MAVİ miğferli, askerî elbiseli, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika gibi dünyanın çatışma bölgelerinde daha çok insani yardım amaçlı çalıştıkları tahmin edilen değişik uluslara mensup askerlerden oluşmuş birlikler… Farklı bir yaklaşıma göre ise daima gizli gündemleri olan emperyalizmin sinsi taşeronları… Barış gücü denince insanın zihninde oluşan tablo bu yaklaşımların ötesine geçemiyor. Türkiye’de özellikle Güney Lübnan’a Barış Gücü askeri gönderilmesi tartışılırken, barış gücünün tanımı, faaliyet alanları ve siyasi anlamı üzerinde tam bir kafa karışıklığı söz konusu. Oysa soğukkanlı bir değerlendirme yapabilmek için barış gücünün tanımı, misyonu ve kendi içinde geçirmiş olduğu dönüşüm değerlendirilerek, şu anki küresel siyasetteki anlamının irdelenmesi gerekir.
BM’nin tanımına göre barış gücü; çatışma ve savaşlardan olumsuz etkilenmiş ülkelere, sürdürülebilir barış ortamına dönmeleri doğrultusunda yapılan yardım ve destek faaliyetlerinin tümüdür. Sanılanın aksine sıcak bir çatışma bölgesine gidip çatışmayı durdurmaya çalışmak onun öncelikli amacı değildir. Barış gücü görevleri daha çok sıcak çatışmanın durmasından ve ateşkes ilanından sonra BM kararıyla devreye girer. Barış gücü operasyonlarının temel hedefleri, ateşkes yapılmış ise bunu kontrol edip tarafların ateşkes şartlarına uymalarını sağlamak, sürpriz saldırılara engel olmak, çatışmanın yayılmasını engelleyecek bariyerler ve tampon bölgeler oluşturmak ve sivillere insani yardım sağlayıp yiyecek, giyecek, barınma ve güvenlik gibi temel ihtiyaçları karşılamaktır. Barış gücü şu anki tanımıyla çok kapsamlı bir müdahale biçimidir; zorlayıcı tedbirler, koruma, gözlemleme, silah denetimi, bariyer ve uçuşa kapalı bölgeler oluşturmak, önleyici konuşlandırma, ulus inşası gibi görevlerin tümü barış gücü görevleri arasında yer almaktadır.
Barış Gücü Misyonlarının Evrimi
BM barış gücü operasyonlarının kriterleri, ilk olarak Süveyş Krizi’ne müdahale için 1956 yılında oluşturulan UNEF I (BM Acil Gücü)’in kuruluşu esnasında ele alındı ve bu tanım uluslararası sistemdeki dönüşümlere paralel olarak değişime uğradı. O dönemde barış gücü için temel kıstaslar olarak belirlenen tarafların rızası, meşruiyet, tarafsızlık, kendini savunma durumu haricinde güç kullanmama ve güç kullanma durumunda asgari seviyede güç kullanımı prensipleri, 1990’ların başlarına kadar barış gücü misyonlarının temel kriterleri olarak kaldı. Soğuk Savaş dönemi boyunca toplam 13 barış gücü operasyonu devreye girdi ve bunlar daha çok devletler arası anlaşmazlıklara müdahil oldular. Bu dönemdeki temel kaygı, devletler arasındaki çatışmaların blok içi ve bloklar arası sistemik bir gerginliğe ve hatta savaşa neden olmasını engellemekti. Hafif silahlı bu barış güçlerinin görevi sınırları kontrol etmek, sınır ihlallerinden dolayı çıkabilecek gerginlikleri önlemek ve tampon bölgeler oluşturmaktı.
Soğuk Savaş sonrasında oluşan ikinci nesil barış gücü yaklaşımı daha çok Afrika ve Balkanlardaki iç savaş ve etnik/dinî çatışmaları önlemek için devreye girdi. Bunlar, yardım kuruluşları ve sivil aktörlerin de dâhil olduğu çok boyutlu operasyonlardı. Bu dönemdeki müdahaleler iç savaşlar ve etnik çatışmalara yöneldiği için çoğu zaman egemen devletlerin rızası göz ardı edildi veya tarafsızlık prensibi devre dışı kaldı. Başlangıçta temel hedefi ateşkesi sağlamak ve korumak olan barış gücü, yapısal müdahaleleri de içeren daha geniş kapsamlı bir görev tanımına evrildi. Güvenlik, insani yardım ve siyasi, sosyal yapıların oluşturulması bu gücün temel hedefleriydi. Soğuk Savaş sonrasının barış gücü birliklerinin yapısı çokuluslu, çok boyutlu, çok kültürlü hale geldi; hedef ve misyonları daha geniş kapsamlı oldu.
1990’ların sonuna gelindiğinde “barış destek operasyonları” olarak da adlandırılan çok daha geniş kapsamlı ve sivil unsurların da aktif olarak dâhil olduğu barış gücü operasyonları ise, “üçüncü nesil barış gücü” olarak adlandırıldı. Sıkı sınırlamalara tâbi olan güç kullanımı BM’nin şiddeti önleme konusunda etkisiz kalmasına ve dolayısıyla meşruiyetinin aşınmasına neden oluyordu; tıpkı Somali, Ruanda ve Bosna’da tecrübe edildiği gibi. Üçüncü nesil barış gücünde caydırıcı güç kullanımı daha kabul edilebilir hale geldi. Son dönemde yeniden yapılanma çerçevesinde BM, insani yardım kuruluşları, uluslararası örgütler ve uluslararası sivil toplum örgütleri ve kalkınma ajanslarıyla daha koordineli çalışıyor. Özellikle insani ihtiyaçların karşılanması misyonu daha fazla ön plana çıkmış görünüyor.
Hassas Denge: Barış Gücünün İnsani ve Siyasi Boyutları
Barış gücünün evrimi incelendiğinde, devletlerin güvenliği yaklaşımından insan güvenliği yaklaşımına doğru bir dönüşümün yaşandığı gözlemleniyor. Önceleri devletlerin egemenlik haklarına daha fazla itibar edilirken, özellikle devlet yapısının işlemediği durumlarda üçüncü nesil barış gücü misyonları siyasi ve sosyal yapının kurulması konusunda daha aktif rol almaya başladı. Görüntü itibariyle olumlu bir gelişme olsa da, kapsamlı barış gücü misyonları vesayet meclisi gibi bir fonksiyon da icra ederek belli bir siyasi gündeme hizmet edebilir.
Barış gücü konusunda bir değerlendirme yaparken karşılaştığımız zorluklardan en önemlisi, barış gücü operasyonlarının insani ve siyasi boyutlarının birbiriyle iç içe geçmiş olmasıdır. Halen çatışma yaşayan veya savaştan yeni çıkmış bir ülkeye elektrik, su, gıda yardımı ve güvenliğin tesisi karşılığında İMF, Dünya Bankası gibi kuruluşlarla işbirliği yapma ve piyasa ekonomisi, serbest ticaret, sivil toplum oluşturma şartları getiriliyor. Özellikle son dönemde ortaya çıkan çok boyutlu ve geniş kapsamlı barış gücü operasyonlarında bu nitelik daha da belirgin. Başlangıçta masumane insani gerekçelerle temellendirilen müdahale, geniş yapısal değişimler için zemin teşkil ediyor.
Barış gücü operasyonlarının gerçekten barışçı bir misyona hizmet edebilmesi için çatışma yatıştırıcı bir vizyon yerine, çatışma çözümü vizyonu benimsenmeli. Çatışma çözümü yaklaşımı, çatışmanın altında yatan sosyal, psikolojik, iktisadi ve insani ihtiyaçlardan kaynaklanan nedenleri tamamen ortadan kaldırarak taraflar arasında belli ölçüde güvene dayanan barışçı ilişkilerin kurulmasını hedefler. Çatışma yönetimi ise şiddet eğiliminin mevcut kurumlardan, tarihsel ilişkilerden ve güç dağılımındaki yerleşik adaletsizliklerden kaynaklandığını öngörür. Bu sorunları çözmeyi beklemenin gerçekçi olmadığını, dolayısıyla farklılıkları şiddet dışındaki alternatif yöntemlerle yönetmenin gerekliliğini savunur. Barış gücü eğer çatışma yönetimi yaklaşımına hizmet ederse, sistemdeki tıkanıklıkları geçici olarak açmayı sağlar ve şiddeti yatıştırmaya yarar; ama uluslararası adaletsizliklere yapısal çözümler getiremez.
Barış gücü operasyonlarının temel misyonu olan insani ihtiyaçların karşılanması ve şiddet düzeyinin kontrol altında tutulması olumlu adımlardır; ama bu kapsamlı operasyonlar siyasi bağımlılığa neden olacaksa, iyi niyetli bile olsa barış ve adalete hizmet etmeyecektir. İnsanları korumayı amaçlayan misyonların müdahaleleri dönemsel olarak bir rahatlama getirebilir; fakat siyasi yapıların tasfiyesi, kendi ayakları üzerinde duramayan ve İMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlara bağımlı yarı vesayet görünümünde siyasi yapılar ortaya koyar. Barış gücü operasyonlarının barış ve istikrara yapısal bir katkıda bulunabilmesi için çatışma çözümleri vizyonuna ve barış sürecine entegre edilmesi elzemdir.
Paylaş
Tavsiye Et