BM’NİN yapısına, işleyişine ve güç dağılımına dair hemen hemen tüm üyelerin çeşitli eleştirileri sıklıkla gündeme gelse de, 21. yüzyılda dünyadaki ortak sorunların çözümlenmesi için BM’ye alternatif olabilecek bir merci halen mevcut değil. Özellikle karşılıklı bağımlılığın artarak devam ettiği bir dönemde ulus devlet yapılarının kolektif sorunlara karşı kendi başlarına yapabilecekleri oldukça sınırlı. Zaman zaman kendi ulusal çıkar ve stratejileriyle çelişen kararlar aldığı için BM’yi yoğun şekilde eleştiren ABD hükümeti bile terör, çevresel sorunlar ve hastalıkların önlenmesi gibi konularda BM’nin gerekliliğini savunuyor. Ancak şu da bir gerçek ki; BM yalnızca bir yardım ve kalkınma kuruluşu çerçevesi ile dünya sorunlarının çözümüne ciddi bir katkıda bulunamaz. BM’nin 60. Genel Kurulu’ndaki temel meselesi, dünya siyasetinde daha aktif ve etkin bir rol oynayabilmek için, son yıllarda erozyona uğrayan meşruiyetini ve güvenilirliğini yeniden inşa etmekti.
Reform Gündemi ve Tartışmalar
Daha önceki Genel Kurul toplantılarından farklı olarak, bu yıl BM köklü reform gündemi ile toplandı. Dünya liderleri önümüzdeki dönemde daha da ön plana çıkması beklenen terörizm, HIV/AIDS ile mücadele, yoksulluğu ortadan kaldırma, çevresel sorunlar ve insan hakları gibi beş temel konuda daha fazla dayanışma içinde olunması konusunda görüş birliğine vardı. Tüm bu hususlar prensipte benimsenmiş olsa da, bu temel maddelerin ağırlıkları, önem sıraları ve özellikle içeriklerine dair ciddi tartışmalar yaşandı. Bu maddelerin içeriğine dair değişik devletlerin farklı beklentileri ve hesapları vardı. Gelişmiş ülkelerin gündeminin ilk sırasında terörizm ile mücadele ve nükleer silahlanmanın önlenmesi yer alırken; az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin gündemini yoksullukla mücadele ve kalkınma oluşturuyordu. Üye ülkelerin imzasına sunulan 35 sayfalık taslak metin BM’nin gelecekteki faaliyetleri ve yapılanmaları konusunda bir yol haritası niteliğinde. Taslak metin prensipte imzalanmış olsa da içeriği konusunda tam bir uzlaşmaya varılamadı.
Güvenlik Konseyi’nin yapısının günümüz şartlarına ve siyasî ortamına paralel olarak daha katılımcı bir şekle sokulması için yeniden gözden geçirilmesi ve BM’nin bürokratik yapısının, şeffaflığı ve güvenilirliğini artıracak şekilde yeniden yapılandırılması önemli başlıklardı. Özelikle Irak’ta Petrol Karşılığı Yiyecek Anlaşması’nın yürütülmesindeki yolsuzluklar BM’nin güvenilirliğine ciddi zarar vermişti. BM’nin bürokratik yapısının da revize edilerek daha işler bir hale getirilmesi yönünde bazı değişiklikler yapıldı.
BM’ye bağlı Uluslararası Ceza Mahkemesi ise etkin bir kurum konumuna getirilemedi. Soyut bir ideal olarak insan haklarına verilen önem teyit edilmiş olsa da özellikle insan hakları ihlalleriyle suçlanan, aralarında ABD’nin de bulunduğu birçok devlet, yaptırım yetkisi olabilecek bir kurumun oluşmasına izin vermedi. İnsan hakları ihlallerinin ne şekilde araştırılacağı ve ihlalin saptanması halinde herhangi bir yaptırımın meşru bir yapı tarafından uygulanıp uygulanamayacağı sorusu yanıtsız kalmış oldu. Genel Kurul’da ele alınıp sonuçta herhangi bir başarı sağlanamayan diğer bir madde ise nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve silahsızlanma ile ilgili tartışmalardı. Bu konuda da herhangi bir uzlaşmaya varılamadı.
BM Güvenlik Konseyi’nde Reform Başka Bir Bahara Kaldı
BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesi bulunuyor. Bu 15 üyeden 10’u geçici üye statüsünde. Geçici üyeler iki yılda bir seçiliyor. Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip daimi üyeleri ise, ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa. BM’nin en çok eleştirilen kurumu olan Güvenlik Konseyi’nin yapısına dair reform talepleri 60. Genel Kurul’da da sonuçsuz kaldı. Genel Kurul’un öncelikli maddesi olarak gündeme gelmiş olmasa da Güvenlik Konseyi’nin yapısına dair değişim beklentileri uzun süredir gündemdeydi. Küresel siyasetin yürütme mekanizmalarında önemli belirleyiciliği olan BM Güvenlik Konseyi’nin yapısı, altmış yıllık süreç içinde ufak çaplı bazı değişiklikler geçirmiş olmasına rağmen, halen büyük ölçüde 1945’te kurulduğu dönemin güç dağılımını temsil ediyor. Bu adaletsiz yapının muhafazasında mevcut daimi üyelerin muhafazakâr tavırlarının da büyük rolü var. Dünya siyasetinde ve ekonomisindeki ağırlıklarını önemli ölçüde artıran Hindistan, Almanya, Japonya ve Brezilya’nın Güvenlik Konseyi’nin daimi üyesi olma yönünde ciddi talep ve faaliyetleri oldu.
Japonya’nın ABD’nin ve diğer bazı devletlerin desteğini alarak BM Güvenlik Konseyi daimi üyesi olma çabaları Çin’in sert muhalefetiyle karşılaştı.
Schröder iktidarında dış politikada uzlaşmacı ve yapıcı bir imaj yakalayan ve uluslararası örgütlere de önemli malî katkılarda bulunan Almanya, bu imajın da olumlu katkılarıyla BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliği için lobi çalışmalarını hızlandırdı ve yine bu çerçevede 2005 yılı ortalarında destek bulmak için ABD’ye çıkarma yaptı. Schröder’in gezisi Irak’ın işgali nedeniyle dış politikasında sıkıntı yaşayan Bush yönetimince oldukça olumlu karşılandı. Ancak bu girişimler sembolik de olsa muhafazakâr Yahudilerin tepkilerine neden oldu. Dünya ekonomisinde ve siyasetinde önemli bir aktör olmasına karşın askerî açıdan söz sahibi olamayan Almanya, Güvenlik Konseyi daimi üyeliği ile askerî alanda da etkin bir aktör haline gelmek istiyor.
Demografik ve ekonomik gelişimine paralel olarak uluslararası siyasetteki etkinliğini artırmaya çalışan Hindistan ve Afrika kıtasının sözcüsü olma iddiasıyla hareket eden Güney Afrika ise Genel Kurul’da BM Güvenlik Konseyi’nin antidemokratik yapısını sert bir dille eleştirdiler ve bu yapıdaki reform taleplerini dile getirdiler.
İslam Dünyası İçin Değişen Bir Şey Yok
Bir buçuk milyara yakın nüfusu ile dünya nüfusunun yaklaşık 4’te birini teşkil eden İslam dünyasının BM’de veto hakkına sahip olan bir temsilcisi bulunmuyor. Yeni eklenmesi gündeme gelen üyeler arasında ise herhangi bir Müslüman ülkenin ismi geçmiyor. Batı dışı toplumların demokratikleştirilmesi ve özgürleştirilmesi için gösterilen canhıraş çabanın ve hassasiyetin BM’nin, özellikle de Güvenlik Konseyi’nin demokratikleştirilmesi için gösterilmemesi düşündürücüdür. Özgürleştirilmeye ve demokratikleştirilmeye çalışılan ve bu konuda uluslararası örgütlerle işbirliği yapması tembihlenen İslam ülkelerinin dünya siyasetine katkıda bulunabilecek bir aktör haline dönüşmeleri kısa vadede zor görünüyor. Uluslararası siyasette BM gibi meşru kanalların ve bu kurumlarda demokratik katılım yollarının açılmasının küresel barış ve istikrarın tesisinde olumlu etkileri olacaktır. Bu ise, BM Genel Kurul gündeminde göz ardı edilen önemli konulardan bir diğeridir.
Sonuç olarak, BM kusursuz bir kurum değil; fakat şu an itibariyle dünya sorunlarına barışçıl çözümler üretilebilmesi için hâlen alternatifsiz bir ulus-üstü platform. 21. yüzyılda BM’ye daha da fazla iş düşmesi bekleniyor. Özellikle kalkınma, terörizm, çevre ve salgın hastalıklar gibi konular ancak ulus-üstü bir yaklaşımla çözümlenebilir. BM’nin en büyük açmazı ise siyasî ve askerî kararların alınması ve yürütülmesinde hâlen demokratik ve eşitlikçi bir yapıya sahip olmamasıdır. BM’nin meşruiyet sorununu aşması ve daha etkin bir kurum haline gelebilmesi için atması gereken daha çok adım var.
Paylaş
Tavsiye Et