KÜRTLERİN hâlihazırda yaşadıkları sorunların demokratik açılımlarla çözülmesinden yana olanların üstünde mutabakata vardıkları bir tespit var: “PKK, Kürtleri temsil etmiyor.” Bu tespitten hareketle Kürtleri temsil edecek bir muhalefete ihtiyacın olduğu sonucuna ulaşılıyor. Birinci tespit ne kadar doğru ise, diğeri o kadar sorunlu bir yaklaşımı ifade ediyor. Söz konusu yaklaşımı benimseyenlerin iyi niyetinden kuşkulanmaya gerek yok. Ne var ki bu yaklaşım, Kürtleri kontrol altında tutmak için yaklaşık yüz elli yıldan beri kullanılan fakat çözüm getirmeyen bir stratejinin yeniden üretilmesidir. PKK’dan rahatsızlıklarını dile getirenleri Kürt muhalefeti ya da Kürtlerin temsilcileri olarak nitelendirmek uygun değildir. Kürtlerin temsilcileri TBMM’dir, cumhurbaşkanıdır, başbakandır, siyasî partilerdir, Kürt bölgelerinden seçilmiş milletvekilleridir ve devletin ilgili kuruluşlarıdır. Bu anlayış, atılacak demokratik adımlarla tahkim edilmelidir ve yukarıda sayılan kurumlar ve kişiler tarafından içselleştirilmelidir. PKK’nın karşısına bir Kürt muhalefeti dikmek çözüm değildir, hatta uzun vadede sorundur.
PKK’nın Kürtleri temsil etmediği, Kürtler tarafından da dillendirilen son derece haklı bir tespittir. AB yolunda demokratik açılımların devam edeceği bizzat Başbakan tarafından duyurulmuş ve müzakere tarihinin gelip çatmasına az bir zaman kalmışken, PKK’nın terör eylemlerine başlaması bu tespiti doğrular mahiyettedir.
Bütün demokratik açılımlara ve bölgedeki göreceli huzura rağmen PKK’nın terör eylemlerini sürdürmesi, kendilerini Kürtlerin temsilcileri olarak göstermeye çalışanların toplumsal barışı sadece Öcalan’ın serbest bırakılmasına bağlamaları ve nedense bugüne kadar akla gelmeyen, Öcalan’ı hapiste ziyaret etme fikrinin müzakere tarihine az bir zaman kala fiiliyata geçirilmesi açıkça gösterdi ki, PKK’nın ve yandaşlarının temel kaygısı Kürtlerin huzuru ve rahatı değil, kendi menfaatleridir. Zira AB yolunda ilerleyen bir Türkiye’nin önüne taş koymak Kürtlerin de yararına değildir.
Tüm bunlara rağmen “PKK, Kürtleri temsil etmiyor”un karşısına “Bir Kürt muhalefetine ihtiyaç var” söyleminin inşa edilmesi sorunlu bir çözüm önerisidir ve yıllarca denenmiş, başarısız olduğu aşikâr olan bir stratejinin farklı bir düzlemde yeniden üretilmesidir. Bu strateji, Kürtleri aşiret mantığı içinde hareket eden bir topluluk olarak görür ve başkaldıran bir aşireti, rakip bir aşireti desteklemek suretiyle dengeleme mantığına dayanır.
Bu stratejinin üretilmesine zemin hazırlayan aşiret yapısının oluşumunda iki tarihsel olay önemli rol oynar. Birincisi II. Mahmut’un merkezî hükümeti güçlendirmek amacıyla Anadolu’daki beylerin ve Kürt prensliklerin üzerine seferler düzenlemesidir. Bu seferler sonrasında özerk ve devlet benzeri Kürt prensliklerin büyük bir kısmı ortadan kaldırılırken, sonuncusu da 1847 yılında Abdülmecit tarafından yok edildi. Prensliklerin ortadan kaldırılması da aşiret/ağalık mantığının yolunu açtı.
İkinci tarihsel olay ise 1859 Osmanlı toprak reformudur. Bu reformla amaçlanan; kapitalist Avrupa devletlerinde var olan toprak kanunlarını model alarak, Osmanlı toprak sistemini yeniden yapılandırmaktı. Reformlar sonrasında yerel Kürt zenginleri, geniş araziler üzerinde önce kullanım, daha sonraları ise mülkiyet hakkını elde ettiler. Bu durum Kürtler arasında ekonomik tabakalaşmayı beraberinde getirdi. Sonuç olarak abartılı da olsa Türk filmlerinden aşina olduğumuz ağa-köylü ilişkisi ortaya çıktı.
Buna paralel olarak, genel itibariyle muhafazakâr olan Kürtler arasında, laik otorite olarak nitelendirilebilecek ağalığa karşı dinî otoriteyi temsil eden tasavvuf şeyhleri de büyük etkiye sahipti. İki otorite kaynağı istedikleri her an Kürtleri harekete geçirebilecek gücü bünyelerinde barındırıyordu. İşte bu toplumsal yapıda, siyasî otorite, kendine başkaldıran herhangi bir ağaya karşı rakip aşiret ağasını destekledi. Bu strateji, 1984 yılında PKK’nın terör eylemlerine başlamasıyla tedavülden kalktı. Bu tarihe kadar bütün Kürt ayaklanmaları ağaların veya şeyhlerin liderliğinde meydana gelmiş ayaklanmalardı. Fakat PKK, farklı bir yapıydı. Bu harekete, alışılmışın dışında, ağalar/şeyhler değil; büyük şehirlerde okuyan ve batılı/seküler bir ideoloji olan Marksizm’den etkilenmiş Kürt öğrenciler önderlik ediyordu. Dolayısı ile isyancı ağalara veya şeyhlere karşı, rakiplerini desteklemeye dayalı dengeleme stratejisi uygulanabilirliğini/etkinliğini yitirdi. Bölgede bazı aşiretler PKK’ya karşı desteklendi, fakat bir verim alınamadı.
“PKK Kürtleri temsil etmiyor” söyleminin karşısına “Bir Kürt muhalefetine ihtiyaç var” söyleminin inşa edilmesi de bu yüzden sorunludur ve mezkûr stratejiyi anımsatmaktadır. Kürtlerin siyasî, ekonomik ve kültürel sorunlarına vurgu yapan, toplumsal barışı önemseyen kimselerin söylediklerine ve uyarılarına değer verilmelidir. Fakat bu grupları ille de Kürt muhalefeti olarak nitelendirmekten kaçınmak gerekiyor. Kolay bir şekilde Kürtlerin temsilcileri konumuna yükseltilen bu kişi veya grupların menfaatleri, uzun vadede Kürtlerin menfaatleriyle karışabilir. Bu sorunu şimdiden önlemek için, bugün PKK karşısında söylem geliştiren her kişi ya da grubu Kürt muhalefeti olarak nitelemek yerine, Kürtlerin sorunlarına vurgu yapan bireyler olarak görmek ve bu kimselerin uyarılarına değer vermek gerekiyor. Sadece PKK’ya muhalif söylemler ürettikleri için bu kişilere değer verilmesi, gerçek sorunların ıskalanmasını beraberinde getirebilir.
Sonuç olarak, PKK’nın Kürtleri temsil etmediği artık herkes tarafından dillendirilen bir gerçektir. Bu durumun özellikle Kürtler tarafından ifade ediliyor olması önemli bir değişimin işaretidir. Fakat bunu dillendiren Kürtleri ille de Kürt muhalefeti olarak konumlandırmak uzun vadedeki sonuçları itibari ile sorunludur. Kürtlerin hâlihazırdaki en büyük problemleri, ekonomik sıkıntılardır. Kürt bölgelerinde yapılacak ekonomik iyileştirmeler toplumsal bütünlüğü ve aidiyeti perçinleyecektir. Etnisite konusunda uzman akademisyenlerin de belirttiği gibi etnik sorunların çözümünde güçlü ve zengin devletler için en büyük araç, ellerinde bulundurdukları zenginliklerin yeniden bölüşümüdür. Bunun yanında kültürel ve siyasî reformların, son günlerdeki provokatif eylemlerden etkilenmeden devam etmesi hayatî önem taşımaktadır.
Paylaş
Tavsiye Et