Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dünya Siyaset
Kıbrıslı Rumlar arasında muhalefet
Muzaffer Şenel
24 NİSAN 2004 referandumu ile beraber Kıbrıslı Rumlar arasında görece bir ayrışmanın başladığından söz edilebilir. Fakat bunun Kıbrıslı Türkler arasındaki kadar net ve sınırları belirli bir ayrışma olmadığının altını çizmek gerekiyor. Kıbrıslı Türkler arasındaki, tecrit üzerinde odaklanmış görüş ayrılığını Rumlar arasında bulmak oldukça güç. Ancak her türlü diyaloga kapalı, uzlaşmaz tutum sergileyen Kıbrıslı Rumların lideri Tasos Papadopulos’a karşı Rumlar arasında da bir muhalefetin oluşmaya başladığı görülüyor. Bunun başını ise, muhalefetteki Demokratik Seferberlik Partisi (DİSİ) çekiyor.
BM’den gelen her türlü girişime sert tepki veren Papadopulos’a karşı özellikle muhalefetteki DİSİ’nin önderlik ettiği diyalog cephesi arasında KKTC ve Türkiye’ye bakış konusunda ciddi görüş ayrılıklarından söz etmek şimdilik imkansız. Ayrışmayı körükleyen temel etken, çözümün önündeki en büyük engel oldukları 24 Nisan’da uluslararası kamuoyu önünde tescillenen Rumların gittikçe köşeye sıkıştıklarını fark etmeleri. Açmaza doğru yol aldıklarını fark ettikleri ölçüde görüş ayrılıklarının derinleşeceği söylenebilir. Bununla beraber, 24 Nisan referandumunda Annan Planı’na ‘evet’ diyen Ana Muhalefet Partisi DİSİ ile siyasî iktidar arasındaki görüş farklılıklarının hangi konularda olduğunu tespit etmek oldukça güç. Fakat Türkiye’nin çözüm çağrılarına kulak tıkayan Papadopulos’a nazaran DİSİ lideri Nikos Anastasiadis’in en azından diyaloga açık birisi olması Kıbrıs’ta nihaî anlaşma için bir şans. Yine de bu, Anastasiadis’in Papadopulos’la, en azından bazı konularda, aynı görüşleri paylaşmadığı anlamına gelmiyor. Örneğin, Ankara ziyaretinde KKTC’ye yönelik tecridin kaldırılmaması gerektiği yönündeki beyanatları bunun en açık göstergesi. Bu nedenle Rumlar arasında Kıbrıslı Türklere karşı uygulanan uluslararası ambargonun ve tecridin kaldırılması gerektiğini söyleyen bir lidere rastlamak şimdilik zor gözüküyor. KKTC ve Türkiye ile diyalog kurularak bir çözüme ulaşılabileceğini savunan Anastasiadis’in Rumlar arasında tartışma başlattığı da bir gerçek ve Papadopulos, muhalefet liderinin diyalog söyleminden oldukça rahatsız. Zaten DİSİ liderinin Ankara’yı ziyaret etmesini oldukça soğuk karşılayarak, Anastasiadis’in Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül ile görüşmesinin Rum ulusal çıkarlarına aykırı olduğunu ilan etti. Ayrıca DİSİ’yi Rum yönetiminin altını oymakla suçlayan Papadopulos, 15 Şubat’ta Marunilerin Ay Marona yortusu nedeniyle yaptığı konuşmada hem içerideki muhaliflere, hem de ABD’ye yönelik ciddi eleştirilerde bulundu: “Mümkün olduğunca erken bir zamanda çözüm istediğimiz konusundaki samimiyetimize içte sürekli kuşku ile bakılıyor ve bu şekilde altımız oyuluyor. Bu zararlı iddialar dışa da yansıyor ve muhataplarımızı erken çözüm istediğim yönünde ikna etmek konusunda ek külfet altına giriyorum.” ABD ticarî heyetinin KKTC’yi ziyaret etmesi ise, Rum lidere göre bir rezalet. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın “Kıbrıs’ın AB üyeliği öncesinde birleştirilmemesi kötü bir sonuçtu” açıklaması Papadopulos’un giderek köşeye sıkışmaya başladığının bir göstergesi. Hatta, Kıbrıs adasının bir bütün olarak AB egemenliğine girmesinin uzun vadede ABD’nin Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’deki çıkarları açısından olumsuz olacağını düşünen Amerikan yönetiminin giderek Türk tezlerine yakın durmaya başladığı söylenebilir. Zira Doğu Akdeniz’de Amerikan stratejileri ve çıkarları, Türkiye’ninkilerle örtüşmeye başlıyor. Türkiye’nin Kıbrıs sorununu daima BM çerçevesinde tutmaya çalıştığı göz önünde bulundurulduğunda, Annan Planı’nın da bu örtüşmenin bir göstergesi olduğu görülecektir. Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan’ın 2004 yılı Aralık ayı sonunda yaptığı Rusya gezisinde Putin’in Kıbrıs konusunda Türkiye’ye sıcak mesajlar göndermesi Amerikalıları harekete geçirdi. Dışişleri Bakanı Rice’ın Şubat’ın ilk günlerinde başlayan ilk dış gezisinde Ankara’yı ziyaret etmesinin ardından, uzun zamandır dillendirilen fakat bir türlü gerçekleşmeyen ABD ticaret heyetinin KKTC’yi ziyareti 20 Şubat seçimleri öncesinde gerçekleşti. Seçime saatler kala yapılan bu ziyaret, aynı zamanda 24 Nisan referandumunda Kıbrıslı Türklere ‘evet’ çağrısı yapan Mehmet Ali Talat’ın başkanlığındaki CTP-BG’ye açık bir ABD desteği anlamına geliyordu.
 
Mc Donald’s KKTC’ye Gelecek mi?
ABD’nin Ankara Büyükelçisi Eric Edelman’ın onursal başkanı olduğu ve 53 üyesi bulunan, Türkiye’deki Amerikan Şirketler Derneği’nin (American Business Forum in Turkey-ABFT) KKTC’ye düzenlediği ziyaret 17 Şubat 2005’te gerçekleşti. ABD’nin Türkiye’deki Ticarî Ataşesi Amer Kayani başkanlığında gerçekleştirilen gezide ABFT Yönetim Kurulu Başkanı Halim Neyzi’nin temsilcisi olduğu Shaw Stone and Webster, Oracle, Fedex, Comsat, American Express Bank, GNC, Dünya Ticaret Merkezi, BMD, Raymond James Securities gibi gayrimenkul, inşaat, finans ve bilişim alanlarında faaliyet gösteren grupların Türkiye temsilcileri yer aldı. İstanbul’dan Lefkoşa’ya uçan heyet, devlet ve hükümet yetkilileriyle değil, sadece işadamlarıyla görüştü ve heyete Rumların tepkisi gecikmedi. Papadopulos, ziyaretin 17 Şubat’ta yapılacağı açıklanır açıklanmaz ABD’nin Lefkoşa Büyükelçisi Michael Klosson’a protesto notası vererek, ABD’li yetkililerin işadamlarıyla Ercan Havaalanı’ndan KKTC’ye giriş yapacak olmasının kabul edilemez olduğunu söyledi. Üstüne üstlük, Suriye ve İran ile işbirliği yapacaklarını belirten Papadopulos, Klosson’u, Amerikan şirketlerini kamu ihalelerinin dışında bırakmakla tehdit etti. Rumların ABD tarafından köşeye sıkıştırılmak istendiğini belirten Papadopulos’a Rum-Amerikan İş Derneği de destek verdi. DİSİ Lideri Anastasiadis’in de ABD’li şirketlerin Türkiye temsilcilerinin KKTC’yi ziyaret etmesini Papadopulosvari bir şekilde eleştirmesi, Rumlar arasındaki ayrışmanın Kıbrıslı Türklerdeki gibi çözüme yaklaşım konusunda olmadığını gözler önüne serdi.
Söz konusu ziyaretin asıl önemi, ABD’nin KKTC’ye uygulanan izolasyonun yumuşatılması için ilk resmî adım atan ülke olduğunu göstermesinde yatıyor. Zira ilk defa bir Amerikan hükümet görevlisinin pasaportunda KKTC damgası olacak; bu, KKTC’nin tanınması yolunda önemli bir adım olarak görülebilir. Fakat KKTC’ye doğrudan uçuşlar olmadan ve tecrit tamamen ortadan kalkmadan KKTC’nin tam anlamıyla tanınmasından söz edilemez. Zaten ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Richard Boucher, bu ziyaretin kesinlikle bir tanıma anlamına gelmediğini vurguladı.
KKTC, üzerindeki tecrit gölgesini kaldırmaya odaklanırken, ABD heyetinin ziyareti sırasında Brüksel’de AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso ile görüşen Başbakan Talat “doğrudan ticareti başlatın” çağrısını yineledi. Talat, Rum tarafını masaya oturtabilecek tek unsurun KKTC’ye yönelik izolasyonların kaldırılıp ticaretin başlatılması olduğunu söyledi. 24 Nisan referandumu sonrasında AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi, Kıbrıslı Türklerin tecridinin sonlandırılmasına yönelik bir kararla birlikte KKTC’ye 259 milyon euroluk yardımda bulunulmasını da öngörmüştü. Ancak AB Konseyi’nin onay vermemesi nedeniyle bu paketler henüz yürürlüğe girmedi. AB’nin işi ağırdan alması, özellikle adanın kuzeyinde ve Ankara’da statüko kanadının elini güçlendiren bir etken haline geliyor. Son olarak, ABD’nin attığı ‘çeyrek’ adımın AB tarafından devam ettirilip ettirilmeyeceği merak konusu.

Paylaş Tavsiye Et