki nesillerin algılarını derleyip toparlar. Kullandığımız her kelime, içinde önceki nesillerin ümit, değer, beklenti ve inançlarını taşır. Onların tecrübesiyle hayat bulur. Kuzey Sibirya’da bazı kabilelerde renk mefhumu fazla gelişmemiştir. Renkleri ayırmakta zorlanabilirler, ancak Ren geyiğinin yirmi dört ayrı tarzda saklandığını bilirler. Tazmanya halkı, dört bin yıl boyunca ne zaman bir kıtlık yaşansa, açlıktan kırılmıştır. Üstelik adaları zengin balık çeşitleriyle dolu bir denizle çevrili olmasına rağmen. Sorun şu ki o kültürde balık yiyecek olarak tanımlanmamaktadır.
Herkes kendi gerçekliğini inşa ediyor. Aynı olaya bakıyor, ayrı şeyleri görüyoruz. Gerçeklik herkesin kendi belleğinden süzerek kurduğu, inşa ettiği bir şey. Beklenti ve inançlarımızla, bizden sadır olmasının daha doğru olacağını düşündüğümüz kelimelerle, belleğimizle ve hayallerimizle kurduğumuz bir şey gerçeklik. Birbirine bakan aynalar gibi, gerçek nerede başlıyor, görüntü nerede bitiyor ayırmak zor. “Burada olmak” diyor Don DeLillo, “bir tür manevi teslimiyettir. Geçmişte burada olan ve gelecekte burada olacak olan binlercesinin gördüğünü görürüz. Kolektif bir algının parçası olmayı kabul etmişizdir.”

 

 


Paylaş Tavsiye Et