I.
3 KASIM seçimlerinden sonra ‘gidişat’ belirlemeye çalışanlar, bu amaçla özel hayatın her teferruatını değerlendirdiler. TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın annesinin başı açık fotoğrafı bile “gidişat belirleyici” ipucu olarak değerlendirilmekte gecikmedi. Bülent Arınç’ın çocukluğunda annesi ile beraber çekilmiş fotoğrafı ile günümüzde eşiyle birlikte çekilmiş fotoğrafı bir mukayeseye tabi tutularak, nereden nereye yollu bir hayıflanma frekansı içine girildi. Hayıflananlar için durumu bu kadar vahim yapan husus, yıllar önce fotoğraf makinesine başı açık cumhuriyet kadını olarak poz vermiş anne görüntüsünün yerine, genç gelinin “toplumu geriye götürmeye niyet etmiş ideoloji”nin sembolü ‘türban’lı fotoğrafıydı.
Hayıflanma frekansında kalem oynatan yazılar, Aguste Comte’un pozitivist felsefesiyle aşağı yukarı aynı yıllarda doğmuş olan fotoğraf makinesinin karşısında Müslüman Türk insanının ne kadar tedirgin ve kendinden başka birisi olarak “poz vermeye” zorlandığı bilgisinden çok uzak. John Berger, 1839’da kamera icat edildiğinde, Comte’un pozitivist felsefesini bitirmek üzere olduğuna dikkat çekerek, pozitivizmin kamera ile birlikte büyüdüğünü söyler.
Kameranın, pozitivist bakış açısını içselleştirmeye yarayan bir alet olduğunu, kamera ile karşılaşan Osmanlı Müslümanları anlamış mıdır? Sûret yasağına riayet edenler, makinenin çıkardığı sûretlere kendi bedenlerini alet etmemek üzere tavır gösterse de, Batılı hayat tarzını savunanlar sûretlerini kağıt üzerine düşürmekte pek sakınca görmemişlerdir. I. Meşrutiyet’ten önce Beyoğlu’nda açılan ilk fotoğrafçı dükkanlarının müdavimleri Levantenler ve Saray çevresidir. Sokaktaki insanın fotoğraf dükkanlarına gitmeye başladığı tarih ise 1880’dir.
“Eski İstanbul’da Hayat” adlı eserinde Dorina Neave, İslâm dini insanın resmedilmesini yasakladığı halde, Müslüman kadınların kolaylıkla fotoğraf çektirdiklerinden bahseder: “Çocuklarını fotoğrafçıya götürebildiklerinden, onları tutmak zorundaymış gibi yapıyorlar fotoğrafta ve kendileri de çıkmışlarsa hiçbir şekilde suçlanmıyorlardı.” Şehzadelerin resmi çektirilip kartpostal olarak basılınca, halk da doğrudan çocukların resminin çıkarılmasının sakıncalı olmadığı mesajını almış olmalı.
Sokaklarda, tesettüre riayet eden kıyafetler giyme mecburiyetinin olduğu yıllarda, Osmanlı kadınlarının saçlarını aşikâr kıldıkları fotoğrafları görmek şaşırtıcı. İlk fotoğrafçıların gayri Müslimler olduğu hatırlandığında sokaklarda çarşaf ve ferace içinde dolaşmak zorunda olan kadınların fotoğrafçı karşısında örtülerini çıkartarak poz vermelerini anlayabilmek için, özel alanda mahremiyete dikkat edip etmediklerinin bilinmesine ihtiyaç var. Kadınlar tarafından kaleme alınmış hatıratlara bakıldığında, Cumhuriyetin kıyafet inkılâbından önce üst sınıfa mensup kadınların konak içinde erkeklere yüz ve baş açık olarak çıkabildikleri görülmektedir. Naciye Neyyal, hatıratında, ikisi de İttihat Terakki’nin kadın üyesi olan Emine Seniye ve Emine Semiye hanımlarla ilgili olarak şu bilgiyi verir:
“Seniye Hanım ile ben, Kazım Bey’den kaçmaz lâkin Küşat Bey’in bulunduğu toplantılarda başımızı örterdik. Emine Semiye Hanımefendi de, bizimle yeniden ahbaplığa başladıktan beri Tevfik Bey’in yanına başı açık olarak çıkıyorsa da Küşat Bey geldiği zaman başörtüsünü takardı.”
Evlerinin salonunda, “aynı ailedenmiş gibi” kadın erkek bir arada bulunmalarına rağmen; aynı yere giden eşlerin aynı araba içinde seyahat edememesi, ayrı arabalara binerek varılacak yere ulaşılması, Tanzimat sonrası ikili hayatın çelişkilerini yansıtan uç bir örnektir.
Evinin salonunda, “nikah düşen erkeklere” başı açık çıkan kadınlar, ihtimal çarşaflarıyla girdikleri fotoğrafhanede gayri Müslim fotoğrafçıya baş açık olarak poz vermekte bir sakınca görmemişlerdir.
Fotoğraf, Batılı hayat tarzına uygun bir adap ile gelmiş olup nerelerde, nasıl kullanılacağı adab-ı muaşeret kitaplarının olmazsa olmaz konuları arasında yer almıştır.
II.
Eski fotoğraflar gözden geçirilip, verilen pozlar üzerinde durulduğunda vücut dili açısından önemli bulgular elde etmek mümkün. Bu pozlarda modern zihniyet ile geleneksel zihniyetin sahip olduğu farklılıkları yakalamak, bir devrin analizi bakımından son derece önemli. İlerlemeci zihniyeti içselleştirenler, yani üst kimlik olarak “modern/alafranga” olmayı tercih edenler, makine karşısında ellerini ayaklarını ön plana çıkaran, oturma biçimini “iktidar sahibi” biri olarak belirginleştiren pozlar vermişlerdir. Bu pozlar, fotoğraf makinesini Türkiye’ye ilk getiren gayri Müslim fotoğrafçılara aittir. Fotoğrafçılar, makine karşısında nasıl poz vermesi gerektiğini uygulamalı olarak göstermekte, hanımların başlarını açmalarını istemekte; fotoğraf çektirerek gençliğini ve güzelliğini muhafaza altında tutmayı hedefleyen kadınlar, fotoğrafçının emirlerine bir an için uymakta bir sakınca görmemektedirler.
Alafranga kadınların dönemin bir artistinden mülhem pozları ne kadar yumuşak, mutlu ve romantik bir görüntüyü ortaya koymakta ise; mecburi olarak resim çektirmiş “alaturka kadınların” makine ile kavga eder gibi sert bakışları, ya da olabildiğince saklanan duruşları bir o kadar huzursuzdur.
Fotoğrafları elimize ulaşmış olan kadınlar üst sınıfa ait kadınlardır. Ya hânedanın bir ferdi olan bir hanım sultandır ya da edebî kamuda varlık bulmuş bir kadın yazar veya şâire.
Verilen pozlar kişilerin kimlikleri hakkında önemli ipuçları sunar. Başını örttükten sonra yani tesettüre riayet etmek kaydıyla, alafranga ya da alaturka giyinmekte bir sakınca olmadığını savunan Fatma Aliye Hanım’ın, göğsünde II. Abdülhamit tarafından verilmiş nişan ile başı açık olarak verdiği poz, onun ciddiyeti hakkında önemli ipuçları barındırır. Ne var ki, silik olarak çekilmiş çarşaflı fotoğraflarından ziyade, topuzlu saçıyla, Mecelle’nin müellifi Ahmet Cevdet Paşa’nın henüz beş yaşında iken Kuran hatim etmiş büyük kızı olarak görmek şaşırtıcıdır. Aynı Fatma Aliye’yi ön tekerleği küçük, arka tekerleği büyük bir bisikletin üzerindeki pozu ile görürüz. Bisiklet üzerindeki duruşu yine de ciddidir.
Oysa çağdaşı ve yakın arkadaşı Şâir Nigâr Hanım, koltuğuna uzanmış yatarken ya da bahçede otururken verdiği pozlarda şiirindeki romantik sese paralel bir duruş sergiler.
Cumhuriyetin kentli aileleri için, fotoğraf çektirmek ve yaşanılan “önemli anları” kayıt altında bulundurmak modernliğin olmazsa olmaz şartları arasında yer alır. Albümler aile tarihinin yaşandığı ve yazıldığı yerlerdir.
Bülent Arınç Bey’in annesinin kuşağındaki muhafazakâr kadınlar ya fotoğraf çektirmemeyi tercih ettiler ya da fotoğraf çektirdikleri zaman gençliklerini muhafaza edecekleri poz için birkaç saniyeliğine makinenin emirlerine itaat ettiler. Ama çoğunluk, resmî bir zorunluluk olmadıkça arkalarında hiçbir iz bırakmamak üzere, sûretlerini kağıt üzerine düşürmeden yaşayıp gitti.
Paylaş
Tavsiye Et